12 Ağustos 2008 Salı

Mehmet Calıskan roportaji Sabah Gazetesi Şubat 2008

Mehmet Çalışkan röportajı Sabah Gazetesi Şubat 2008

Köye yerleşiyor

Teoman şöhret olmadan önceki "Vatandaş Teoman"a dönüş yapabilmek için köye yerleşmenin hazırlıklarını yapıyor. Teoman’ın bir süredir İstanbul’dan uzaklaşmanın planlarını yapıyordu. Bir gazeteciye attığı yumruk Teoman’ın radikal kararlarını netleştirdi.



Önümüzdeki günlerde “Söz Müzik Teoman” adında yeni albümünü satışa çıkaracak olan Teoman, bu çalışmasında oldukça farklı bir yol izledi. Albümdeki şarkıların hiçbirini Teoman seslendirmiyor. “Söz Müzik Teoman”daki Teoman şarkılarını Sezen Aksu, İzel, Candan Erçetin, Nil Karaibrahimgil, Yalın, Mirkelam, Yaşar, Yavuz Bingöl gibi isimler seslendiriyor.

Aslında “Söz Müzik Teoman”da Teoman, kendi şarkılarını seslendiren şarkıcılara düet yapacaktı. Ne var ki Teoman, albümde yer alan şarkıcıların stüdyo kayıtlarını dinledikten sonra “Böyle çok güzel olmuş. Düet yapmak istemiyorum” dedi. Yapımcıları Cengiz Erdem ile Deniz Erdem’in de onayıyla “Söz Müzik Teoman” çeşitli şarkıcılar tarafından seslendirilen Teoman şarkılarından oluşan bir kimliğe büründü. 14 şarkının yer aldığı “Söz Müzik Teoman”ın ikinci ve üçüncü albümleri de önümüzdeki aylarda aynı formatta satışa çıkarılacak.

“Ruhumu kaybettim”

Teoman, aldığı radikal kararları yaz aylarında hayata geçirmenin hazırlıklarını yapıyor. Teoman, bir köye yerleşecek. Teoman’ın köye yerleşmek istemesinin nedeni şöhretli hayattan uzaklaşmak. Şöhretin kendisine ruhunu kaybettirdiğini dile getiren Teoman, yerleşeceği köyde huzur bulacağını belirtiyor. Geçtiğimiz günlerde bir gazeteciye attığı Teoman’ın radikal kararının netleşmesine vesile olmuş.

Paramparça: Sezen Aksu
Gönülçelen: Yalın
Kim: Candan Erçetin
Rüzgar Gülü: Yaşar
İstanbul’da Sonbahar: Nil Karaibrahimgil
Sürpriz: Emre Aydın
Senden Önce Senden Sonra: İzel
Güzel Bir Gün: Mirkelam
Düş: İrem Candaş
İki Çocuk: Yavuz Bingöl
Bugün: Kreş
İstasyon İnsanları: Harun Tekin
Kişisel Bir Şey: Rashit
Gökdelenler: Hayko Çepkin

Söz Müzik Teoman’daki bütün şarkıları meslektaşlarınız seslendirdi. Neden tek bir şarkıyı bile siz seslendirmediniz?

Yapımcılarım Cengiz Erdem ile Deniz Erdem bana yeni albümü düet olarak yapmamı tekif etti. İyi bir fikir olarak düşündüğüm teklifi kabul ettim. Şarkıları düet yaparak seslendirme üzerine çalışmlara başladık. Sonra baktım ki düet yapacağım meslektaşlarım şarkılarıma yeni bir ruh kattılar. Yorumları fazlasıyla hoşuma gitti. Düet yaparak meslektaşlarımın yorumlama tarzlarını bozmak istemedim. Bazı şarkıların son mısralarına imza niteğinde ben de katıldım o kadar.

Albümde yer alacak olan şarkıcıları siz mi seçdiniz?

Hayır, öyle bir seçim durumu yaşanmadı. Zaten benim şarkılarımı seslendirenler sürekli konuştuğum arkadaşlarım. Onlarla proje üzerine konuşurken zaten doğal olarak işin içinde yer aldılar. Sonra im hangişarkıyı seslendirmek istediyse stüdyoya girip kayıt yaptılar.

Şarkılarınızın yorumlama tarzını siz mi belirlediniz yoksa seslendiren şarkıcılar mı?

Hiçbir şarkının yorumlanma tarzına karışmadım. Kim nasıl istediyse o şekilde yorumladı. Benim tarzımda seslendirmelerinin bir anlamı da yoktu. Çünkü benim gibi yorumlama işini ben zaten yapmışım. Aynısı neden olsun? Benim tarzımda yorumlamış olsalardı ortaya kısır bir iş çıkardı. Örneğin Paramparça’yı ben Fadog tarzında seslendirmiştim. Sezen Aksu ise İspanyol formlarında seslendirdi.

Albümde neden yeni şarkı yok?

Hem elimde yeni şarkı yoktu hem de canım yeni şarkılar yapmak istemiyordu.
Şarkı yapmaya karşı bir hevesin kalmadı. Uzun zamandır gitarı elime alıp da şarkı yapma isteğim yok.

Sizin gibi üretken birinin artık şarkı yapmak istemeyişinin nedeni ne olabilir?

Anlatacak hikayem kalmadı. Ben anlatacak hikayem olduğu zaman şarkı yapabiliyorum. Hiç bir zaman ille de şarkı yapmam gerekir diye düşünüp işe girişmedim. O istek, o heves gelirse yaparım. Gelmezse de yapmam. Benim sanat anlayışımda zorlama yoktur. Kariyerimi devam ettirme adına zorlama şarkılar yapamam.

Kariyerinizi devam ettirme adına kaygınızın olmadığını mı düşünmeliyiz?

Hayal ettiğimden, beklediğimden, istediğimden daha ünlü biri olmuş biriyim. Hayal ettiğimin ötesinde başarılı oldum. Kimseyle yarışmıyorum, kendimle de yarışmıyorum. Bu nedenle de oldukça rahatım. Kimseye kendimi kanıtlama veya gösterme derdinde değilim. Bundan sonra benim derdim kariyerimi devam ettirmek değil. Benim artık bu hayatta tek amacım var. O da her anımda mutlu olmak. Ünlü olmak beni mutlu etmiyor. Aksine oldukça mutsuz yapıyor.

Size fazla yüklenildiğini düşündüğünüzden dolayı bir tepki hareketi içinde misiniz?

Eve, bana çok fazla yükleniliyor. Bu da benim hevesimi körelten nedenlerden biri. Neden yükleniliyor? Çünkü ünlüyüm. Yüklenilmesinin nedeni ünlü olmam.
Artık ben ünlü olmanın bedellerini ödemek istemiyorum. Diğer yandan da çok fazla çalıştım, Artık yoruldum. Çok şükür yaşatan dolayı emekli olmayacak bir lükse sahibim. İşleri yavaşlatma kararı aldım. Artık gözü dönmüş bir şekilde çalışmak, şöhretliler kuyusunda yitip gitmek istemiyorum.

İşleri yavaşlatmakla neler kaçırabileceğinizi hesapladınız mı?

Benim artık elde etmek istediğim bir şey yok ki. Zaten sahip olmayı hayal etiklerimden çok fazlasına sahip oldum.İlk zamanlar ünlü olmaktan hoşlandım ama şöhretin benim ruhuma ters bir olgu olduğunu artık iyice anlamış durumdayım. Etrafı kale surları gibi büyük duvarlala çevrili büyük evlerde yaşamak, korumalarla gezmek bana göre değil. Ben öyle bir yaşama sahip değilken bile minimum düzeyde yaşadığım şöhret ruhumu benden alıp götürdü. Ruhumu geri getirmek için ben bedenimi alıp başka yerlere götüreceğim.

Nerelere?

İstanbul’u terk ediyorum. Bu yaza kadar İstanbul’dan ayrılmış olacağım. Henüz neresi olduğuna karar vermiş değilim ama küçük bir köye yerleşeceğim. Evimin önünde sebze-meyve yetiştireceğim. Belki bir kaç ineğim ve tavuklarım da olur. Anlayacağınız bir çiftlik hayatı yaşayıp, beni sıkan her olumsuzluktan uzak kalacağım. Özellikle de şöhretten. Ruhumu ancak o zaman geri getirebilirim.

İnzivaya mı çekiliyorsunuz?

Tam anlamıyla inziva denilemez. Çünkü çok sevdiğim arkadaşlarım var. Onlarla biraraya geleceğim. Bu nedenle inziva çekildiğimi söyleyemem. Ama Kesin olarak İstanbul’dan uzaklaşacağım. Boşu boşuna çok çalıştım. Nasıl bir hırs girdiyse içime kendimi kaybetmişim. Sevdiğim herkesi ihmal etmişim. Ailemi bile ihmal etmişim. En sevdiğim arkadaşlarımı bile zaman gelmiş 3-4 yıl hiç görmemişim.

Böyle hayatı yaşamak istiyorsanız gelecek kaygınız olmamalı. Öyle mi?

Gelecek kaygım hiç yok. Şöhretimin biteceğinden söz ediyorsanız zaten artık ünlü biri olmak istemediğim için İstanbul’dan gideceğim. Paradan söz ediyorsanız 5 tana evim var. Onların getirileri bana yeter de artar bile. Üstelik birikmiş param da var. Bekar adamım, çocuğum da yok. Bu nedenle gelecek kaygımın olması için bir neden de yok.

Belki bir gün evlenmek istersiniz?

İstiyorum zaten. Bir eşimin, boy boy çocuklarım olmasını fazlasıyla istiyorum. Bir gün ailem olsa da sahip olduğum evler ve nakit param hepimize yine yeter.

Siz lüks bir yaşamı istemeyebilirsiniz ama belki eşiniz ve çocuklarınız ister..

Benim hayat standartlarım neyse eşimin ve çocuklarımın ki de o olacak. Bir çok insan ünlü ve zengin olmak isteyebilir. Şöhretli ve zengin bir hayat sürmek bana göre değil. Neden şöhret olduğumu bile anlamıyorum. Şöhretin büyüsüne kapılmış olmamı hiç anlamıyorum. Şu anda sahip olduğum para bile bana fazla geliyor.

Anladığım kadarıyla evliliğe hiç olmadığı kadar yakınsınız..

Bir eşim, boy boy çocuklarım olsun isterdim. Bir aile yaşantımın olmasını elbette çok istiyorum. Ne var ki düşündüğünüz gibi evliliğe çok yakın değilim. 2 yıldır bir sevgilim bile yok.

Büyük bir değişim yaşar gibisiniz.. Öyle mi?

İyiye doğru bir değişim yaşıyorum. Daha doğrusu kişiliğime geri dönüş dersek daha doğru olur. Şöhret olduktan bugüne kadar olan dönemi analiz ettim. Çıkan sonuç şu; pek yanlış bir hayat tarzı edinmişim. Hep günü birlik yaşamışım. Günü birlik yaşayınca hayatınızda olan her şey doğal olarak günü birlik oluyor. Şimdi kendime anlamlı bir hayat kurmanın peşindeyim. Gerçek Teoman şöhret olduktan sonra görünen Teoman değildir. Gerçek Teoman, şöhret olmadan önceki vatandaş Teoman’dır. Şöhret beni benden uzaklaştırdı. Ünlü Teoman, vatandaş Teoman’ı bir yerlere gömmüş. Yaşamak isteyen vatandaş Teoman elini topraktan çıkarıp hayata yeniden sarıldı. Gömüldüğü yerden çıkan vatandaş Teoman’ın ilk işi ünlü Teoman’ı kendisini gömdüğü yere gömmek. İşte ben bunu yapmaya çalışıyorum.

İki yıldır sevgilinizin olması vatandaş Teoman’ın yeniden gün ışığına çıkmasının bir sonucu mudur?

Benim 20 yılda sadece 5 sevgilim oldu. Bir başka deyişle ilişki yaşadığım kadınlar arasında sadece 5’ine aşık oldum. Ben sevgili tanımlamasını aşık olduğum 5 kadın için yapıyorum. Onun dışında bana haz vermeyen çok sayıda ilişkiler de yaşadım. O ilişkileri “Günü birlik kadınlar” olarak tanımlamak istemiyorum, ayıp olur. Ne var ki hayatıma giren diğer kadınların benden beklentileri, benim onlardan beklentilerim ortadaydı. Hiç bir kadını kandırmadım.

Aynı dönemde çok eşli ilişkiler yaşadığınız rivayet edilir. Doğru mu?

Zaman zaman böyle ilişkiler yaşadım. Şimdi düşünüyorum da bu konuda kendime inanamıyorum. Kendimi kaybettiğimin bir diğer göstergesi de budur.
Aslında ben günümüze ayak uyduramıyorum. Dünyanın felsefesi değişti. Benim gençlik dönemlerindeki dünyayla bugünkü dünya arasında inanılmaz bir fark var. Çok hızlı bir değişim yaşanıyor. Ben bu hıza ayak uyduramıyorum. Zaman geliyor aynaya baktığımda kendimi tanıyamıyorum. Benim çocukluk döneminde çocuklar kovboy olmak, pilot olmak, doktor olmak, öğretmen olmak isterdi. Şimdiki çocuklar ise ünlü olmak istiyor. Böyle bir zamanda yaşıyoruz. Bakıyorum, toplumda herkes şöhret olmanın peşinde. Ne iş yaparlarsa yapsınlar herkes ünlü olmak istiyor. Sanki ünlü olmak iyi bir haltmış gibi. İnsanlık delirmiş durumda.

Belki de siz hassas bir dönemdesiniz..

Hassas bir dönemde değilim. Uyanış dönemindeyim. Çevreme bakıyorum herkes mutsuz. Ben istediğim kadar mutlu olayım. Çevremdekiler mutsuzsa beni de zehirliyorlar, ben de mutsuz oluyorum. Gazetelere bakıyorum Ergenekon diye bir örgüt kurulmuş sevdiğim yazarlara veya sanatçılara süikast planları yapmışlar. Herkes birbirini öldürmek istiyor. Kimse elindekiyle yetinmeyi kabul etmiyor. Herkes daha fazlasını istiyor. Daha fazlasına sahip olmak için de birbirini ezmekten rahatsız olmuyor. 12 yaşındaki kız çocuğu 8.5 aylık halime. Nasıl bir insan bunu yapabilir ki?

Bol cinsel ilişki, para, saygı ve sevgi.. Şöhretin getirilerinin bunlar olduğu düşünülüyor..

Saygı ve sevgiyi bir kenara koyalım. Bu ikisiniinsan olmakla da elde edersin. Bol ilişki ve bol para emin olun bir süre sonra bir kabus gibi üzerinize çöküyor.
Dört yıl boyunca Teşvikiye’deki evimde yaşadım. Çamaşır makinesi nasıl çalıştırılır bilmiyorum, bir kez olsun mutfağa girmedim. Bir kez bile küçücük bir yerin bile tozunu almadım. Eve geldim ve yattım. O kadar. Evimi yaşayamadım. Geçen yaz çadır tatili yaptım. Orada herşeyi kendim yaptım ve bundan da büyük bir keyif aldım. Ben starım diye şöhretliyim diye neden çamaşır yıkamayayım? Sadece ev işlerinden söz etmiyorum. Her işimin başkası tarafından görülmesi sonucu bomboş bir insan oldum çıktım. Şöhret olmadan önce belediye otobüsüne biner sahil boyunca gider gelirdim. O otobüslerde ne gördüysem ne yaşadıysam beni besliyordu. Kendi işlerimi kendim görüyordum. Geçen yıl Fransa’daki tatilde şöhret olmadan gezmek beni öylesine mutlu etti ki..

Fransa’da Türkiye’de yapamadığınız neyi yaptınız?

Yürürken önüme bir halk plajı çıktı. Canım denize girmek istiyor ama yanımda mayo yok. Çıkardım pantalonu, külodumla girdim denize. Yüzdüm, çıktım uzandım bir yere külotla güneşlendim. Nasıl büyük bir keyif aldım bilemezsiniz. Boğaza külotla giren çocukların yaşadığı keyfi yaşayarak çocukluk günlerime kısa bir geri dönüş yaptım.

Kadınlar sizi yordu mu?

Kadınlar konusunda fazla aç gözlü olduğum bir dönem oldu. O sıralarda kadınların beni yorduğunu söyleyebilirim. Nedense kadınlarla olan ilişkilerimde sanki dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi durmaksızın çalıştım. Niyeyse? Zamparalık konusunda tavan yapmıştım.

Şöhret olmadan önce kadınların ilgisini çekmeyen birimiydiniz?

Ünlü olmadan önce de aklım fikrim kadınlardaydı. Hep peşlerine düştüm. Ortaokulda, lisede kızlarla sağlıklı ilişkiler kuramadığımız için üniversite başlayınca Saldıray Abi kimliğine büründüm. Bir tek kadını bile retetmedim. Bir kadını ilk kez 35 yaşında ret ettim.

Kaç kadınla ilişkiniz oldu?

Saymadım. İnsan beraber olduğu kdınların çetelesini tutar mı? Günübirlik yaşadıysam o kadar da ahlaksız davranmadım. Arkadaşlarım çeşitli rakamlar söylüyorlar ama herkes başka bir rakam söylediği için hangisi doğru bilemem.

Kabarık rakamlar mı söylüyorlar?

Abartıyorlardır. İnşallah da o kadar kabarık değildir. Benim hakkımda bilinmeyen konulardan biri şudur; kendimi gece hayatına attığım veya yanımda bir çok kadının olduğu dönemlerde aslında hep aşk acısı yaşıyordum. Aslında gece gezmelerimin, yanımda bir çok kadının olması sevgilimden ayrıldığım için çektiğim acının göstergesiydi.

Bir gazeteciye şöhretin size yaşattığı sıkıntılardan dolayı mı attınız?

Gazeteci beni arkamdan çekti. Benim verdiğim tepki bir refleksti. Düşünerek yaptığım bir hareket değildi. Şiddete bu kadar karşı biri olarak ben refleks hareketi sonucu birine vurabiliyorsam sınırı geçmişim demektir. O görüntüler ne kadar çirkindi. Ben neden birine vurayım ki? Neden öylesine çirkin bir olayın başrolünde olayım ki? Eğer birileri arkamdan çekip beni taciz edebiliyorsa, ben de bunun karşılığında yumruk sallayabiliyorsam sınırı geçmişim demektir. Hayatta yapabileceğim en son ve en çirkin davranışı sergilemem benim artık bana bu olayı yaşatan her şeyden uzaklaşmamı gerektirir.

Bütün bu radikal kararları bir gazeteciye attığınız yumruk sonrası mı aldınız?

Bir süredir vatandaş Teoman olarak ünlü Teoman’a karşı amansız bir mücadelenin içindeydim. İstanbul’dan uzaklaşmaya karar vermiştim. Yumruk sallamış olmam bana aldığım kararın ne ölçüde doğru olduğuu gösterdi. Kararımın bir çeşit sağlaması oldu.

Şöhretli hayat özlerseniz geri dönmek zor olmayacak mı?

Özlemem. Ben zaten şöhret olmadan önceki hayatıma gidiyorum. Mutlu olduğum hayatıma. Sıradan bir vatandaşken de başarılıydım. Daha reşit bile değilken kendi paramı kendim kazanıyordum. Öğrencilere matematik, geometri ve fizik dersleri veriyordum. Bir yandan da müzik yapıyordum. Boğaziçi Üniversitesi’nde matematik okudum. Sınavlarda Türkiye genelinde ilk 100’e gimiştim. İngiltere’ye gittim, bulaşık yıkadım, yerleri sildim. Amerika’da garsonluk yaptım. Arıca 30 yıl boyunca param olmadı, hiç de utanmadım, mutlu mutlu yaşadım.

Gulenay borekci makalesi Akşam Gazetesi Şubat 2008

Gülenay Börekçi Makalesi Akşam Gazetesi Şubat 2008
Uyanmak, işitmeye başlamak demek benim için. Görmeden önce duyanlardan olduğum, seslerin hayatı anlamlandırmakta yazıdan daha etkili olduğuna inandığım için belki.

Lakin albümü, kitabı ve ‘skandalıyla’ gündeme oturan Teoman’ı kelimelerinden, müziğini sözlerinden ayrı tutamıyorum. Ve şahsi tarihini arşivlediği şarkılarını, benim hayata dair algılarımı genişlettiği, belleğimi tazelediği için de önemsiyorum.

Oysa daha genç ve küstahken, ‘kimseyi ilgilendirmeyecek bir iç döküşler silsilesi’ demiştim şarkıları için. Bireysel tökezleyişlere methiyeler düzüyor, dinleyeni ‘özel hayatın pornografisi’ni yaparak tahrik ediyordu...

Yıllar Teoman’ı değil, beni değiştirdi. Aşkın, kimse birbirine hakikaten dokunmuyor diye emniyetli zannedilen büyük şehir kalabalığında ‘yalnızlıktan sağ çıkmanın’ tek yolu olduğunu biliyorum artık. Bu yüzden aşkta zafer kazandığımızda, kendimizi ölümsüz hissediyoruz. Bu yüzden yenilgilerimiz küçük kıyametlerimiz haline geliyor. Aşık olup ölüyor, sonra yeniden aşık olup diriliyoruz. O anlardan öncesi belirsiz, sonrası zaten yok. Ve tam da bu yüzden, nüfuz edilemez yalnızlığımızla savaşırken ruhumuzu üzmenin yollarını arıyoruz. Yasakları sevişerek ihlal ediyor, başka türlü kabul edilemeyeceğimiz kuytu hayat köşelerini aşık olarak keşfediyoruz. Haz almak için, kendini bize vermeyene dokunmaya çalışıyoruz. Kilitli odaların anahtar deliklerinden süzülüyor, yersiz yurtsuzluğumuzu yok saymak için kendimize iki kişilik evrenler yaratıyoruz. Fethetmenin, hüküm sürmenin tek yolu O’nu kendimize aşık etmek; savaşçı ruhumuzun elinden gelen bu kadar. Direnen ruhumuzsa, başkalarının tanıklık etmeyeceği hatta umursamayacağı gözyaşları dökerek ayakta kalabiliyor. Yaşıyor olduklarını hissetmek için kollarına küçük kesikler atan insanlar gibiyiz: Acı çekiyorum, o halde varım. Biliyorum, bu acı sürmeyecek sonsuza dek, yaralarım eninde sonunda iyileşecek. Öldüğümde küçük bir kesikle yeniden dirilebilirim.

Teoman sonu olmayan hikayeler anlatıyor şarkılarında; hikayeler anlatan bir adamın hikayelerini... “Yalanlarımız güzel, inanması zevkli” diyor. “Yalan olsa bile bazen bir rüya yeter. Kendimi kandırabilirim, ikimiz de görürsek eğer” diye özetliyor peşine düştüğü mutluluk simyasını. “Bir şey sevmeye değerse, ölmeye de değer mi” diye soruyor. Özgürlüğü seçmekten, başka vücutlar sevmekten, bir şehri tam kalbinden, beyninden vurup gitmekten söz ediyor.

Daha da mühimi aşka dair sesleri kelimelere döküyor. Bedeninin başka bir bedene değmesini, spermlerinin bir kadının bacağından süzülerek ölmesini, terinin bir başkasının teninde kurumasını, öpüşlerinin güneşte eriyen kar taneleri kadar kısa ömürlü olduğunu anlatıyor. Arzu, düşkırıklığı ya da keder mırıltılarını, sert porno yankılarını, çarpılan kapıları, barlardaki uğultuyu, her yerde olduğu için hiçbir yerde olamayan bir adamın ıssızlığını dinletiyor...

Cüretkar ayrıca. Her anını şarkılarındaki gibi yaşadığını gözümüze sokuyor. Kulaklarımızı bedenlerimizin sesine kapatarak korunabileceğimiz yanılsamamızı yıkıyor; her seferinde ölmesek, bu kadar delice tırsmasak, ne büyük aşklar yaşayabileceğimizi hatırlatıyor. Bize kendimizi; olduğumuz, olabileceğimiz, olmaya cesaret edemeyeceğimiz şeyleri unutturmuyor.

Sözünü, sesini, duruşunu engellemeyi, zihnimizdeki varlığını öldürmeyi, hata yapma özgürlüğünü elinden alabilmeyi nasıl isterdik!

Aycan SarogluAycan Saroğlu Röportajı Akşam Gazetesi Şubat 2008 Roportaji Aksam Gazetesi Şubat 2008

Aycan Saroğlu Röportajı Akşam Gazetesi Şubat 2008
Hem yara hem yara bandı 17 yaşındayken ‘Rüzgâr Gülü ile Afrika Menekşesi’ adlı bir öykücük yazmaya çalışmıştım; Afrika menekşesiyle rüzgar gülü konuşuyorlardı... Rüzgar gülü parlak, rengarenk, hareketli ve eğlenceli gözüken hayatında aslında ne kadar yalnız olduğunu anlatıyordu. “Keşke” diyordu, “ya bir rüzgar ya da bir gül olsaydım…” Kendi yarattığım imgeyi öylesine sevmiştim ki, yıllar sonra ilk köşemin adını ‘rüzgar gülü’ koyacaktım…

Kim bilir belki de bu yüzden, hep sevdim ‘Bir yaz günü hiç bu kadar üşüdün mü, rüzgar gülü hiç ölümü düşündün mü’ diyen Teoman’ı. Paramparça olma ihtimali hepimizin ruhunda bir yerlerde zamanını bekleyerek kayıtlıyken, ‘baba katli’ni gerçekleştirmemiş o çocuk şöyle sesleniyordu: “Bugün benim doğum günüm, hem sarhoşum, hem yastayım, bir bar taburesi üstünde babamın öldüğü yaştayım.”

Freudyen psikiyatride ‘baba katli’ önemlidir, erkek çocuk babasını aşmadan yetişkin olamaz. İşte, babasını hiç tanımadan yitiren Teoman da hepimizin içinde varlığını sürdüren bir yere dokunuyordu o şarkıda. Annemizi de babamızı da gerçekten sevmeyi öğrenmek zaman alır, biliyorduk; anne baba olduktan sonra bile... ‘Mevsim rüzgarları ne zaman eserse o zaman hatırlarım çocukluk rüyalarımı, şeytan uçurtmalarımı’ diye seslenen Teoman hepimizin içindeki çocuğun en samimi sesi değil miydi?

Kimse yalancılık yapmasın! Yetişkin dünyalarımızda utanıp bastırmaya çalıştığımız o ana kuzusu, korunmasız ve fırlama çocuk biz değil miydik; sadece saklı köşelerde, tuvaletlerde, yorganın altında, karanlıkta, kimse görmezken itiraf ettiğimiz.

Bize yalnızlığın, ölümün, çocukluğun, aşkın, tenselliğin, erotizmin, kaybolmuşluğun, yabancılığın şarkılarını söyleyen Teoman besteciliğinin yanı sıra, Türkiye’nin en iyi şarkı sözü yazarıdır. Şarkılarında ‘an’ı ve ‘bilincin akışını’ yakalayan biri… O yüzden bizi, karanlığının -karanlığımızın- içine çeker ve oradan bir sonraki şarkıyla yine kendi çıkarır. En karanlık şarkılarda bile belki sesinin her daim ‘gönülçelen’ ergen tınısından ya da ertesi şarkısının yaşama bağlılığından dolayı, tümden nefretle, acıyla, ölümle baş başa bırakmaz bizi. ‘Güzel bir gün ölmek için’ derken bile... Şarkıları hüzünlü değildir ama hüzün vardır orada, tıpkı çok sevdiği Leonard Cohen’deki gibi. Yetişkin olmayı sevmeyen Teoman yetişkin olmadan ölen çocukların da şarkılarını söyler. ‘17’ bunlardan biridir. Gencecik yaşta ölüme gönderilen çocuklar için yaptığı ‘İki Çocuk’ta ‘kan revan içinde yan yana aynı köprüde, annelerinin rüyalarında öldükleri yaşlarıyla’ derken bu ülkenin susturulan çocuklarını görürüz.

Teoman bunlardan ibaret değil hiç şüphesiz. Mesela arkadaşım Gülenay Börekçi de onun başka bir yanını yazdı, “Arzu, düş kırıklığı ya da keder mırıltılarını, sert porno yankılarını, çarpılan kapıları, barlardaki uğultuyu, her yerde olduğu için hiçbir yerde olamayan bir adamın ıssızlığını dinletiyor bize” diyerek.

‘Söz müzik Teoman’ı dinliyorum bu günlerde. Onun şarkılarını ondan dinlemeyi tercih ederim tabii ama yine de bu albümdeki yorumların hepsini, özellikle de Yaşar, Mirkelam, Yavuz Bingöl ve Hayko Cepkin’inkileri çok beğendim. Belki de bir erkeğin şarkılarını erkekler daha içeriden söylüyorlardı.

Ve düşünüyorum dinlerken, hayat kadar güzel ve karmaşık tek bir şarkı yazabilmek bile ne kadar olağanüstü bir şey. Hem yara hem yara bandı!

Nilufer Karacigan Roportaji Aktuel 18 Vol.1 Şubat 2008

Nilüfer Karaciğan Röportajı Aktüel 18 Vol.1 Şubat 2008
Teoman kaşımı yardı! Bizler için teoman şarkıları bir klasiktir. birbirinden renkli ve ünlü isimler onun şarkılarını seslendirerek, kendisiyle düetler yaparak ‘söz müzik teoman’ adlı bir albüm oluşturdular. iki albümlük nefis çalışmanın yayınlanması için geri sayım başladı! biz de çalışmanın ruhuna uygun olarak destan tadında olan söyleşimizi ikiye böldük! buyurun size teo vol. 1… devamı haftaya.

Düetler albümü yapma fikri nasıl gelişti?
Plak şirketimin önerisiydi. Bende aslında bir albüm çıkartacak yeni şarkı yoktu. Bir tane vardı sadece, bir tane daha şarkı yapar ve bana verilen düetler albümü ile ilgilenirim diyordum. Sonra birden bu albüm, başlangıç projemizden tamamen farklı bir noktaya gitti. Aslında daha da iyi oldu. Bir şekilde yola çıkıyorsunuz ve daha sonra proje değişiyor. Mesela pek çok sanatçıya ve şarkıya yer vermek istediğim için son anda albümü Volume 1 ve Volume 2 şeklinde bölmeye karar verdim. Volume 2’de kimler ve hangi parçalar yer alacak çoğunlukla belli. Burada söyleyeceklerim dışında eklenen isimler olacak tabii.

Sonuç olarak ne oldu?
Tam ne olduğu belli olmayan bir albüm oldu. Bu albümün içeriğinin ana özelliği şarkıların söz ve müziklerinin benim yazmış olmam ama başka sanatçılar tarafından seslendirilmiş olmaları ve benim de bazı şarkılara düet veya geri vokal yapmış olmam. Bu albüm tam anlamıyla bir şarkı yazarının albümüdür.

Teoman şarkıları yani…
Evet, Teoman şarkıları diye düşünmek lazım. Ancak, önde olan ben değilim hatta genelde arka plandayım. Ticari anlamda ve içerik anlamında her şarkının içinde olmak isterdim aslında. Amaç beraber söylemekti şarkıları fakat bir parça tek başına söylendiğinde düet olarak söylendiğinden daha anlamlı bir hal alıyorsa, o aşamada hemen o düet fikrinden vazgeçeceğim konusunu aklımda tutmuştum en başından.

Hangi şarkıyı kimin söyleyeceğine nasıl karar verildi?
Birkaç tanesi hariç hemen hemen herkesin kendi inisiyatifine bıraktım. Bazılarına tavsiye ettim. Onu değil, şunu okuyayım diyenler oldu arada, onları da kabul ettim. Esnek bıraktım yani.

Aynı şarkıyı seslendirmek için ısrar edenler oldu mu bu arada?
Paramparçayı birkaç kişi sordu.

Kavga çıkarmış…
Yok, problem olmadı. İlla ki bu olsun diyenler olmadı. Bu, sonuçta zevk için yaptığım bir albüm. Piyasanın durumundan dolayı albüm yapmak kişinin kendi zevki için yaptığı bir işe dönüştü diye düşünüyorum artık. Daha maneviyata dayalı bir hal aldı her şey. Ben bu projedeki arkadaşlarımla bir arada çalışmaktan mutluyum, önemli olan da bu. Onlar da benim gibi düşünüyorlar ki bu projede yer aldılar.

Bir şeyi daha merak ettim. Parçaların seçim aşamasında sanatçılar sizin tüm albümlerinizi teker teker dinleyerek mi karar verdiler?
15- 20 tane, daha öne çıkan parçalarımdan oluşan bir liste hazırlamıştım. Oradan seçtiler ama kendi akıllarında kalan şarkıları tercih edenler de oldu.

Tanıdığımız ünlüler dışında yıldızı yeni parlayan isimlere de yer vermişsiniz. Kreş mesela…
Evet. Onların albümleri elime geçmişti çok beğenmiştim. Bir de röportajlarını okumuştum. Onlara sevdikleri şarkılar sorulmuş, benim iki şarkımı zikretmişler. Biri Bugün, ikincisi de En Güzel Hikayem. Hakikaten de doğru şarkıları seçmişler söz olarak. Ben de çok severim bu ikisini. Sonra onlara da teklif götüreyim dedim.

Çok mutlu olmuşlardır… Herhalde bir piyasa araştırması yapmışsınız; kim hangi parçayı seviyor diye…
Daha evvelden senin şu şarkını seviyorum diyen herkesin kompartımanlarını kafama yerleştirmiştim.

Albümde hiç tanımadığımız bir isme de yer vermişsin; İrem Candar.
18- 20 yaşlarında bir kız o. Daha önce şarkı söylerken dinlemiştim çok da sevmiştim. Eğer albüm çıkartırsa ortalığı sallayacak çok geniş bir sesi var. Gel şu şarkıyı beraber söyleyelim dedim ona da.

Farklı farklı jenerasyonlara yer vermişsiniz bir anlamda.
Evet. Benden önceki, benim dönemimdeki bir de benden sonraki jenerasyona yer verdim.

Playlist’e bakınca hemen eksikliği hissediliyor; Aşk Kırıntısı gibi muhteşem bir şarkı neden yok bu albümde?
Sus Konuşma yok, Yağmur yok, Kardelen de yok. Aşk Kırıntısı da olsun isterdim ama onunla bitmiyor. Benim bu şekilde olmasını istediğim daha on şarkı var nereden baksanız. Belki Volume 2’de yer alacaklar…

Bu albümde yer almasını istediğiniz isimler oldu mu?
Mirkelam, Yaşar ve Feridun Düzağaç gibi tek adamların olmasını çok istedim. Çünkü hepimiz aynı jenerasyondan geliyoruz. Müziğe bakışımız, kişisel tarihimiz bir şekilde benziyor. Şarkı yazarı olarak tanıtmaya çalışıyoruz hepimiz de kendimizi.

Her sanatçının kaydında bulundunuz mu?
Yok, mümkün olmadı. Birçoğunu bittikten sonra dinleme fırsatı buldum. Bazılarında bulundum. Hepsinde aynı yöntemi uygulamadık anlayacağınız.

İşin en meşakatli kısmı olan, sanatçıları ayarlama, saatlerini organize etme faslını siz mi yaptınız?
Yok, ben yapmadım. Çok da zor olmamış ama. Bir kısmı bana uzak kişiler değil zaten, kafede görüp kararlaştığım arkadaşlarımdan veya dostlarımdan oluşuyor.

Sizi oldukça heyecanlı ve sonuçtan memnun olmuş gördüm.
Evet, mutlu olacağım bir iş yapmak istiyordum ama şu an şarkı yazacak durumda değildim. Yaptığım sekiz albümdeki bazı şarkıların bir daha revize edilmesi ve başka başka sesler tarafından yorumlanmış olmaları ve bunun sonucunda o şarkıların başkalaştırılmış olmalarından dolayı mutluyum. Kişisel kariyerim açısından benim böyle bir albümüm olması lazımdı çünkü sektörün nereye gideceği hiç belli değil.

Albümünde yer alan sanatçılarda kendi albümlerinde seslendirdikleri parçalara yer vereceklerdir.
Olabilir. Ben zaten isteyen herkese şarkılarımı veririm. Sorun olmaz benim için.

Para karşılığında mı?
Yoo, gerek yok ki. Ben cover’a inanıyorum. Ben söyledim bu şarkıyı başkası söylemesin diye bir derdim yok. Şarkılarımı mümkün olduğunca fazla insan söylesin isterim. Bir şekilde havaya karışsınlar ve insanları etkilesinler isterim. Biri benim şarkımı aldığında ben o kişiye iyilik yapmış gibi de hissetmiyorum kendimi zaten.

TEOMAN HEREŞEYE RAĞMAN PAPARAZZİLERİ SEMPATİK BULUYOR!

Geçtiğimiz aylarda ekranlarda sizi kroşeler atarken gördük. Acaba kendinize haksızlık edildiğini düşünüyor musunuz?
Bu yeni bir şey değil ki. Sırf bana da haksızlık edilmiyor Allahtan. Medya tabii ki olayları değiştirerek başka bir forma getiriyor. Ekonomide nasıl iyi para kötü para var, magazinde de aynı durum mevcut. Yılışıklık yapan, üç kağıt yapan herkes o işlerde başarılı oluyor. Sektör deforme olmuş durumda.
Birisi röportaj yaparken sadece sizi sinirlendirmek için arkanızdan ceketinizi çekiyorsa sizin de dönüp yumruk atmaya hakkınız olabilir.

Zaten gördüğümüz kadarıyla pek çok köşe yazarı sizi desteklemiş yaptığınız bu hareket konusunda. Sonuçta dayak yiyen arkadaş haksızlığa uğradığını düşünseydi o da size karşılık verirdi veya ortamı bir an önce terk ederdi. Ancak öyle olmadı. Tahrik unsurunun ne kadar yoğun olduğu oradan belliydi.
Magazini başlı başına kötülemek hata olur. İnsanların magazine de ihtiyaçları var bu gerçek. Ancak işin bir de paparazzi boyutu var. Onların yaptığı şöyle bir şey var. Geliyorlar ve sizden normal bir şey istemiyorlar. Sizden sizi sinirlendirecekleri anı istiyorlar. Arkadaşları sopa yiyor ve diğerleri de arkadaşlarını bütün aleme rezil ediyorlar. Çocuk neden TV’de dayak yesin ki? Kendi arkadaşlarına kelek atmadılar mı aslında onlar? Kimse “Yapmayın, vurmayın” demiyor ve herkes çekmeye devam ediyor. Eminim ki o anda diğerleri hallerinden gayet mutluydular. “Teoman arkadaşımızı neden dövdü” demiyorlar çünkü.

Dayak yiyen de gayet mutlu görünüyordu işin garibi!
Aynen öyle. Yıllar evvel de böyle bir şey olmuştu. Dayak yiyen çocuk çok mutluydu. “Sevgilime söyleyeceğim, Teoman kaşımı yardı” demişti.

PLAYLİST VOLUME 1

Sezen Aksu (Paramparça): İlk kabul edenlerden ve ilk bitirenlerden biriydi kendisi. Sezen kendisi seçti parçayı ben de vokal yaptım ona.

Yalın (Gönülçelen): Tek başına söyledi. Başka bir parça önermiştim kendisine ancak o bu şarkı konusunda ısrar etti.

Candan Erçetin (Kim?): Daha hit olduğunu düşündüğüm parçaları önermiştim ancak kendisi albümümde daha geri planda kalan bu şarkıyı seçti ve hatta beni de şaşırttı. Plak şirketim bu şarkıyı Candan’ın versiyonundan o kadar çok beğenmiş ki benimkini hatırlamamış bile.

Yaşar (Rüzgar Gülü): Ben önerdim. Onun vokallerine ve dünyasına uygun olacağını düşündüm. Normal versiyonundan biraz daha yavaş seslendirdi parçayı. Yaşar’ın bendeki imgesi öyle. Şiire şarkı sözüne verdiği önemi göz önünde bulundurdum. Düet yok bu parçada.

Nil Karaibrahimgil (İstanbul’da Sonbahar): Kendisine bu şarkıyı seslendirmesi konusunda ısrar ettim. Bir erkek sesinden sonra tavrının veya içeriğinin bambaşka olacağını düşündüm. Özellikle de bir kadın tarafından seslendirildiğinde şarkı anlamını değiştiriyor, başka bir yere doğru gidiyor. Bu şarkı artık benim şarkım olmaktan çıkıp Nil’in şarkısı olmuş oluyor. Böylece daha farklı bir alana nüfus etmiş oluyor. Nil ile düet yapmadım. Erkek sesi orada şarkıya ihanet etmiş olacaktı.

Emre Aydın (Sürpriz): Başka bir şarkıyı önerdim. O da Sürpriz’i seslendirmek istedi.

İzel (Senden Önce Senden Sonra): Kendisi tercih etti. İlk dinlediğimde çok beğendim. “Hiç bozmayayım senin şarkını, benim olmama gerek yok” dedim ama o istedi ben de bir yerinden girdim öyle de güzel oldu. Düetlerden bir tanesi oldu. Bir de bu şarkıya 2003’te zaten başka sözler yazmıştım ama albümde yer vermemiştim. Burada bir sürpriz var, daha önce yazdığım ama albümde kullanmadığım sözleri ben seslendiriyorum.

Mirkelam (Güzel Bir Gün): Başka bir şarkı teklif ettim. “Yok, ben en çok bunu kendime yakın buluyorum” dedi. Ama ondan sonra anladım neden onu seçtiğini. Haklıymış, onun dünyasına daha çok uyuyormuş.

İrem Candar (Duş): Kendi albümü olmadan bu projede yer alan tek isim.

Yavuz Bingöl (İki Çocuk): Bu şarkı zaten içerik olarak ilginç bir şarkıydı. İki tane 18- 20 yaşında çocuktan bahsediyor. Bir tanesi Erdal Eren, 12 eylül eylemlerinden sonra ilk asılanlardan biridir kendisi, biraz düzmece raporlarla asılmıştır. Diğeri de onu öldürdüğü söylenen Zekeriya Önge. İkisi üzerine, savaşın saçma sapanlığı üzerine yazılmış bir şarkıydı bu. Benim yaptığım albümde punk’tı. İçerik öyle bir şeydi ki her müziği kaldırabilirdi. Hatta halk müziğine daha bile uygundu. Yavuz Bingöl hem halk müziğinden nağmeler alabiliyor hem de modernize edebiliyordu. O yüzden bu şarkıyı onun seslendirmesi en doğrusu olurdu diye düşündüm. Kendisinin de çok hoşuna gitti sonra. Bu parçayı birlikte okuduk. Yani bu bir tür düet sayılabilir.

Kreş (Bugün): “Siz beni beğeniyorsunuz ben de sizi beğendim alın bu şarkıyı yapın” dedim. Düet yapmadık ama şarkının son dizesini ben okudum. İmzalardan bir tanesi buydu. Tarkan Gözübüyük yaptı prodüktörlüğünü çok da güzel oldu.

Harun Tekin (İstasyon İnsanları): Harun’a “Sen de yer almak ister misin” dedim. O da kabul etti ve kendisi seçti şarkısını. Hit olan şarkılardan değildi ama sevdiğim bir şarkıydı bu da. Benim albüm versiyonumdan bile güzel söyledi. Çok güzel bir de gitar solosu yaptı. Düet yok.

Rashit (Kişisel Bir Şey): Daha önce konsere çıktık. Rock’n Coke’da birlikte sahne aldık. Ben onları çok seviyordum zaten. Oğuz askerde ama askerden izne geldiğinde stüdyoya girdi, şarkıyı söyleyip döndü. Albüm çıktığında herhalde hala vatani görevini yapıyor olacak.

Hayko Cepkin (Gökdelenler): Kendisi benim eskiden beri çok sevdiğim bir kişiydi. Ona Gökdelenler’i teklif ettim ama açıkçası onun da bu şarkıyı sevdiğini biliyordum. Onun yaptığı tarza da uyuyor şarkı. En sert şarkılardan biri buydu. Düet yok.

Goksan Goktas Roportaji Aktuel 18 Editör Yazisi Şubat 2008

Göksan Göktaş Röportajı Aktüel 18 Editör Yazısı Şubat 2008
Siz deyin Teo
Biz diyelim kent ozanı!

Ecnebi memleketlerinde “Soung Writer” tabir ederler bir mefhum vardır! “Şarkı yazarı” yani! Tamam hemen “Güzel kardeşim, biz de İngilizce biliyoruz herhalde” diye çıkışmayın! Sakin… Sazını sözüne katık edip, hayatın envai çeşit dalga dümenini, “iç dünyanın” karanlık dehlizlerini, aşkın ve de meşkin her halini, şiire bulanmış sözlerle anlatan müzik ustaları, gönül adamları için kullanılır bu tabir! Bob Dylan, Leonard Cohen ve aklınıza gelecek “Şanson” geleneğinden bilumum Fransız abi ve ablamız bu duruma çok yakışıklı ve güzel birer örnek teşkil ederler! Bizim coğrafyaya geldiğimiz vakit Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil ve ekol farkı olsa da hissiyat ortaklığından Sezen Aksu’nun ellerinden öpmemiz şarttır eğer “şarkı yazarı” mevzusuna giriş yaptıysak! Aslında şarkı yazarı dediğimiz adem oğlu-kızı “tek tabancadır”… Arkasında, sağında, solunda bir takım “aynı ruh haline ortaklık eden” müzisyen, aranjör kankalar olsa da “şarkı yazarı”, icap ettiğinde gitarını kapıp, yalnızlığın her sınavından geçmiş bir hayat ustası olarak müziğini icra edip, derdini anlatabilir! İş ki, anlatacak derdi, söyleyecek sözü olsun! Zaten olmasa şarkı yazarı diyemeyiz kendisine! Neyse, sözü uzatmayalım! Bu ekolün genç temsilcilerinden Teoman, yaşayan efsane olma yolunda hızla ilerliyor! Niye mi? Çünkü Sezen Aksu, Yalın, Mirkelam, Yavuz Bingöl, İzel gibi pop ve rock aleminin ünlü isimlerinin birer Teoman parçası söylediği, hatta bazılarında Teoman’la düet yaptığı iki albüm peşi sıra yayınlanacak! Eli kulağında… Teoman da ifade fonu olarak “rock” güzergahını seçmiş bir “şarkı yazarı”… “Zararı kendisine” diyebileceğimiz bir zamane delisi, bir kent ozanı! Söyleyecek sözü, anlatacak derdi var! Tevellüdü müsait olmayanlar için hatırlatalım; 90’ların sonunda Ada Müzik “Kent Ozanları” adında nefis bir albüm yayınlamıştı, kendisinin orada da “Sessiz Eller” adlı bir parçası vardı! Gitarını kaptığı gibi bir çırpıda derdini anlatmıştı Teo bu albümde de! Bu sayımızda Nilüfer Karaciğan Ş. Nefis bir Teoman söyleşisi hazırladı! Ne ararsak var kabilinden… Fakat nasıl Teo iki albümü Vol. 1 ve Vol. 2 olarak ikiye böldüyse biz de destan tadı ve uzunluğundaki söyleşiyi ikiye böldük… Devamı haftaya! Şimdi: Rahat! Hazrooolllll… Ve hep bir ağızdan…

“Suuss konuşmaaa/Sözler kimin umurundaaaaa/Son bir öpücüüük/Yeter açık yaralarımaaa”

Keyifli okumalar…

Sirin Güven Roportaji Cumhuriyet Gazetesi Şubat 2008

Şirin Güven Röportajı Cumhuriyet Gazetesi Şubat 2008
Mütevazı eski yaşamımı geri istiyorum.
İki yeni projeyle karşımıza çıkan Teoman, istediğinden daha fazlasını elde ettiğini ve hevessiz kaldığını söylüyor.

Teoman iki yeni projeyle karşımızda. 'Söz Müzik Teoman' isimli albüm ve kitapla... Teoman'ın şarkılarını Sezen Aksu, Yalın, Candan Erçetin, Yaşar, Nil Karaibrahimgil, Emre Aydın, İzel, Mirkelam, İrem Candaş, Yavuz Bingöl, Kreş, Harun Tekin, Rashit ve Hayko Cepkin 'in seslendirdiği albüm geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. Teoman'ın deyişiyle onun şarkı yazarı kimliğini ön plana çıkaran albümde Teoman'dan duymaya alışık olduğumuz şarkılar bambaşka yorumlarla seslendirilmiş. Aynı isimli kitapta ise, Teoman'ın şarkı sözleri, notaları ve ilk konserinin biletiyle afişi gibi sürprizler var. Teoman'la bu iki projesini konuşmak için buluştuk. Ancak farkettik ki, fazlasıyla bunalmış Teoman. Peşindeki gazeteci ordusundan, kendiyle baş başa kalamamasından, hatta çocukluğundaki gibi duvarın üstüne oturup arkadaşlarıyla çekirdek yiyecek özgürlüğe ve rahatlığa sahip olamamasından... Hevessiz kalmış Teoman, motivasyonsuz kalmış... Öyle ki, "Ben artık kariyerime çok fazla önem vermiyorum. Bundan yirmi yıl sonra da insanlar benim konserlerime gelsinler diye bir dileğim yok. Ben sadece mutlu, huzurlu olmak istiyorum. Onun çaresi de hiçbir şey üretmemekse, onu da yaparım" diyecek kadar bunalmış Teoman. Aynı yaşamı yaşamaktan, peşindeki basın ordusunun ona sürekli müdahale etmesinden... 'Bir dönemi kapatmak istiyorum' dedi bize. İstediğinden çok daha fazlasını elde ettiğini, hevesinin kalmadığını anlattı. Ve inatla vurguladı: "Çok daha mütevazı eski hayatımı geri istiyorum" .

Söz Müzik Teoman projesini yapmaya nasıl karar verdiniz?
"Plak şirketinin teklifiydi. Aslında düetler olarak başladık ama zamanla her şey karıştı ve değişti... İlk yola çıkışımızdan tamamen farklı bir projeye dönüştü. Eski şarkılarımı ve yapacağım yeni parçalarımı arkadaşlarımla kaydedip, onlarla düetler yapacaktım. Carlos Santana yapıyor ya bu tarz şeyler... Ama sonra bir baktım ki, bazı şarkılar bensiz daha güzel oluyor, bana o şarkılarda yer yok. O zaman illa düet olmak zorunda değil dedim. Arkadaşlarımın şarkılarımı söylemesi hoşuma gitti. Kayıtlara sonradan baktığımda ben olmadan da onlar şarkıları güzel bir hale getirmişler diye düşündüm. Sonra seçtiğimiz şarkıların sayısı 28'e çıktı. Plak şirketiyle bunları 2 ayrı albüm olarak yayınlayalım dedik. İkinci albüm de üç ay sonra çıkacak."

Şarkıları ve onları söyleyecek isimleri nasıl seçtiniz?
"Eşimiz dostumuz zaten tümü. Yani hepsini bireysel olarak tanıyordum. Sevdiğim, müziklerini beğendiğim ve saygı duyduğum insanlar tümü. Sezen Aksu, Erol Büyükburç, Yaşar, Mirkelam, Feridun Düzağaç, Nil Karaibrahimgil gibi isimler var. Genç kardeşler de var tabii. Kreş, Rashit ve Hayko Cepkin gibi çok sevdiğim yeni jenerasyondan isimler..."

Yavuz Bingöl var bir de...
"Yavuz Bingöl'e 'İki Çocuk' şarkısını özellikle verdim ben. Etnik sazlarla benimkinden daha güzel olacağını düşünmüştüm. Kim olabilir diye düşününce de aklıma Yavuz geldi. Hem beğendiğim bir sanatçı, hem de arkadaşım. Çok severim Yavuz'u. O parçayı Yavuz söylesin, istediği gibi yapsın istedim. Zaten ben ona direktif verebilecek pozisyonda değilim. O, gerçekten yaptığı tarz müzikte güzel şeyler yapmış biri. Üstelik de benim bimediğim bir alan onun alanı. Ve çok da güzel oldu."

ŞARKICI DEĞİL SÖZ YAZARIYIM

Albümdeki şarkılar içinden hangileri için 'Benim yaptığımdan farklı olmuş, güzel olmuş' diyorsunuz?
"Çok ilginç şeyler oldu. İkinci albümde daha eksantrik şeyler var aslında. Mesela Cem Adrian 'İki Yabancı' yı söyledi. Çok geniş bir ses yelpazesi var onun. Hem kadın, hem erkek vokali seslendiriyor. Yani hem Şebnem Ferah 'ı, hem de Teoman'ı seslendiriyor. Albümdeki bütün şarkılar gerçek hallerinden, onları seslendiren sanatçıların hallerine doğru gittiler. Öyle de olması gerekiyordu zaten. Mesela Sezen Aksu , 'Paramparça' yı fado yaptı, tamamen başka bir yere götürdü. Çok da güzel oldu tabii. Daha evvelden Müslüm Gürses 'Paramparça' yı başka bir tarza çevirmişti. Ben onu da çok sevimiştim, hatta kendiminkinden daha çok sevmiştim. Yeni şeyleri çok seviyorum zaten, o yüzden beni hayal kırıklığına uğratan hiçbir parça olmadı gerçekten."

Bu albümdeki isimlerden şarkısını seslendirmek istediğiniz biri var mı?
"Bir sürü var canım. Yaşar'dan, Mirkelam'dan ve Sezen'den istediğim şarkılar var aslında. Daha önce bir kere uğraşmıştım ama yapamamıştım. Yani her zaman beceremiyorum böyle şeyleri. 2003'te Sezen'in şarkılarından 'Kaybolan Yıllar' ı denemiştim ama bir türlü halledememiştim. Ona çok yakışıyordu, bana bir türlü olmadı. Çalıştım, çabaladım ama olmadı. Belki bir daha denesem, halledebilirim. Çok güzel bir şarkı, çok seviyorum gerçekten. Beceremedim ama... Bir de Yaşar'ın Körbıçak'ını, Mirkelam'ın Hatıralar'ını da söylemek isterim."

Bu projede besteci kimliğinizi mi öne çıkarmaya çalıştınız?
"Sonradan iş ona döndü zaten. Yani bu albümün bir anlamı olacaksa, benim şarkı yazarı olarak orada bulunmam gerekiyordu. Kimi şarkılarda düetler yaptım ama bu albümlerin asıl anlamı benim şarkı yazarı olmam. Zaten kendimi düşündüğümde, 'Ben neyim' diye sorduğumda, kendimi bir şarkıcı değil de, şarkı yazarı olarak görmeyi tercih ediyorum."

Albümde erkekle düet var mı hiç?
"Yavuz Bingöl'e 'İki Çocuk' ta vokal yaptım. Ama tam anlamıyla düet sayamayız onu. Erkeklerle daha zor oluyor zaten. Aşk şarkılarını iki herif söyleyince pek olmuyor. Kendimi geri planda tutmak istedim. Yani şarkıcı olarak pek görünmek istemedim, katılan sanatçılardan rol çalmak istemedim. Mümkün olduğunca onların olsun o şarkı istedim."

HEVESSİZ KALDIM

Yönetmenlik de yaptınız. Yeni bir film düşünüyor musunuz?
"Bir senaryom var aslında. Fakat açıkçası illa da yapayım diye bir hevesim yok. Şu sıralar garip bir dönemdeyim zaten. Ben her sene arada bir depresyona, anlamsızlık dönemine girerim. Bu seferki uzun sürdü ama. Baharda kendimi daha iyi hissedeceğim herhalde. Senaryom bir müzik grubunun yırtmaya çalışmasıyla ilgili. Yani benim iyi bildiğim bir konu. Ama illa ki çekmek zorunda değilim. Senaryoyu yazarken çok mutlu oldum. Beni mutlu etsin yeter. Şöyle bir pozisyona geldim... Artık kariyerime çok fazla önem vermiyorum. Bundan yirmi yıl sonra da insanlar benim konserlerime de gelsinler diye bir dileğim yok. Ben sadece mutlu, huzurlu olmak istiyorum. Onun çaresi de hiçbir şey üretmemekse, onu da yaparım."

Eskiden bu tarz dilekleriniz, dertleriniz vardı değil mi?
"İnsan kendini tanımlamak istiyor, bir işe yaradığını hissetmek istiyor. 'Bir mesleğim, kariyerim olsun' diye düşünüyor. Ama ben hayallerimden çok daha fazlasını elde etmiş biriyim. Mesela bir albümümün 20 bin satmasını isterken, birden bire 600 bin albüm satan biri oldum. Küçücük bir evim olsun diye düşünürken, birkaç tane ev ve iki araba alabilecek seviyeye geldim. Ama bunlar beni mutlu eden şeyler değil. İnsan böyle bir şeyi hedeflemediği zaman, küçücük şeyler hayal ettiği zaman bunlara sahip olsa da mutlu olmuyor. Eninde sonunda ben bu eski koltukta oturuyorum işte. Pek bir şey üretmek istemiyorum şu sıralar. Daha çok edebiyatla ilgileniyorum aslında ama kendi kendime yazıyorum tabii. Onları illa ki çıkarayım diye bir hevesim yok."

Hevessiz kalmışsınız siz. Çok başarılı olmaktan belki.
"Evet hevessiz kaldım. Sanırım o yüzden. 'Hiçbir motivasyonun kalmadı' diyor arkadaşlarım bana. Motivasyonum yok, istediğimden çok daha fazlası var elimde..."

İçinizde ukte kalan neler var?
"Ben boşu boşuna bir sürü şey yaptım aslında. Keşke onları yapmasaydım dediğim şeyler var yani. Bir de sevgililerimle yanlış şeyler yaptım. Çok daha iyi ilişkiler kurabilirdim. Saçmaladım açıkcası. Bağlanmaktan korktuğum için hep kaçtım. Korkaklık yaptım ilişkilerimde, yanlış yaptım..."

Bu bir pişmanlık olarak kaldı yani...
"Evet, pişmanım. Dört yıl öncesine dönsem şimdikinden daha farklı davranırdım. Bozuldum... Ama bundan sonra değişeceğim. Çünkü yıllardır aynı hayatı yaşıyorum ve aynı hazzı da alamıyorum. Demek ki kendime başka bir yön seçmek zorundayım. Bu gezerek, eğlenerek olacak bir şey değil. Her şeyin cılkını çıkardım yani. Biraz daha düzgün olmalıyım. Her şey önümde fazlasıyla var. Ben çok daha mütevazı eski hayatımı istiyorum."

MARANGOZU KISKANIYORUM

Kitap ve albüm... Bu ikisi 'olgunluk' projeleri mi?
"Aslında öyle biraz. Yani ben bir yandan kendimle ilgili bir dönemi kapamak istiyorum. Sürekli aynı hayatı yaşamak istemiyorum, sıkıldım biraz. Kalıcı bir şeyim olsun istedim. Dünya değişti, ben de kendimle ilgili bir dönemi kapatıyorum. Bu kitap ve albüm benim için güzel birer nokta olacak."

Bir dönemi kapatmak derken... Müziği bırakmayı mı düşünüyorsunuz?
"Bırakmayı değil. Ben müziği bırakamam. Fakat yeni bir şeyler yapmak istiyorum. Sürekli aynı hayatı yaşamaktan gerçekten çok sıkıldım. Neredeyse 20 senedir müzik yapıyorum ben. Çok da yoruldum açıkcası. Şöyle bir şey var... İnsan ilk albümünü eline aldığı zaman inanamıyor elindeki şeye. Ama beşinci albümde aynı hissi almıyorsunuz... Şarkılarınızı seviyorsunuz, konser vermekten zevk alıyorsunuz ama aynı olmuyor işte. Bazı şeylerin hazzı azalıyor sonuçta zamanla. Müziğin bana verdiği haz azalsın istemiyorum. O yüzden onu doğru bir dozda tutmam gerekiyor. Eskiden olduğu gibi yılda 150 konser vermek yerine, 50 konser vereceğim mesela. Bir de kendimi en mutlu hissettiğim anlar, sevdiğim insanlarla beraber olduğum anlar. Çok yoğun çalışmak istemiyorum bundan sonra."

Emekliliğe hazırlanır gibi konuşuyorsunuz...
"Tam öyle değil. Hazzı yüksekte tutmak ve mutlu olmak istiyorum sadece. Daha az ama daha özenli konserler vermek istiyorum. Ya da daha az şarkı yapmak ve annemle daha çok vakit geçirmek istiyorum. Onunla tatile gitmek istiyorum mesela. Öyle planlarım var. Bir de şöyle bir şey de var. Bu sanat meselesi fazla sanal geliyor bana. Bir ayakkabı yapan ya da bir şeyi tamir eden insanları kıskanıyorum. Marangozu kıskanıyorum... Daha elle tutulur işler yapanları kıskanıyorum gerçekten. Bazı arkadaşlarım var benim, çok özenerek yemekler yapıyorlar mesela. Onların aldığı o hazzı görüp, 'Benim niye böyle şeylerim yok' diye kıskanıyorum. O tarz şeyler yapmak istiyorum ben de."

Bunları yapamamanızın nedeni ünlü olmak mı?
"Evet. Haftada bir dışarı çıkıyorum mesela. Ama o gün on kişi üzerime geliyor. Çok rahatsızlık verici bir şey, çok bunaldım. Gerçekten büyük bir rahatsızlık. Bunaldım ama yapacak da bir şey yok sanki. Ne yapsam kurtulamıyorum. Bir yandan onlara da kızamıyorum, nefret edemiyorum o çocuklardan. Benim için durum o kadar zor ki... Gerçekten ne yapacağımı bilemiyorum. Elimden hiçbir şey gelmiyor, yapabilecek hiçbir şeyim yok. Yurt dışına gidiyorum, orada rahat ediyorum bazen. Ama her yerde olmuyor tabii çünkü biz Türkler her tarafa yayılmışız. Oralarda da birilerinin gelip resmimi çektiği oluyor. Ama küçük kasabalara gittiğimde rahat ediyorum."

Şöhretin bedelini ağır ödüyorum diye düşünüyor musunuz?
"Ben kendimi önemli biri gibi hissetmiyorum ki... Benim üstüme çok geliniyor. Önemliymişim gibi geliyor. O çok rahatsızlık verici bir şey. Bir dakika ya, ben kimim ki? Üç, beş tane şarkı yazdım alt tarafı. Niye benim üstümde 20 herif olsun ki? Çocukken yaptığımız gibi, arkadaşlarımla duvarın üzerinde çekirdek yemek istiyorum mesela... Ama hiçbirini yapamıyorum. Bir kere herkesin benimle ilgili bir fikri var. Hiç kimse beni gerçekten tanımıyor. Birçok kişinin derdi bu aslında. Çözüm olarak insanlar kendilerini bir yerlere çekiyorlar ve kimseyle de görüşmüyorlar. Öyle bir şey yapamam ben. Sonuçta eninde sonunda sokak çocuğuyum ben. Ben aslında tamamen ortada durarak 'Benle ilgilenmeyin ya' demeye çalıştım ama onlar tam tersine benimle fazla ilgilendi."

Esra Harmanda Roportaji Sozcu Gazetesi subat 2008

Esra Harmanda Röportajı Sözcü Gazetesi Şubat 2008
Cihangir’in ara sokaklarından birindeki eski taş binanın ziline bastığımda kapının açılması biraz zaman alıyor. Altında gri eşofman,üstünde tişört var.

Saçları dağınık ama yüzünde içimi sıcacık yapan gülümseyişiyle karşımda..Teoman ev haliyle, evi ise her zamanki haliyle.. Misafir gibi karşılanmıyorum, öyle de hissetmiyorum ki bu daha da hoşuma gidiyor.. Çat kapı geliveren bir arkadaş gibiyim..Bir sigara yakıyor, bense etraftakilerle ilgiliyim!! Evin manzarası gel de içme dedirten cinsten, hoş Teoman da bunu yapmıyor değil. Nasıl nereden başlasam diye düşünürken, nazik kahve teklifinden sonra söze önce yeni çıkan albümünden giriyorum. Gülümsüyor, sanki bu soruyu bekler gibi.;

Yeni albümünüz hayırlı olsun?

“Teşekkür ederim ama benim albümüm demek yanlış olur aslında..Benden başka 14 şarkıcının yorumu var ki hepsinin katkısı benden çok daha fazla..

Neden böyle oldu?

“Aslında benim aklımda albüm yapma fikri filan yoktu.Uzun zamandır şarkı da yazmıyordum.Elime gitarı alıyordum ama şarkı filan da çıkmıyordu açıkçası..Fikir plak şirketimden geldi. Benim de aklıma yattı İçinde eski şarkılarımda düetlerin yapılacağı bir albüm diye konuşulmuştu.İçine bir-iki yeni şarkı ilave edecektik..Başladıktan sonra kimler söylese diye düşünürken düet fikrinden uzaklaştım.Mesela aklıma gelen biri için,o söylese çok da güzel olur diyordum ama kendime yer de bulamıyordum orda.Düete pek uygun değildi. “Düetler” ismiyle yola çıktığımız albüm “söz-müzik TEOMAN ” oldu.İçinde yer alacak sanatçıların isim listesi o kadar uzadı ki hiçbirinden vazgeçemedik ve iki cd lik bir albüm yaptık..Hatta öyle ki birkaç ay sonra ikinci albümü çıkaracağız..”

“Yeni şarkılar yazamadım,olmadı” dediniz..Bunun nedeni neydi sizce?

Yeni şarkılar çıksın diye çok da uğraşmadım aslında..Zorlarsam çıkardı ama zorlayarak bu iş yapılmaz.

Keyifsiz bir döneminizde miydiniz?

“Aslında keyifsiz dönemlerimde daha çok şarkı çıkartırım ben.O dönem başka şeyler de yapıyordum.O tarafa daha çok konsantre olduğum için şarkı formuna dönüşmedi bu kreatif süreç..Bir tane tiyatro oyunu gibi bir şey yazdım.Pek de bilmeden..Çok uğraştım onun için..Roman taslaklarım vardı,küçük denemelerim vardı..İçimden de şarkı sözü yazmak gelmiyordu.Daha önceki yıllarda kafamda önce hikaye belirir sonra onları şarkıya dönüştürürüm.Aklımda hikayeler de yoktu.Her şey çok rahat gitmeyecekse kendimi zorlamak zorunda değilim.Çünkü 9 tane albüm yaptım.Bu albüme bile sokacağımız 28 şarkım varsa ben aslında yapacağımı yapmışım.Bundan sonrası zevke,inanca ve canımın istemesine dayalı şeyler olmalı..Daha önceleri daha hırslı ve iddialıydım..Şimdi ise eski şarkılarım beni tatmin ediyor.

Peki yeniden eskisi gibi şarkılar yazamazsam korkusu var mı ?

“Hayır paniklemem,demek ki olması gereken buymuş diye düşünürüm.Demek ki ben eskiden yapabiliyormuşum şimdi yapamıyorum diye düşünürüm.Artık eskisi kadar iyi şarkılar yazamayan biri olurum.O anda neyi yapabildiğimin önemi yok.Şimdiye kadar neler yaptığım önemli.Kendimi kanıtlama ya da para kazanmak gibi dertlerim yok artık..Ayrıca ben hiçbir şey yapmasam yazarak mutlu olabilirim.Yazmayı çok seviyorum.

Gelecek ile ilgili planınız sakin ve dingin bir hayat mı ?

Köye çekilip hiçbir şey yapmayacak bir insan değilim.Sıkılırım da.Hala kitap okumayı çok seviyorum.Bana müzik dinlemek mi,kitap okumak mı deseniz ben müziği bir kalemde silerim.Müzik benim saatlerimi almıyor artık.Üç gündür burada kitap okuyorum,çok da memnunum. Müzik ve sinema da daha seçiciyim.Film seyretmeyi çok severim ama birçoğundan da çok çabuk sıkılırım.100 şarkı verseniz içlerinden 1 tanesini severim.Edebiyatta daha yüksek bu oran.10 kitaptan 2 tanesini seçerim.

En çok kimi okursunuz?

Milan Kundera’yı çok severim ara ara geri dönerim ona.Edebiyat dışı şeyleri okuyorum.Uzun zamandır dünya siyasetine ve jeopolitik meselelere taktım.Onları okuyorum.

Dünya siyasetinde neler oluyor?

Dünya siyasetinde o kadar ilginç şeyler oluyor ki..Amerika resmen çöküşün eşiğinde deniyor.Ama biz onlarla ilgilenmiyoruz.Türbana takmış gidiyoruz.Garip ve küçük sorunlarla uğraşıyorlar ve bunlarla zaman geçiriyorlar.Dünya tamamen büyük bir değişimin eşiğinde aslında.Enerji ve ekonomi ile başlayan büyük bir değişiklik var.Amerika’da yönetim değişecek.Nereye doğru gidecek bilmiyoruz.Büyük ekonomik problemleri var.Çin çok büyüyor,Hindistan büyüyor.Rusya bir diktatörlük oluyor.İran-Amerika ilişkisi garip..O yüzden de Türkiye’de gündelik siyaset ilgimi çekmiyor.Türban konusu bugün de üç sene önce de sorun edilen bir konu..

Sizce “türban “ olayı çok mu abartıldı?

Bence öyle.. Her küçük şey abartıldığı zaman toplumların önü tıkanmış oluyor.Bir tane çiçek yetişecek örneğin,üstüne beton döküyorsunuz o oradan yamuk yumuk bir şey olarak çıkıyor.Dikkatli olmak lazım.Aslında politikacıların perspektifinin çok popülist olmaması gerekiyor.Demokrasi öyle bir şey halini aldı ki,halkı kandırarak veya ikna ederek bir şeyler yapmanın ölçütü olmaya başladı.Halk da her zaman doğru karar vermiyor.Peki bunun alternatifi ne?Demokrasiyi bırakıp diktatörlüğe mi gideceğiz?Onu da yapamayız.Bu dünyanın sorunu..Batının değer yargıları da değişmeye başladı.Eskiden insanlar arasında eşitlik,kardeşlik gibi şeyler söyleyen Fransa artık tamamen başka şeyler söylüyor.Yıllardır orda yaşayan Cezayir göçmeni insanları 2. sınıf sayıyor.Dünyada magazin anlayışı bile değişti?

Nasıl yani?
Biz magazini reddediyoruz ama Sarkosky magazini kullanıyor şu an ve Carla Bruni ile beraber dünyayı dolaşıyor.Fransa cumhurbaşkanı,bir pop yıldızı gibi karşılanıyor..Kendisini öyle imajlandırıyor..Türkiye’nin yapması gereken şey,halkın daha büyük ve ortak dertlerine sorun bulmak..İşsizlik,gelir dengesizliği,sağlık,eğitim,trafik hepimizin derdi değil mi?Küçücük çocuklar bugün bellerine silah koyup kendilerini kanıtlamaya çalışıyorlar bu tip problemlerin çözülmesi gerekirken uzun zamandır önümüzü tıkayan şeylerle uğraşıyoruz.

Sizin magazine bakışınız nasıldır?

Magazin kötü bir şey değil bana göre.Herkesi de ilgilendiren bir şey üstelik..Hepimizin magazine minik de olsa ilgisi var..Fakat yapılış tarzı artık çok çirkinleşti.Ben 70 yıllarda küçük bir çocukken teyzemin magazin dergilerine bakıyordum,şimdikine göre çok seviyeli kalıyordu.Açıkçası orda çok büyük yalanlar var gibi de gözükmüyordu.Orda magazinci-sanatçı arasında daha seviyeli bir ilişki ve şefkati de vardı.Şimdi öyle bir şey yok.Burada salt magazincileri suçlamak da doğru değil.Hem sanatçı,hem halk hem de magazini o noktaya getirenlerin suçu var.

Magazincilerle yaşadığınız olayda kim suçlu?

Benim olayımı anlatayım size o zaman..8-10 tane çocuk,ellerinde kamera ve mikrofonlarla sizi takip ediyorlar.En arkada efendi,terbiyeli bir çocuk dikkatinizi çekiyor.Bir sene sonra gördüğünüzde o artık o terbiyeli çocuk değil..Onu çok suçlayamayız..O da parasını kazanmak için yapıyor bunu..

Para kazanmak için ahlakımızı bozmak ne kadar doğru?

Bunda haklısınız tabi..Yavaş yavaş yaşandığı için bu durum,onlar da farkında olamıyorlar.Ama gençler..Ve ben gençleri affetme taraftarıyım..

Affınıza sığınarak bugün yaşadığım ufak bir şeyi paylaşmak isterim sizinle..Buraya gelirken arkadaşlarım bana takıldılar,aman bir kroşe gelebilir dikkat et diye (kahkahalar)..Hakkınızda bu imajın oluşması canınızı sıkıyor mu??

Bana soru soran birine yumruk atmadım ben..Benim arkadan ceketimi çekiştirip dengemi bozmaya,düşürmeye çalışan biri vardı orada.

Bize o şekilde yansıtılmadı ama..Size yapılan taciz kesilerek ve farklı bir yorumla “Teoman gazeteci dövdü “ şeklinde verildi..Bu üzmedi mi sizi?

Gazeteci demek doğru değil..Her magazinciye gazeteci dersek,her ketaneciye de iş adamı demek gerekir o zaman..(kahkahalar..)..Sadece o başlığa değil,genelinde üzüldüm aslında..Ama tabii ki o duruma düşmek istemezdim.O çocuğa yumruk attığımda mutlu olmuyorum ki?Niye o çocuğu döveyim orda?.Niye o çocuk ceketimi çekecek kadar laubali olsun?Bu çok ayıp değil mi?

Bundan sonrası için tedbir almayı düşünüyor musunuz?Eğlendiğiniz mekanları değiştirmek gibi örneğin?

Onlar nereye gidersem gideyim buluyorlar beni..(kahkahalar)..Ne yapacağımı bilemiyorum..Gece 4 te ne bekliyorlar acaba? Orası bir bar sonuçta.. Bir de sözüm ona ahlakçı davranmaları da ilginç.Bir konserimde 2 sigara içmişim mesela..Bunu orda 1000 kişi görüyor ama akıllarında bu değil orada söylediğim şarkılar,sahne perfonmansım kalıyordur öyle değil mi?Magazinciler sadece bunu çekip 15 milyon kişiye yayıyorlar..Beni mahkemeye veriyorlar,yargılıyorlar..Sonuçta bakıyorum yaptığım küçücük şey koskocaman bir hale gelmiş..Bu çok çirkin..İçine yorum girince o haber olmuyor ki,yorum oluyor.Yorumu da haber gibi vermek ne kadar doğru siz karar verin.

Bu tatsız konudan biraz uzaklaşalım dilerseniz..Hemen yanı başımızda oldukça dağınık bir yatak,mutfak tezgahının üzerinde yine dağınıklık gözüme çarptı..Tam bir bekar evi..(kahkahalar)

Orda uyuyorum,içerde uyumayı sevmiyorum..Hem uyku problemim var hem de manzaram güzel..(Teoman’ın salonunun manzarası gerçekten inanılmaz..göz alabildiğine bir mavilik hakim..Tüm boğaz ayaklarınızın altında..Burası insanı üretken olması için kışkırtıyor adeta) Günün doğumunu burada karşılıyorum ve bütün gün bu gördüğünüz koltukta kitap okuyorum ben..

Hiç sosyal hayata karışmıyor musunuz?

Sosyal hayata karıştığım anda televizyona çıkmış oluyorum..(kahkahalar)..

Bu sizin için bir haksızlık değil mi?Hepimiz o mekanlara rahat rahat girip çıkarken siz burada kendinizi o ortamdan çekmek zorunda kalasınız?

Bir kere ben niye o insanları görmek zorunda kalayım ki?Benimle ilgilenilsin ilgilenilsin istemiyorum ki..Ben kendini önemli hisseden,star hisseden insanlardan değilim..Bazılarının hoşuna gidiyor..Kamera görmeyince rahatsız oluyordur onlar..Hatta kameraları çağıran, “her tuzum var diyene hıyarla koşan” her mikrofona bir şeyler söyleyen sanatçılar da var..Ama ben onlardan değilim..İnsanlar bizimle bu kadar ilgilenmesinler çünkü biz önemli insanlar değiliz..Onlar kendileriyle ilgilensin,kendilerine önem versinler..Onlar çocuklarıyla 3 saat geçiriyorlar mı?Ama televizyonla geçiriyorlar..

Siz kendinizin ve evinizin işleriyle ne kadar vakit geçiriyorsunuz?

Ben kendi işlerimi kendim yapmam..Hiç ütü,yemek yapmam mesela.Hep hazır yerim..Bir dönem çok yapmıştım..İngiltere’de-Amerika’da yaşadığım dönemler yemek de dağıttım,yerleri de sildim,dağ gibi bulaşıkları da elimle yıkıyordum..Ün bir süre sonra yabancılaştırıyor insanı bir çok şeye,insanlıktan çıkarıyor bence..Bu sabah kendime kahvaltı hazırladım ve bu beni inanılmaz mutlu etti örneğin..Ben yıllardır kendime öyle bir kahvaltı hazırlamamışım..Bulaşık makinesi,çamaşır makinesi nasıl çalıştırılır bilmem..Hatta sigaramın küllerini yere silkelerim vs. Oradan normal bir hayata geçmek istiyorum.Bir sürü güzel şeyin farkına varamadığımı gördüm.Ben o sanatçı arkadaşlarıma baktığımda hepimizin içinde “tam olmamışlık” o hüznü gördüğümde gerçek hayattan uzaklaştığımızı görüyorum..Be sebeple planlarımın başında hayatımı değiştirmek geliyor.Şu kahvaltımı kendim hazırlasam ne olur?çayımı kendim hazırlasam ne olur?
Sizin en mutlu anlarınız hangi anlardır desem?

Eski dostlarımla bir arada simit-kaşar-çay ile yaptığımız sohbetlerdir derim..

Şöhretin bedeli galiba..

Aslında yanımda arkadaşlarım olmak şartıyla eski gittiğim mekanlara hala giderim..Her ne kadar ün beni rahatsız etse de çevrenin bakışlarından rahatsız olmuyorum..Sürekli bana bakıldığının farkında değilim çünkü ben kendimi ünlü zannetmiyorum?Ama bunun yanı sıra bazı şeylerden de mahrumum İnanın alış-veriş yapmayı bile özlüyorum.Eskiden kız arkadaşımla alış-veriş yapmaya bayılırdım,pazara çıkardım..Vapura bile binemiyorum çok zamandır,ki çok sevdiğim bir şeydir o da..Sonra otobüse binmeyi severdim ben Taksi benim tercihim değildi hiçbir zaman.Otobüse bindiğimde o tekli koltuklara geçer,hayallere dalardım..Öyle şeyleri çok özlüyorum..
.
Araba kullanır mısnız?Ehliyetiniz var mı?

Hiç kullanmıyorum..Ehliyetim var ama..Senede bir filan kullanıyorum Geçe sene bir kere kullanayım dedim,arabanın altını vurdum..Hemen çekiciler filan çağırdık yani..(kahkahalar)..Araba kullanışım futbolum kadar kötüdür..Sevdiği şeyi becerebiliyor insan.Ben de hep sevdiğim şeylerin peşinde gittim..

Yeniden albümünüze dönecek olursak,belirli bir yaş ve kariyerdeki şarkıcıların tercih ettiği bu işe girmeniz sizce de şaşırtıcı değil mi?

“Benim kariyerim yeterli değil bu iş için..Belki şarkılar yeterli ama belkide daha fazla müzik piyasasında olmam gerekiyordu.20-25 senelik bir müzisyen olurum,iki jenerasyonu etkilemiş,arkamdan gelen insanlar olmuş olmalıydı böyle bir albüm çıkarabilmem için..Bülent Ortaçgil’in böyle bir albümü çıkmıştı ve hakkıydı böyle bir albümü çıkarması.Benim bunu yapmak istememde iki neden var..Bir,elimde böyle bir albümün olsun çok istedim.İkincisi Artık cd formatı da yok olacak.Belki bambaşka bir teknolojiyle çıkacak bundan sonra şarkılar..Bundan sonraki hedefim konser albümü..İnşallah cd formatının ömrü bunu yapmama yeter..Şebnem Ferah’ın var,bayıldım..İnşallah benim de olur..”

Sezen Aksu,Bülent Ortaçgil gibi kariyerlerinin zirvesindeki isimleri ikna etmek zor olmadı mı?

Hiç zor olmadı.Zaten lütfen yapar mısınız diye gitmedim..Çünkü sanatçının bir günü bir gününe uymaz.Bu bende de böyle oluyor.Bazen
üşenebiliyorsunuz..İnsanlara “üşeniyorum diyebilirsiniz,bunu da anlarım” dedim..Örneğin Sezen Aksu her ne kadar büyük bir isim,pop müziğinin kraliçesi olsa da,müzisyenlere,müziğe yaklaşımı çok yüksek perdeden değil,eşitlikçi tavırla yaklaşan birisi..Zaten sanatçıların da birbirleriyle olan ilişkileri o noktada olsun isterim..Beni de yeni çıkan arkadaşlar arıyorlar, “bizim albümümüzde söyler misin?” diyorlar daha şarkıyı dinlemeden “tamam” diyorum..Birlikte birşeyler yapmak güzel.Kariyeri oturmuş insanlar için ticari iş yapmak diye bir şey yoktur.İbrahim Tatlıses bugün bir albüm yapıcak olsa artık ona ticari anlamda bir şey katmaz.O adam ne kadar para kazandığını da,ne kadar parası olduğunu da bilmiyordur.Bizler bu işi uzun bir süre geçtikten sonra sadece zevkine yapan insanlarız. Zevk alacağını düşündükleri için oldular..

Albümünüzde rock şarkıcısı Şebnem Ferah ve Özlem Tekin’in isimlerini neden göremiyoruz?

Şebnem bir şarkı üzerinde çalıştı ama orijinal bir şey çıkaramayacağını söyledi.Çok yorgun olduğu bir dönemindeydi..Bu albümde olmadı ama diğer albümde olmalarını çok isterim..Kendi jenerasyonumdan isimlerin olmasını özellikle çok istedim.Onlarla birlikte bir şey yapmak çok hoşuma gidiyor.Feridun Düzağaç,Yaşar,Mirkelam ile aynı dönemlerde müzik sektörünün içinde yer aldık..Bir şeyleri başardıysak veya değiştirdiysek bunu hep beraber yaptık.Yaşarsak bundan 10-15 yıl sonra,birlikte güzel işler yapmış ve mümkün olduğunca yan yana gelmiş olmak istediğimden çok önemliydi benim için…

Hiç kimseye böyle içten ve samimi açıklamalarda bulunmadığını söylüyor Teoman, ve “iyi de oldu” diyor. Sıra fotoğraf çekilmemize geldiğinde,adeta tokat yemiş gibi oluyorum..Olmaz diyor da başka bir şey demiyor..Nedenini ise,hazırlıksız olmasına bağlıyor..Fazla ısrar etmiyorum..Sanatçı kaprisi diyoruz..Tokalaşıyoruz..Ayrılıyoruz.. İkimizde birbirimize teşekkür ediyoruz. Ben bana bu ortamı sağladığı için, Teoman ise içindekileri dışa vurduğu için. Ne iyi etmişiz de buluşmuşuz…

Ayse Duzkan Roportaji Star Gazetesi Şubat 2008

Ayşe Düzkan Röportajı Star Gazetesi Şubat 2008
Hayatta en mutlu olduğum zamanlar en aşık olduğum dönemler.

Teoman, bir albüm ve bir kitap çıkarttı. Söz Müzik Teoman adlı albümde ünlü şarkıcılar unutulmaz şarkılarını ya tek başına ya onunla birlikte yorumluyor, Söz ve Müzik Teoman adlı kitapta ise bütün parçalarının sözleri, notaları, ilk kaleme alındıkları halleri ve onun fotoğrafları var. Basında ise kendisine şantaj yapılmasına sebep olan görüntüleri. Karşınızda Türkiye’nin en ünlü rockstarı…

Teoman’ın ilk albümünün üzerinden on yıldan fazla zaman geçti. Şarkılarıyla bir dönem başlattı; onunla birlikte, daha önce sadece rock kulüplerde dinleyicileriyle buluşan müzisyenlerin albüm yapmasının yolu açıldı. Bir rockstar gibi yaşadı, hayatı basına yansıdığında adet olduğu üzere inkardan gelmedi, Cihangir’deki evinde yaptığımız söyleşinin kaydını çözerken, birlikte olduğu genç bir kadının görüntülerini internete koymakla tehdit ettiği, onun da bu genç kadını savcılığa şikayet ettiği haberi çıktı basında.

-Kırk yaşında olmak nasıl?
Daha iyi valla. Eskiden spor yapardım, yaşlanmayalım falan diye. Şimdi yaşlanmanın da kendine göre güzel bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bir de heveslerim azalınca iki şey oldu. Birincisi iyi ya diyorum ben demek ki bu kariyerin, ünün tutsağı olmayacağım. Ama heveslerim de azalınca kendine yapacak bir şey bulamıyorum çünkü 20 küsur senedir bu hayatı yaşıyorum. O zamanlar çok tutkulu ve iddialı bir heriftim. Şimdi öyle olmayınca kendimi bir garip hissediyorum.

-Burası bekar evi gibi. Teşvikiye’deki eviniz de böyle miydi?
Orada kız arkadaşım vardı ve evi onunla birlikte organize ettiğimiz için her şey tamamdı. Buzdolabı bile daha güzel. O gittikten sonra bir buçuk sene içinde üst katta kimin uyuduğunu bilmediğim zamanlar da geçirdim ama şimdi burası bana daha fazla huzur veriyor. Bazı şeylerde çok düzeliyimdir. Kıyafetlerim, kitaplarım falan çok düzenlidir. Öbür evimde de aynı koltukta otururum ben, bir tane ışığım vardır. Bir baktım ki ben zaten bir metre kare bir yerde yaşıyormuşum.

-Ne kadar beraber olunuz?
Yedi sene. Bunun çok azında birlikte yaşadık ama…

-İlk şarkılarınızda reddedilen bir adam var, daha sora ise hep sıkılıyorsunuz ama gitmiyorlar.
(gülüyor) Demek sevgili edinildikten sonra olan bir şey. Bilmiyorum çok emin değilim. Uzun zaman boyunca eğleneceğim, bol kadın olacak hayatımda diye düşündüm. Bu çok zevkli, eğer keyfin yerindeyse. Sonra bir bakıyorsun, boşluktasın. Ondan sonra öbür tarafa geçiyorsun. Arkadaşımın bir sevgilisi var, kızın işten çıkmasını bekliyor, saatine bakıyor falan. Ondaki o keyfi görünce, ben neler kaçırıyorum görüyorum. Bir de hayatta en mutlu olduğum zamanlar en çok kadının hayatımda olduğu, en zamparalık yaptığım dönemler değil, en aşık olduğum dönemlerde en mutluymuşum ben.

-‘Çok kadın hiç kadın’ diyorsunuz Zamparanın Ölümü’nde.
Valla öyle oluyor.

-Şarkı yazma açısından çok mutlu dönemlerin verimsiz olduğu söyleniyor.
Çok mutluysam da çok mutsuzsam da yazamıyorum. O zaman evden çıkamıyorum. Hatta 1995’te yoğun bir şeyim oldu, yatak odama gidemiyordum, hiç uyuyamıyordum. Ama ilaç kullanmıyordum. Bir de tabii ilaç alacak param da yoktu.

-1995’te parasız mıydınız?
1996’ta ilk albüm çıktı, klipleri dönüyor, ben her yere otobüsle gidiyordum. Televizyon programlarına nasıl gideceğimizi düşünüyorduk. Kirayı çok zor ödüyorum.

-Annenizin evine dönmeyi tercih etmediniz.
Anneme gitsem krallar gibi yaşayacağım. Ama o kişi ben değilim o zaman da. Anneme haftada bir giderdim, çamaşır makinem yoktu, sularım da seyrek akıyor. Kalorifer de yoktu tabii. Ama anneme gitmek bir ihtimal değildi. Biz 1986 senesinde Boğaziçi’nde haftada üç gün yedişer saat prova yapıyorduk. Planımız yıl sonunda tek bir tane konser vermekti. Mirage (o zamanki grubu) olarak kendimize bayılıyorduk. İnsanlar bizi sevsin, sevmesin çok önemli değil. Çok çalışıyorduk, kendimizi olmak istediğimiz kişiye benzetiyorduk. Sssssssssssssssssss Ve yine çok parasızdık. O üç gün bize yetmiyordu, bir prova stüdyosu bulduk Mecidiyeköy’de; üçte çıkıyorduk, otobüs bittiği için kamyonlara otostop çekiyorduk. Dört kişi birleşip taksi tutacak paramız yoktu. Taksiye binmeye 30 yaşında, ünlü olduktan sonra başladım ve bunun bir sorun olduğunu da fark etmiyordum. Paranın gerekli olduğunu düşünmüyordum. Etrafımda da kimsenin paramız olsa falan dediğini hatırlamıyorum.

-Büyürken sahnede ve yakışıklı olmak nasıldı?
Hayranlarım vardı ama ben tipim iyi falan değil çok iyi şarkıcıyım zannediyordum. Sezen Aksu’yla Barış Manço’yu anma konserine çıkmıştık. Halit Kıvanç benim için ‘Şimdi karşınızda işte hem yakışıklı hem yetenekli sanatçı’ falan dedi. Sezen Aksu ile sahne arkasındayız, ‘Ulan herkese yutturdun kendini yakışıklıyım diye’ dedi. (gülüyor) Çok güzel bir laftı, onu çok sevmiştim.

-Yalnızlığı seviyorsunuz.
Hep onu söyledim ama bazen de çok sıkılıyorum yalnızlıktan. Arkadaşlarımın hepsi de 20-25 senelik, Açıkhava’daki amatör konserlerine gittiğimiz, 15-16 yaşından beri arkadaşım olan insanlar var, en çok da onlarla görüşüyorum. Her dediğime ‘Evet’ falan demiyorlar, dalga geçiyorlar benimle.

-Duş’u çok genç bir kıza, İrem Candar’a söyletmişsiniz…
Evet sansürlü Duş bu ama. Düet yaptık ona ama son bölümü onun başına bela olmasın, bu albüm üzerine seksüel temalarla gitmesinler diye otosansür yaptım, kız için. Kareokede dinledim fakat tanışmıştım zaten, çılgın, genç, sempatik bir kız. Bir de baktım ki inanılmaz güzel bir sesi var. Gel sen söyle, bakarız dedim daha doğrusu. Çok da güzel olunca, aranjör de beğendi… Koyduk albüme…

-Onun sevgiliniz olduğu söylenecek büyük ihtimalle.
(gülüyor) Ama sevgilim falan değil, açıkçası öyle de görmüyorum onu. Biraz fazla genç. Yani 20 küsurlar bile zor oluyor.

-Yıllar önce ‘Susan Sontag’ın 10 yaş genç hali beni tekeşliliğe ikna edebilir’ demişsiniz. Kadınlarda akıl çekici midir?
Kadınlarda akıl çekici… İlla çok kültürlü olması gerekmiyor ama çok uyanık olması gerekiyor. Bir kere mizah duygusu gelişmiş olmalı o da zekaya dair bir şey zaten. Biz eskiden çok çalışıyorduk kültürlü olmaya galiba; etraftaki kızlar kendilerin paralıyorlardı felsefe öğreneyim falan diye. Şimdi artık öyle insanlar yok. Yeni jenerasyon, milletin ‘çıtır’ dediği kızlar falan bana çok sempatik geliyor ama çok da çekici gelmiyorlar.

-Hiç ünlü biriyle ilişkiniz olmadı…
Benim hiçbir sevgilim ünlü değildi şimdiye kadar.

-İkinci albümde Müslüm Gürses olacak mı?
Müslüm Abiyi düşünmedim, Paramparça’yla çok da güzel bir şey yaptı. Onun gibisi olmaz zaten. Ama Müslüm’ün hastasıyım ya. 90’larda Meral Özbek bize kültür dersleri verirdi Boğaziçi’nde Orhan Gencebay’ın arabeskine baktıktan sonra, bakalım neymiş diye döndüğümüz isimlerden biriydi Müslüm Gürses. Yani Müslüm Gürses’le ilişkim yeni değil, 15 senelik bir şey.

-Bir gazeteci dövüp gazetecilerden bu kadar destek alan başka biri olmadı.
Öyle değil mi? Ben isterim ki yumruk dahil o olayların hiçbiri olmasın. Ama ceketimden çekiyor düşeyim diye, ‘Abi niye yapıyorsun, ayıp değil mi?’ falan diyemem ki ona ders mi vereceğim. Yumruk atmak zorundayım. Ben bunu mahkemeye mi vereceğim beni arkamdan çekti diye. İnsanın elinde hiçbir şey bırakmayınca biz de şiddete dönüyoruz.

-İçkili görüntüleriniz konuşuluyor.
Bir kere sızmıştım, televizyonlara çıktım, ondan sonra annem çok üzüldü. Ben de dedim ki, ‘Bir daha böyle olamayacağım.’ ‘İçki içmeyeceğim’ diye söz vermedim ki, öyle olmayacağım diye söz verdim.


Sanatta çıkış noktan ticariyse imha olursun

-Sinan Çetin ‘Üç şair seviyorum, ‘Teoman, Nil Karaibrahimgil, İsmet Özel’ demiş.
Sinan benim çok yakın arkadaşım. Onun böyle sözlerinin ciddiye alınması çok ilginç geliyor bana. Nil de onun çok yakın arkadaşı (gülüyor) o bizi övüyor orada. Ben bunu görünce gülüyorum.

-İsmet Özel okur musunuz?
İsmet Özel okudum zamanında. Bayağı da iyi şair. Şairle şarkı sözü yazarı… Olmaz. Şairlik o kadar zor, başka türlü bir şey. Popüler tarafa gidemeyecek. Ticari sanata aktör olamayacak ve insanların da çilesini o kadar çektiği, kendini harap ettiği bir alan ki yanına şarkı yazarlarını koymak… Şairlere biraz ayıp oluyor. Şöyle de bir şey var, şiirsel şeylerim var diye düşünürdüm ama on sene boyunca çalışmışım kitaba bakıyorum, adamların bir şiir kitabında yazacağı kadar söz yazmışım.

- Sinan Çetin’e döneceğim. Çok provokatif demeçler veriyor. Yıllardır film çekmiyor ve her filmi eleştiriyor. Genç erkekler kendilerinden büyük arkadaşlarını örnek alırlar mı?
Yok öyle hissetmiyorum, Sinan Çetin’i benden daha çocuksu hissediyorum. O provokatif sözlerini de sabırsız ve biraz da kalın buluyorum. O kadar da emin olmayacaksın kendinden. Eğer herkesi dogmatik olmakla suçlayıp da üç tane Ayn Rand kitabı dünyayı tanımlamış gibi davranırsan o da yanlış olur. Sonuçta gerçeklik kurgusal bir şey, baktığın yere göre değişen bir şey. Şöyle bir şey var, bir tane skala var insanlar kendilerinden daha ticari olan şeyleri beğenmiyorlar, çok daha alternatif olanları da uçuk kaçık buluyorlar. Herkes kendini bu skalada bir yere yerleştiriyor. Şimdi ben daha ticari olan birisine bir laf söylediğim zaman o skalada daha altlarda kendini alternatif bir yere konumlamış birisi aynı lafları bana söyleyebilecek bir pozisyonda. Bunun tersi de geçerli. O yüzden herkes keyfine baksın.

-Ticari olmak ya da olmamak bir sanat kıstası olabilir mi?
Kültür sosyolojisi derslerinde şöyle bir şey vardı, ana çıkış noktası ticariyse, sanat kendini baştan imha ediyor. Satmak için yapmayacaksın ama yaptığın şeyi satmak için uğraşacaksın.

-Mastırınızı kadın araştırmalarında yaptınız...
Boğaziçi’nde feminist perspektif dersi çok zevkliydi hakikaten. Rahat geçtiğim, iyi not aldığım derslerdendi. Sosyoloji üzerine master yapmak istedim ve İngilizce yapmak istemiyordum. İstanbul Üniversitesi’ne gittim, kadın araştırmaları bölümü açıldı dediler. Ben hemen feminist perspektifle bağlantıyı kurup girdim. Çok da severek okudum. Tezimi de çizgi roman üzerine yazdım fakat çok kötüydü. Hocam ‘Kendine yakışır bir şey yap’ dedi kibarca. Demek ki yuttururum zannediyordum. Ondan sonra askere gittim, elimde de bu kaldı. İçimde de ukte kaldı, şimdi af çıkacak söylentisi var, çıkarsa yeniden yazacağım.

-Okuduklarınız kadınlarla ilişkilerinizi etkiledi mi?
Ben daha önce kadınların herhangi bir problemlerinin olduğunu fark etmemişim.Kkadınlar bir de başka bir taraftan bakın diyor. Tarihe biz baksak bir tane kralla bir tane padişah savaşıyor, arada bir şey olmuyor. Binlerce farklı insanın oluşturduğu bir evrensel medeniyet var. Gündelik ilişkilerimi etkileyip etkilemediğini fark etmedim ama bir iyi tarafım vardır, öğrendiğim her şeyi kullanırım. Eminim oradan öğrendiklerimi de kullanmışımdır.

Olan fakirlere oluyor

İki Çocuk adlı parça 12 Eylül öncesinde bir gösteride öldürülen Zekeriya Önge ve onu öldürdüğü iddiasıyla yargılanıp asılan ve Teoman’ın akrabası olan Erdal Eren’i anlatıyor. Teoman parçayı hazırlarken Zekeriya Önge’nin de uzaktan hımsı olduğunu öğrenmiş. Bilindiği gibi daha sonra kriminoloji raporlarında Önge’yi öldüren kurşunu Erdal Eren’in atmadığı ortaya çıkmış, kemik raporlarında ise 18 yaşından küçük olduğu kanıtlanmıştı. Albümde parçayı Yavuz Bingöl söylüyor. Teoman, bu parçanın daha çok Mor ve Ötesi’nin solisti Harun Tekin’e yakıştırıldığına ilişkin soruya, “Bence bu parçayı bir halk müziği sanatçısının okuması daha iyi. Biz Harun’la, iki Cihangirli ve Nişantaşılı bu çocukların hikayesini anlatmamalıyız” diyor.

-Erdal Eren’i ilk ne zaman duydunuz?
1980’de duydum.

-Akrabanız olduğu için mi?
Evet. Hüzünle hatırlanıyordu ama biraz da utanılıyordu. Çok üzülüyordu annem ama aynı zamanda o koşullarda, rejime karşı olan birinin akrabamız olduğu söylenmiyordu ama annemin üzüntüsünü hatırlıyorum. ‘Gidecek çocuk, küçücük, annesi nasıl üzülüyordur’ dendiğini hatırlıyorum. Ben aslında Erdal Eren üzerine bir şarkı yapmak istemiştim. O konuda bir şeyler aldım, okudum ve öteki çocuğa yani Zekeriya Önge’ye çok üzüldüm. Sonra amcam onun da komşu köyden ve uzaktan hımsımız olduğunu söyledi. Bir obje gibi söz ediliyor ondan. Her zaman olan oldu orada, fakir, küçük olanlar gitti, diğerlerine de bir şey olmadı. İkisi de fakir, ikisi de aynı sınıftan geliyor. Bir bakıyorsun biri birini vurdu diye asılıyor ki öyle bir şey olmamış. Ayşe Düzkan Röportajı Star Gazetesi Şubat 2008
Hayatta en mutlu olduğum zamanlar en aşık olduğum dönemler.

Teoman, bir albüm ve bir kitap çıkarttı. Söz Müzik Teoman adlı albümde ünlü şarkıcılar unutulmaz şarkılarını ya tek başına ya onunla birlikte yorumluyor, Söz ve Müzik Teoman adlı kitapta ise bütün parçalarının sözleri, notaları, ilk kaleme alındıkları halleri ve onun fotoğrafları var. Basında ise kendisine şantaj yapılmasına sebep olan görüntüleri. Karşınızda Türkiye’nin en ünlü rockstarı…

Teoman’ın ilk albümünün üzerinden on yıldan fazla zaman geçti. Şarkılarıyla bir dönem başlattı; onunla birlikte, daha önce sadece rock kulüplerde dinleyicileriyle buluşan müzisyenlerin albüm yapmasının yolu açıldı. Bir rockstar gibi yaşadı, hayatı basına yansıdığında adet olduğu üzere inkardan gelmedi, Cihangir’deki evinde yaptığımız söyleşinin kaydını çözerken, birlikte olduğu genç bir kadının görüntülerini internete koymakla tehdit ettiği, onun da bu genç kadını savcılığa şikayet ettiği haberi çıktı basında.

-Kırk yaşında olmak nasıl?
Daha iyi valla. Eskiden spor yapardım, yaşlanmayalım falan diye. Şimdi yaşlanmanın da kendine göre güzel bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bir de heveslerim azalınca iki şey oldu. Birincisi iyi ya diyorum ben demek ki bu kariyerin, ünün tutsağı olmayacağım. Ama heveslerim de azalınca kendine yapacak bir şey bulamıyorum çünkü 20 küsur senedir bu hayatı yaşıyorum. O zamanlar çok tutkulu ve iddialı bir heriftim. Şimdi öyle olmayınca kendimi bir garip hissediyorum.

-Burası bekar evi gibi. Teşvikiye’deki eviniz de böyle miydi?
Orada kız arkadaşım vardı ve evi onunla birlikte organize ettiğimiz için her şey tamamdı. Buzdolabı bile daha güzel. O gittikten sonra bir buçuk sene içinde üst katta kimin uyuduğunu bilmediğim zamanlar da geçirdim ama şimdi burası bana daha fazla huzur veriyor. Bazı şeylerde çok düzeliyimdir. Kıyafetlerim, kitaplarım falan çok düzenlidir. Öbür evimde de aynı koltukta otururum ben, bir tane ışığım vardır. Bir baktım ki ben zaten bir metre kare bir yerde yaşıyormuşum.

-Ne kadar beraber olunuz?
Yedi sene. Bunun çok azında birlikte yaşadık ama…

-İlk şarkılarınızda reddedilen bir adam var, daha sora ise hep sıkılıyorsunuz ama gitmiyorlar.
(gülüyor) Demek sevgili edinildikten sonra olan bir şey. Bilmiyorum çok emin değilim. Uzun zaman boyunca eğleneceğim, bol kadın olacak hayatımda diye düşündüm. Bu çok zevkli, eğer keyfin yerindeyse. Sonra bir bakıyorsun, boşluktasın. Ondan sonra öbür tarafa geçiyorsun. Arkadaşımın bir sevgilisi var, kızın işten çıkmasını bekliyor, saatine bakıyor falan. Ondaki o keyfi görünce, ben neler kaçırıyorum görüyorum. Bir de hayatta en mutlu olduğum zamanlar en çok kadının hayatımda olduğu, en zamparalık yaptığım dönemler değil, en aşık olduğum dönemlerde en mutluymuşum ben.

-‘Çok kadın hiç kadın’ diyorsunuz Zamparanın Ölümü’nde.
Valla öyle oluyor.

-Şarkı yazma açısından çok mutlu dönemlerin verimsiz olduğu söyleniyor.
Çok mutluysam da çok mutsuzsam da yazamıyorum. O zaman evden çıkamıyorum. Hatta 1995’te yoğun bir şeyim oldu, yatak odama gidemiyordum, hiç uyuyamıyordum. Ama ilaç kullanmıyordum. Bir de tabii ilaç alacak param da yoktu.

-1995’te parasız mıydınız?
1996’ta ilk albüm çıktı, klipleri dönüyor, ben her yere otobüsle gidiyordum. Televizyon programlarına nasıl gideceğimizi düşünüyorduk. Kirayı çok zor ödüyorum.

-Annenizin evine dönmeyi tercih etmediniz.
Anneme gitsem krallar gibi yaşayacağım. Ama o kişi ben değilim o zaman da. Anneme haftada bir giderdim, çamaşır makinem yoktu, sularım da seyrek akıyor. Kalorifer de yoktu tabii. Ama anneme gitmek bir ihtimal değildi. Biz 1986 senesinde Boğaziçi’nde haftada üç gün yedişer saat prova yapıyorduk. Planımız yıl sonunda tek bir tane konser vermekti. Mirage (o zamanki grubu) olarak kendimize bayılıyorduk. İnsanlar bizi sevsin, sevmesin çok önemli değil. Çok çalışıyorduk, kendimizi olmak istediğimiz kişiye benzetiyorduk. Sssssssssssssssssss Ve yine çok parasızdık. O üç gün bize yetmiyordu, bir prova stüdyosu bulduk Mecidiyeköy’de; üçte çıkıyorduk, otobüs bittiği için kamyonlara otostop çekiyorduk. Dört kişi birleşip taksi tutacak paramız yoktu. Taksiye binmeye 30 yaşında, ünlü olduktan sonra başladım ve bunun bir sorun olduğunu da fark etmiyordum. Paranın gerekli olduğunu düşünmüyordum. Etrafımda da kimsenin paramız olsa falan dediğini hatırlamıyorum.

-Büyürken sahnede ve yakışıklı olmak nasıldı?
Hayranlarım vardı ama ben tipim iyi falan değil çok iyi şarkıcıyım zannediyordum. Sezen Aksu’yla Barış Manço’yu anma konserine çıkmıştık. Halit Kıvanç benim için ‘Şimdi karşınızda işte hem yakışıklı hem yetenekli sanatçı’ falan dedi. Sezen Aksu ile sahne arkasındayız, ‘Ulan herkese yutturdun kendini yakışıklıyım diye’ dedi. (gülüyor) Çok güzel bir laftı, onu çok sevmiştim.

-Yalnızlığı seviyorsunuz.
Hep onu söyledim ama bazen de çok sıkılıyorum yalnızlıktan. Arkadaşlarımın hepsi de 20-25 senelik, Açıkhava’daki amatör konserlerine gittiğimiz, 15-16 yaşından beri arkadaşım olan insanlar var, en çok da onlarla görüşüyorum. Her dediğime ‘Evet’ falan demiyorlar, dalga geçiyorlar benimle.

-Duş’u çok genç bir kıza, İrem Candar’a söyletmişsiniz…
Evet sansürlü Duş bu ama. Düet yaptık ona ama son bölümü onun başına bela olmasın, bu albüm üzerine seksüel temalarla gitmesinler diye otosansür yaptım, kız için. Kareokede dinledim fakat tanışmıştım zaten, çılgın, genç, sempatik bir kız. Bir de baktım ki inanılmaz güzel bir sesi var. Gel sen söyle, bakarız dedim daha doğrusu. Çok da güzel olunca, aranjör de beğendi… Koyduk albüme…

-Onun sevgiliniz olduğu söylenecek büyük ihtimalle.
(gülüyor) Ama sevgilim falan değil, açıkçası öyle de görmüyorum onu. Biraz fazla genç. Yani 20 küsurlar bile zor oluyor.

-Yıllar önce ‘Susan Sontag’ın 10 yaş genç hali beni tekeşliliğe ikna edebilir’ demişsiniz. Kadınlarda akıl çekici midir?
Kadınlarda akıl çekici… İlla çok kültürlü olması gerekmiyor ama çok uyanık olması gerekiyor. Bir kere mizah duygusu gelişmiş olmalı o da zekaya dair bir şey zaten. Biz eskiden çok çalışıyorduk kültürlü olmaya galiba; etraftaki kızlar kendilerin paralıyorlardı felsefe öğreneyim falan diye. Şimdi artık öyle insanlar yok. Yeni jenerasyon, milletin ‘çıtır’ dediği kızlar falan bana çok sempatik geliyor ama çok da çekici gelmiyorlar.

-Hiç ünlü biriyle ilişkiniz olmadı…
Benim hiçbir sevgilim ünlü değildi şimdiye kadar.

-İkinci albümde Müslüm Gürses olacak mı?
Müslüm Abiyi düşünmedim, Paramparça’yla çok da güzel bir şey yaptı. Onun gibisi olmaz zaten. Ama Müslüm’ün hastasıyım ya. 90’larda Meral Özbek bize kültür dersleri verirdi Boğaziçi’nde Orhan Gencebay’ın arabeskine baktıktan sonra, bakalım neymiş diye döndüğümüz isimlerden biriydi Müslüm Gürses. Yani Müslüm Gürses’le ilişkim yeni değil, 15 senelik bir şey.

-Bir gazeteci dövüp gazetecilerden bu kadar destek alan başka biri olmadı.
Öyle değil mi? Ben isterim ki yumruk dahil o olayların hiçbiri olmasın. Ama ceketimden çekiyor düşeyim diye, ‘Abi niye yapıyorsun, ayıp değil mi?’ falan diyemem ki ona ders mi vereceğim. Yumruk atmak zorundayım. Ben bunu mahkemeye mi vereceğim beni arkamdan çekti diye. İnsanın elinde hiçbir şey bırakmayınca biz de şiddete dönüyoruz.

-İçkili görüntüleriniz konuşuluyor.
Bir kere sızmıştım, televizyonlara çıktım, ondan sonra annem çok üzüldü. Ben de dedim ki, ‘Bir daha böyle olamayacağım.’ ‘İçki içmeyeceğim’ diye söz vermedim ki, öyle olmayacağım diye söz verdim.


Sanatta çıkış noktan ticariyse imha olursun

-Sinan Çetin ‘Üç şair seviyorum, ‘Teoman, Nil Karaibrahimgil, İsmet Özel’ demiş.
Sinan benim çok yakın arkadaşım. Onun böyle sözlerinin ciddiye alınması çok ilginç geliyor bana. Nil de onun çok yakın arkadaşı (gülüyor) o bizi övüyor orada. Ben bunu görünce gülüyorum.

-İsmet Özel okur musunuz?
İsmet Özel okudum zamanında. Bayağı da iyi şair. Şairle şarkı sözü yazarı… Olmaz. Şairlik o kadar zor, başka türlü bir şey. Popüler tarafa gidemeyecek. Ticari sanata aktör olamayacak ve insanların da çilesini o kadar çektiği, kendini harap ettiği bir alan ki yanına şarkı yazarlarını koymak… Şairlere biraz ayıp oluyor. Şöyle de bir şey var, şiirsel şeylerim var diye düşünürdüm ama on sene boyunca çalışmışım kitaba bakıyorum, adamların bir şiir kitabında yazacağı kadar söz yazmışım.

- Sinan Çetin’e döneceğim. Çok provokatif demeçler veriyor. Yıllardır film çekmiyor ve her filmi eleştiriyor. Genç erkekler kendilerinden büyük arkadaşlarını örnek alırlar mı?
Yok öyle hissetmiyorum, Sinan Çetin’i benden daha çocuksu hissediyorum. O provokatif sözlerini de sabırsız ve biraz da kalın buluyorum. O kadar da emin olmayacaksın kendinden. Eğer herkesi dogmatik olmakla suçlayıp da üç tane Ayn Rand kitabı dünyayı tanımlamış gibi davranırsan o da yanlış olur. Sonuçta gerçeklik kurgusal bir şey, baktığın yere göre değişen bir şey. Şöyle bir şey var, bir tane skala var insanlar kendilerinden daha ticari olan şeyleri beğenmiyorlar, çok daha alternatif olanları da uçuk kaçık buluyorlar. Herkes kendini bu skalada bir yere yerleştiriyor. Şimdi ben daha ticari olan birisine bir laf söylediğim zaman o skalada daha altlarda kendini alternatif bir yere konumlamış birisi aynı lafları bana söyleyebilecek bir pozisyonda. Bunun tersi de geçerli. O yüzden herkes keyfine baksın.

-Ticari olmak ya da olmamak bir sanat kıstası olabilir mi?
Kültür sosyolojisi derslerinde şöyle bir şey vardı, ana çıkış noktası ticariyse, sanat kendini baştan imha ediyor. Satmak için yapmayacaksın ama yaptığın şeyi satmak için uğraşacaksın.

-Mastırınızı kadın araştırmalarında yaptınız...
Boğaziçi’nde feminist perspektif dersi çok zevkliydi hakikaten. Rahat geçtiğim, iyi not aldığım derslerdendi. Sosyoloji üzerine master yapmak istedim ve İngilizce yapmak istemiyordum. İstanbul Üniversitesi’ne gittim, kadın araştırmaları bölümü açıldı dediler. Ben hemen feminist perspektifle bağlantıyı kurup girdim. Çok da severek okudum. Tezimi de çizgi roman üzerine yazdım fakat çok kötüydü. Hocam ‘Kendine yakışır bir şey yap’ dedi kibarca. Demek ki yuttururum zannediyordum. Ondan sonra askere gittim, elimde de bu kaldı. İçimde de ukte kaldı, şimdi af çıkacak söylentisi var, çıkarsa yeniden yazacağım.

-Okuduklarınız kadınlarla ilişkilerinizi etkiledi mi?
Ben daha önce kadınların herhangi bir problemlerinin olduğunu fark etmemişim.Kkadınlar bir de başka bir taraftan bakın diyor. Tarihe biz baksak bir tane kralla bir tane padişah savaşıyor, arada bir şey olmuyor. Binlerce farklı insanın oluşturduğu bir evrensel medeniyet var. Gündelik ilişkilerimi etkileyip etkilemediğini fark etmedim ama bir iyi tarafım vardır, öğrendiğim her şeyi kullanırım. Eminim oradan öğrendiklerimi de kullanmışımdır.

Olan fakirlere oluyor

İki Çocuk adlı parça 12 Eylül öncesinde bir gösteride öldürülen Zekeriya Önge ve onu öldürdüğü iddiasıyla yargılanıp asılan ve Teoman’ın akrabası olan Erdal Eren’i anlatıyor. Teoman parçayı hazırlarken Zekeriya Önge’nin de uzaktan hımsı olduğunu öğrenmiş. Bilindiği gibi daha sonra kriminoloji raporlarında Önge’yi öldüren kurşunu Erdal Eren’in atmadığı ortaya çıkmış, kemik raporlarında ise 18 yaşından küçük olduğu kanıtlanmıştı. Albümde parçayı Yavuz Bingöl söylüyor. Teoman, bu parçanın daha çok Mor ve Ötesi’nin solisti Harun Tekin’e yakıştırıldığına ilişkin soruya, “Bence bu parçayı bir halk müziği sanatçısının okuması daha iyi. Biz Harun’la, iki Cihangirli ve Nişantaşılı bu çocukların hikayesini anlatmamalıyız” diyor.

-Erdal Eren’i ilk ne zaman duydunuz?
1980’de duydum.

-Akrabanız olduğu için mi?
Evet. Hüzünle hatırlanıyordu ama biraz da utanılıyordu. Çok üzülüyordu annem ama aynı zamanda o koşullarda, rejime karşı olan birinin akrabamız olduğu söylenmiyordu ama annemin üzüntüsünü hatırlıyorum. ‘Gidecek çocuk, küçücük, annesi nasıl üzülüyordur’ dendiğini hatırlıyorum. Ben aslında Erdal Eren üzerine bir şarkı yapmak istemiştim. O konuda bir şeyler aldım, okudum ve öteki çocuğa yani Zekeriya Önge’ye çok üzüldüm. Sonra amcam onun da komşu köyden ve uzaktan hımsımız olduğunu söyledi. Bir obje gibi söz ediliyor ondan. Her zaman olan oldu orada, fakir, küçük olanlar gitti, diğerlerine de bir şey olmadı. İkisi de fakir, ikisi de aynı sınıftan geliyor. Bir bakıyorsun biri birini vurdu diye asılıyor ki öyle bir şey olmamış.

Suat Kavukluoglu Röportajı pafil.com Şubat 2008

Suat Kavukluoğlu Röportajı pafil.com Şubat 2008
Ondan geriye kalacak en büyük miras: "SÖZ-MÜZİK: TEOMAN" lar.

Hakkında ne kadar çok yorum yapılırsa yapılsın, zaafları nedeniyle ne kadar çok aşağılara çekilmeye çalışılırsa çalışılsın; Teoman Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük star’larından biri ve öyle de kalacak… Onu çelme takıp düşürmeye çalışanlar, ve bu sanal yanılsamaya kapılıp düştüğü anı görmek için birbiriyle yarışanlar çok önemli iki şeyi unutuyorlar: Teoman’ın yorumculuğunu ve müzisyenliğini bir kenara bırakın, sadece bir şarkı sözü yazarı ve bestecisi olarak bile imzasını attığı yüzlerce şarkıyla yeni bir dil yaratıp hem klasikler arasına girdiğini, hem de kendisinden sonra gelen ve benzer hikayeleriyle yürümek isteyen pek çok müzisyene de nasıl ufuk açtığını… Kim ne derse desin, ne kadar yaralamaya çalışırsa çalışsın, Teoman nasıl uçlarda yaşarsa yaşasın, adım gibi eminim ki yıllar sonra Teoman’dan geriye kalacak en büyük miras “Söz-Müzik: Teoman” lar yani yazdığı şarkılar olacak. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve Teoman şarkılarını farklı müzikal kimliklerdeki Türkiye’nin en büyük seslerinin yorumladığı “Söz-Müzik:Teoman” albümü, sanırım bu konuda en doğru cevabı veriyor. Lütfen bu şarkıları bir kez daha dinleyip, sözlerini okuyup bu kez rica etsem sadece Teoman’ın müzisyenliğine odaklanabilir misiniz?

Benim Teoman’la ilgili neler hissettiğimi bilenler iyi bilir. Yukarıdaki giriş yazısını okuyarak da epey fikir sahibi olmuşsunuzdur sanıyorum. Onunla pek çok kez röportaj yaptım. Ve her seferinde seçtiği cümleler, kendini anlatırken hislerini ve fikirlerini emanet ettiği sözler karşısında ne kadar farklı ve özel bir adam olduğunu hep hissettim. İlla birebir tanışmanız da gerekmiyor aslında. O zaten en başından beri derdini, tasasını şarkılarıyla bambaşka bir yerden, hiç ummadığınız kelimelerle anlatmaya devam ediyor.

Teoman’ı Pafil sayflarına konuk etme nedenimiz, tahmin de edeceğiniz üzere geçtiğimiz hafta yayınlanan Söz-Müzik: Teoman albümü… Bu albümü yazarken istedim ki hem albümde yer alan yeni Teoman yorumlarıyla ilgili bir şeyler söyleyeyim hem de bu vesileyle Teoman şarkılarını seslendiren “farklı müzikal kimliklerde Türkiye’nin en büyük yorumcuları” için bazı notlar düşeyim…

YAZIDAN ÖNCE ÖNEMLİ NOT:
Albümün hazırlanmasında büyük katkıları olan, kariyerinin başından beri Teoman için büyük emekler harcayan Funda Sanlıman’a bir selam yollamadan yazıya başlamaya içim elvermedi. Yazıyı yazarken Funda’yla epey zaman önce yaptığımız bir konuşma kulaklarımdan gitmedi. “Görür görmez bu adamın bir gün çok büyük yerlere geleceğini hissettim.” demişti. “Ve bir gün olur da, her şey kötüye giderse, ben onunla yeniden o ilk çaldığımız bar günlerine dönmeye hazırım.” İşini hala bu kadar heyecan ve aşkla yapan o kadar az insan kaldı ki…Önünde saygı ve sevgiyle eğiliyor, sizi Teoman şarkılarıyla baş başa bırakıyorum…

1. PARAMPARÇA- SEZEN AKSU

Albümün en büyük hayal kırıklığı, ne yazık ki aynı zamanda açılışı yapan şarkı; Sezen Aksu yorumuyla Paramparça… Sezen Aksu’nun Paramparça’yı söyleyeceğini duyduğumda çok heyecanlanmıştım. Şimdi ise “Belki ben yanlış duyuyorum”dur diye döne döne dinliyorum. Üstelik değişik ses sistemleri ve kulaklıklar kullanarak… Ama ben yanılmıyorum, bu sefer Sezen Aksu yanıltıyor. Teoman’ın en büyük hitlerinden Paramparça, üstelik en de güzel yorumlaması beklenen sesle sanki “bir yerlere yetişmeye çalışırken” buluşmuş ve ortaya gereksiz hızlı akan bir ritm üzerinde, vurgusunu bırakın anlaşılmayan kelimelerle “Çarçabuk bitsin de yetişeceğimiz yerlere gidelim” tadında öyle havada, öyle yarım bir yorum bırakmış.. Oysa kelimelerin hakkını ve duygusunu Türkiye’de en iyi veren ses Sezen Aksu’dur. Benim kalbim bu “Paramparça” yorumunu kabul etmiyor.

2. GÖNÜLÇELEN- YALIN

İkinci hayal kırıklığı da Yalın’dan geliyor. Hem de hiç beklemediğim bir şey bu. Çünkü Yalın’ın Gönülçelen’i söyleyeceğini duyduğumda “Evet, dedim. Tam anlamıyla nokta atışı.”
Gönülçelen hem sözleri hem de ruhu itibariyle en çok Yalın’a yakışırdı. Peki sorun nerede? Şebnem Ferah’ın Balans ve Manevra filminin soundtrack’in de aynı şarkı için yaptığı yorumu dinleyin, anlayacaksınız. Bir şarkıyı cover’lamanın (yeniden yorumlamak) en kilit noktası, şarkıyı ne kadar kendinizin kılabildiğinizle olan ilgisidir. Titiz ve özenli olmak gerekir. Şebnem Ferah’ın titizliği ve özeni her halinden belli oluyor. Duygusunu ve ruhunu bozmadan adeta şarkıyı yeniden yaratıyor, kelimeleri şahlandırıyor. Yalın, Gönülçelen’i adeta yeni bir Yalın hiti haline getirebilirdi. Çünkü kimya tutuyor ve de Yalın zeki bir müzisyen… Şarkı bu haliyle, sadece rica minnet için Teoman albümüne –biraz da aceleyle- söylenmiş gibi duruyor.

3- KİM- CANDAN ERÇETİN

Albümdeki en nefis yorumlardan biri Candan Erçetin’den geliyor. Erçetin’in kılı kırk yaran disiplinini, çalışkanlığını artık biliyorsunuz. Adını koyduğu, imzasını attığı ve nefesini verdiği her şey için ne gerekiyorsa yapmaktan asla kaçmıyor. Kısa sürede Türkiye’nin en büyük isimlerinden olmasının en önemli nedeni de –yeteneğinin yanı sıra- kesinlikle budur. Teoman’ın son albümünde kıyıda köşede kalan şarkılarından biri olan Kim, Candan Erçetin’le adeta yeniden hayat buluyor. Benim için de çok özel olan bu şarkıyı bundan sonra Candan Erçetin’den de dinleyebilecek olmak heyecan verici. Bu arada “Söz-Müzik Teoman” albümünün ilk klibi de bu şarkıya çekildi. Üstelik sürprizler de var, ama söylemem…

4- RÜZGAR GÜLÜ- YAŞAR

Yaşar, Türkiye’nin en büyük erkek seslerinden biridir. Müzikseverleri her zaman şaşırtmasını da bilen yorumculuğunu bu kez Teoman’ın Rüzgar Gülü şarkısı için kanatlandırıyor. Farklı bir tarzla söylediği şarkı yine güzel. Ama ne yalan söyleyeyim, ben Yaşar’dan daha büyük, daha koltuğa mıhlatan bir yorum bekliyordum. Çünkü Yaşar öyledir; sarsar, ürpertir, adeta duvarlara çakar. Onu en son Fikret Şeneş için yapılan özel gecede izlemiştim. Ezginin Günlüğü için yapılan tribute albümde de dinledim… Rüzgar Gülü’nü bir de siz dinleyin bakalım…

5- İSTANBUL’DA SONBAHAR- NİL KARAİBRAHİMGİL

Bilenler bilir, ben Nil Karaibrahimgil’e pek de bayılmam. Ama her zaman zekasını ve orijinal fikirlerini takdir etmişimdir. Türkiye’de son yıllarda ortaya çıkan ve başımıza gelen “en yenilikçi, en renkli, en modern” şeylerden biridir Nil… İstanbul’da Sonbahar ise Teoman diskografisinde Nil için adeta nokta atışı gibi … Öyle güzel, öyle özenli söylemiş ki Nil; hem çok tatlı bir düzenlemeyle hem de pırıl pırıl bir ruhla... Bir tek şarkının sonundaki “Sonbahar” vokallerinde biraz Gökselvari tınlıyor, o kadar. Tebrik ediyorum…

6- SÜRPRİZ- EMRE AYDIN

Kocaman bir aferin de Emre Aydın’a... Yine doğru bir “şarkı buluşması”, yine özenli, hakkını veren; hem Teoman’a saygıda kusur etmeyen, hem de şarkıyı kendisinin kılmayı beceren bir yorumculuk... Emre Aydın’la ilgili genel olarak da çok olumlu hissediyorum. Böyle devam ederse kişilikli ve kimlikli özel adamlardan biri olacak, kanımca.

7- SENDEN ÖNCE SENDEN SONRA- İZEL

Bu şarkıdan önce pek çoğumuz için İzel ve Teoman’ıaynı karede düşünmek belki de o kadar kolay bir şey değildi. Ama İzel’in ışıltılı “Senden Önce Senden Sonra” yorumu sonrasında hem İzel’in iyi bir yorumcu olduğunu yeniden hatırlayacak, hem de Teoman döneminde biraz geride kalan bu şarkıyı bir yerlere yeniden not edeceksiniz. Şarkı da Teoman’dan bir de sürpriz var. Daha önceki kaydında yer almayan bir bölüm Teoman’ın sesinden İzel’e eşlik ediyor. Şarkının etkileyici düzenlemesi için Sinan Akçıl’a da bir selam yollamayı ihmal etmeyelim…

8- GÜZEL BİR GÜN- MİRKELAM

Mirkelam’la ilgili hislerimi, kısa bir süre önce yine Pafil.com’da uzun uzun yazmıştım. Kalbinden geçenleri, kalemiyle buluşturduklarını merak ettiğim birkaç müzisyenden biridir. İlk dinlediğim andan itibaren beni adeta duvarlara çakan “Güzel Bir Gün” şarkısı, Mirkelam yorumuyla bu kez çok daha sade ve akustik bir kimlikle karşımızda… Bazı şarkılar zıt uçludurlar… Güzel Bir Gün, öyle şarkılardan… Teoman’ın yorumladığı ilk halinde sert, sarsıcı, rahatsız edici olabildiği gibi Mirkelam’ın şarkıya giydirdiği yeni elbisede sakin, yumuşak ve huzur verici de olabiliyor. Teoman da Mirkelam da, böyle zıt uçlu şarkıları her iki formda da en iyi söyleyebilecek özel müzisyenlerden…

9- DUŞ- İREM CANDAR

Albümün en şaşırtan yorumlarından biri… Hem şarkının yeni formu nedeniyle, hem de şarkıyı seslendiren İrem Candar sebebiyle.. Önce sizi 20 yaşındaki bu genç yorumcuyla tanıştıralım. Bilgi Üniversitesi öğrencisi İrem Candar, Teoman’la, Funda Sanlıman’ın (Teoman’ın menajeri) müzisyen oğlu Gökcan Sanlıman aracılığıyla tanışıyor. Bir karaoke gecesinde İrem Candar’ın sesini dinleyen Teoman, Duş şarkısını yorumlamak üzere teklifi ona götürüyor. Ve ortaya böyle naif ve adeta başka bir “Duş” şarkısı çıkıyor. Teoman diskografisinde her şeyiyle çok sevdiğim bu şarkının böyle akustik, sakin ve ruh okşayan bir hale gelebileceğini hayal bile edemezdim…Can Şengün’ü de unutmayalım elbette..

10 İKİ ÇOCUK- YAVUZ BİNGÖL

Teoman’ın son albümünde yer alan ve belki de “politik duruş”a en yaklaşan şarkısı İki Çocuk, bu albümde Yavuz Bingöl tarafından öyle hakkı verilerek söylenmiş ki, söyleyecek söz bulamıyorum. “Politik duruş” a en yaklaşan diyorum çünkü Teoman bu şarkıda politika yapmıyor, politik bir meseleyi çok insani ve başka bir pencereden anlatıyor. Yavuz Bingöl’ün yorumundan sonra Teoman’ın bundan sonra yalnızca kendi için değil, başkaları için de şarkı üretmesi gerektiğini düşünmeye başladım.

11- BUGÜN- KREŞ

Albümde en heyecanla beklediğim yorumlardan biriydi. Kreş grubunu, Jack Daniels Rock yarışmasında 1. oldukları günden beri takip ediyorum. Birincilik sonrası onlarla röportaj yapmıştım. “Popcorn” adıyla hikayelerine başladıkları o günden “Kreş” adıyla ilk albümlerini yayınladıkları bugünlere gelene kadar, kısa bir süre geçmesine rağmen kendilerini her anlamda öyle geliştirdiler ki, bu değişimi şaşkınlıkla ve en çok da heyecanla takip ediyorum. Sahne aldıkları hemen hemen her festivalde en önlerde izledim onları. Bir kere sahnede acayip iyiler. Ve git gide çok daha iyi görünüyorlar. Ve çok iyi olacaklar, inanıyorum… Nefis bir yorum getirdikleri Bugün şarkısı vesilesiyle buraya not etmek istedim…


12- İSTASYON İNSANLARI- HARUN TEKİN

Teoman’ın en sevdiğim minör hitlerinden biridir İstasyon İnsanları… Daha önce Bülent Ortaçgil’le yaptıkları ortak konserlerde Ortaçgil yorumunu da dinlemiştik şarkının. Harun Tekin’e de çok yakıştığını söylemeliyim… Şarkıya ve yoruma söyleyecek sözüm yok ama Mor ve Ötesi’ne var. Hikayelerini heyecanla takip ettiğim Mor ve Ötesi’nin nasıl olur da, Eurovision için gelen teklifi kabul ettiklerini, haydi o konuda bir bildikleri vardır diyelim, geçelim, ama asıl nasıl olur da HandeYener’e şarkı verdiklerini anlayabilmiş değilim. Bize şaka yapıyor olabilirler mi? Yeri gelmişken sormak isterim…

13- KİŞİSEL BİR ŞEY- RASHİT

Yine bir doğru şarkı-yorumcu buluşması. Teoman bu şarkısını adeta Rashit için yazmış gibi.Biliyorsunuz Teoman, Rashit grubuyla bu yıl Rock’n Coke’ta da özel bir performans sergilemişti. O konser de oldukça iyiydi, Rashit’in bu albümdeki Kişisel Bir Şey yorumu da… Teoman şarkılarını farklı tarzlarda müzik yapan yorumculardan dinleyince Teoman’ın ne kadar renkli, ne kadar büyük bir hayal ve müzik dünyası olduğunu çok daha net görüyor insan. Kendi sesi ve yorumuyla ister istemez tek bir pencereden bakıyormuşuz yanılsamasına kapıldığımız şarkıları, kendi renklerine uygun müzisyenlerden dinlenince böyle bir tespiti yapmak artık iyice gerekli oluyor.

14- GÖKDELENLER- HAYKO CEPKİN

Albümün Sezen Aksu yorumu nedeniyle heyecan verici bir açılışı (ne yazık ki) yok ama Hayko Cepkin sayesinde görkemli bir finali var. Son yılların en öne çıkan ismi Hayko Cepkin, ülke çapında adeta bir fenomen olmuş durumda. Hayran kitlesi gün be gün çığ gibi büyüyor, konserleri dolup taşıyor, Hayko’nun nefes verdiği her ses cam gibi parlıyor. Teoman’ın karanlık hitlerinden Gökdelenler’i bir tek Hayko Cepkin söyleyebilirdi. Ellerine sağlık Hayko, kim tutar seni!!!