tag:blogger.com,1999:blog-35354218874506280932024-03-08T15:08:33.861-08:00Teoman Hakkında Aradıgınız Hersey Burada AlcollikTeoman Hakkında Aradığınız Herşeyi Burada Bulabilirsiniz. Resimler Mp3 biyografi sohbet video haberleri konserleri roportajları ve birçok şey bu sitede.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.comBlogger30125tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-4206172114338093942008-08-12T17:09:00.000-07:002008-08-12T17:12:04.458-07:00Mehmet Calıskan roportaji Sabah Gazetesi Şubat 2008Mehmet Çalışkan röportajı Sabah Gazetesi Şubat 2008 <br /><br />Köye yerleşiyor<br /><br />Teoman şöhret olmadan önceki "Vatandaş Teoman"a dönüş yapabilmek için köye yerleşmenin hazırlıklarını yapıyor. Teoman’ın bir süredir İstanbul’dan uzaklaşmanın planlarını yapıyordu. Bir gazeteciye attığı yumruk Teoman’ın radikal kararlarını netleştirdi.<br /><br /> <br /><br />Önümüzdeki günlerde “Söz Müzik Teoman” adında yeni albümünü satışa çıkaracak olan Teoman, bu çalışmasında oldukça farklı bir yol izledi. Albümdeki şarkıların hiçbirini Teoman seslendirmiyor. “Söz Müzik Teoman”daki Teoman şarkılarını Sezen Aksu, İzel, Candan Erçetin, Nil Karaibrahimgil, Yalın, Mirkelam, Yaşar, Yavuz Bingöl gibi isimler seslendiriyor.<br /><br />Aslında “Söz Müzik Teoman”da Teoman, kendi şarkılarını seslendiren şarkıcılara düet yapacaktı. Ne var ki Teoman, albümde yer alan şarkıcıların stüdyo kayıtlarını dinledikten sonra “Böyle çok güzel olmuş. Düet yapmak istemiyorum” dedi. Yapımcıları Cengiz Erdem ile Deniz Erdem’in de onayıyla “Söz Müzik Teoman” çeşitli şarkıcılar tarafından seslendirilen Teoman şarkılarından oluşan bir kimliğe büründü. 14 şarkının yer aldığı “Söz Müzik Teoman”ın ikinci ve üçüncü albümleri de önümüzdeki aylarda aynı formatta satışa çıkarılacak.<br /><br />“Ruhumu kaybettim”<br /><br />Teoman, aldığı radikal kararları yaz aylarında hayata geçirmenin hazırlıklarını yapıyor. Teoman, bir köye yerleşecek. Teoman’ın köye yerleşmek istemesinin nedeni şöhretli hayattan uzaklaşmak. Şöhretin kendisine ruhunu kaybettirdiğini dile getiren Teoman, yerleşeceği köyde huzur bulacağını belirtiyor. Geçtiğimiz günlerde bir gazeteciye attığı Teoman’ın radikal kararının netleşmesine vesile olmuş.<br /><br />Paramparça: Sezen Aksu<br />Gönülçelen: Yalın<br />Kim: Candan Erçetin<br />Rüzgar Gülü: Yaşar<br />İstanbul’da Sonbahar: Nil Karaibrahimgil<br />Sürpriz: Emre Aydın<br />Senden Önce Senden Sonra: İzel<br />Güzel Bir Gün: Mirkelam<br />Düş: İrem Candaş<br />İki Çocuk: Yavuz Bingöl<br />Bugün: Kreş<br />İstasyon İnsanları: Harun Tekin<br />Kişisel Bir Şey: Rashit<br />Gökdelenler: Hayko Çepkin<br /><br />Söz Müzik Teoman’daki bütün şarkıları meslektaşlarınız seslendirdi. Neden tek bir şarkıyı bile siz seslendirmediniz?<br /><br />Yapımcılarım Cengiz Erdem ile Deniz Erdem bana yeni albümü düet olarak yapmamı tekif etti. İyi bir fikir olarak düşündüğüm teklifi kabul ettim. Şarkıları düet yaparak seslendirme üzerine çalışmlara başladık. Sonra baktım ki düet yapacağım meslektaşlarım şarkılarıma yeni bir ruh kattılar. Yorumları fazlasıyla hoşuma gitti. Düet yaparak meslektaşlarımın yorumlama tarzlarını bozmak istemedim. Bazı şarkıların son mısralarına imza niteğinde ben de katıldım o kadar.<br /><br />Albümde yer alacak olan şarkıcıları siz mi seçdiniz?<br /><br />Hayır, öyle bir seçim durumu yaşanmadı. Zaten benim şarkılarımı seslendirenler sürekli konuştuğum arkadaşlarım. Onlarla proje üzerine konuşurken zaten doğal olarak işin içinde yer aldılar. Sonra im hangişarkıyı seslendirmek istediyse stüdyoya girip kayıt yaptılar. <br /><br />Şarkılarınızın yorumlama tarzını siz mi belirlediniz yoksa seslendiren şarkıcılar mı?<br /><br />Hiçbir şarkının yorumlanma tarzına karışmadım. Kim nasıl istediyse o şekilde yorumladı. Benim tarzımda seslendirmelerinin bir anlamı da yoktu. Çünkü benim gibi yorumlama işini ben zaten yapmışım. Aynısı neden olsun? Benim tarzımda yorumlamış olsalardı ortaya kısır bir iş çıkardı. Örneğin Paramparça’yı ben Fadog tarzında seslendirmiştim. Sezen Aksu ise İspanyol formlarında seslendirdi.<br /><br />Albümde neden yeni şarkı yok?<br /><br />Hem elimde yeni şarkı yoktu hem de canım yeni şarkılar yapmak istemiyordu. <br />Şarkı yapmaya karşı bir hevesin kalmadı. Uzun zamandır gitarı elime alıp da şarkı yapma isteğim yok.<br /><br />Sizin gibi üretken birinin artık şarkı yapmak istemeyişinin nedeni ne olabilir?<br /><br />Anlatacak hikayem kalmadı. Ben anlatacak hikayem olduğu zaman şarkı yapabiliyorum. Hiç bir zaman ille de şarkı yapmam gerekir diye düşünüp işe girişmedim. O istek, o heves gelirse yaparım. Gelmezse de yapmam. Benim sanat anlayışımda zorlama yoktur. Kariyerimi devam ettirme adına zorlama şarkılar yapamam.<br /><br />Kariyerinizi devam ettirme adına kaygınızın olmadığını mı düşünmeliyiz?<br /><br />Hayal ettiğimden, beklediğimden, istediğimden daha ünlü biri olmuş biriyim. Hayal ettiğimin ötesinde başarılı oldum. Kimseyle yarışmıyorum, kendimle de yarışmıyorum. Bu nedenle de oldukça rahatım. Kimseye kendimi kanıtlama veya gösterme derdinde değilim. Bundan sonra benim derdim kariyerimi devam ettirmek değil. Benim artık bu hayatta tek amacım var. O da her anımda mutlu olmak. Ünlü olmak beni mutlu etmiyor. Aksine oldukça mutsuz yapıyor.<br /><br />Size fazla yüklenildiğini düşündüğünüzden dolayı bir tepki hareketi içinde misiniz?<br /><br />Eve, bana çok fazla yükleniliyor. Bu da benim hevesimi körelten nedenlerden biri. Neden yükleniliyor? Çünkü ünlüyüm. Yüklenilmesinin nedeni ünlü olmam.<br />Artık ben ünlü olmanın bedellerini ödemek istemiyorum. Diğer yandan da çok fazla çalıştım, Artık yoruldum. Çok şükür yaşatan dolayı emekli olmayacak bir lükse sahibim. İşleri yavaşlatma kararı aldım. Artık gözü dönmüş bir şekilde çalışmak, şöhretliler kuyusunda yitip gitmek istemiyorum. <br /><br />İşleri yavaşlatmakla neler kaçırabileceğinizi hesapladınız mı?<br /><br />Benim artık elde etmek istediğim bir şey yok ki. Zaten sahip olmayı hayal etiklerimden çok fazlasına sahip oldum.İlk zamanlar ünlü olmaktan hoşlandım ama şöhretin benim ruhuma ters bir olgu olduğunu artık iyice anlamış durumdayım. Etrafı kale surları gibi büyük duvarlala çevrili büyük evlerde yaşamak, korumalarla gezmek bana göre değil. Ben öyle bir yaşama sahip değilken bile minimum düzeyde yaşadığım şöhret ruhumu benden alıp götürdü. Ruhumu geri getirmek için ben bedenimi alıp başka yerlere götüreceğim.<br /><br />Nerelere?<br /><br />İstanbul’u terk ediyorum. Bu yaza kadar İstanbul’dan ayrılmış olacağım. Henüz neresi olduğuna karar vermiş değilim ama küçük bir köye yerleşeceğim. Evimin önünde sebze-meyve yetiştireceğim. Belki bir kaç ineğim ve tavuklarım da olur. Anlayacağınız bir çiftlik hayatı yaşayıp, beni sıkan her olumsuzluktan uzak kalacağım. Özellikle de şöhretten. Ruhumu ancak o zaman geri getirebilirim. <br /><br />İnzivaya mı çekiliyorsunuz?<br /><br />Tam anlamıyla inziva denilemez. Çünkü çok sevdiğim arkadaşlarım var. Onlarla biraraya geleceğim. Bu nedenle inziva çekildiğimi söyleyemem. Ama Kesin olarak İstanbul’dan uzaklaşacağım. Boşu boşuna çok çalıştım. Nasıl bir hırs girdiyse içime kendimi kaybetmişim. Sevdiğim herkesi ihmal etmişim. Ailemi bile ihmal etmişim. En sevdiğim arkadaşlarımı bile zaman gelmiş 3-4 yıl hiç görmemişim.<br /><br />Böyle hayatı yaşamak istiyorsanız gelecek kaygınız olmamalı. Öyle mi?<br /><br />Gelecek kaygım hiç yok. Şöhretimin biteceğinden söz ediyorsanız zaten artık ünlü biri olmak istemediğim için İstanbul’dan gideceğim. Paradan söz ediyorsanız 5 tana evim var. Onların getirileri bana yeter de artar bile. Üstelik birikmiş param da var. Bekar adamım, çocuğum da yok. Bu nedenle gelecek kaygımın olması için bir neden de yok. <br /><br />Belki bir gün evlenmek istersiniz?<br /><br />İstiyorum zaten. Bir eşimin, boy boy çocuklarım olmasını fazlasıyla istiyorum. Bir gün ailem olsa da sahip olduğum evler ve nakit param hepimize yine yeter.<br /><br />Siz lüks bir yaşamı istemeyebilirsiniz ama belki eşiniz ve çocuklarınız ister..<br /><br />Benim hayat standartlarım neyse eşimin ve çocuklarımın ki de o olacak. Bir çok insan ünlü ve zengin olmak isteyebilir. Şöhretli ve zengin bir hayat sürmek bana göre değil. Neden şöhret olduğumu bile anlamıyorum. Şöhretin büyüsüne kapılmış olmamı hiç anlamıyorum. Şu anda sahip olduğum para bile bana fazla geliyor.<br /><br />Anladığım kadarıyla evliliğe hiç olmadığı kadar yakınsınız..<br /><br />Bir eşim, boy boy çocuklarım olsun isterdim. Bir aile yaşantımın olmasını elbette çok istiyorum. Ne var ki düşündüğünüz gibi evliliğe çok yakın değilim. 2 yıldır bir sevgilim bile yok.<br /><br />Büyük bir değişim yaşar gibisiniz.. Öyle mi?<br /><br />İyiye doğru bir değişim yaşıyorum. Daha doğrusu kişiliğime geri dönüş dersek daha doğru olur. Şöhret olduktan bugüne kadar olan dönemi analiz ettim. Çıkan sonuç şu; pek yanlış bir hayat tarzı edinmişim. Hep günü birlik yaşamışım. Günü birlik yaşayınca hayatınızda olan her şey doğal olarak günü birlik oluyor. Şimdi kendime anlamlı bir hayat kurmanın peşindeyim. Gerçek Teoman şöhret olduktan sonra görünen Teoman değildir. Gerçek Teoman, şöhret olmadan önceki vatandaş Teoman’dır. Şöhret beni benden uzaklaştırdı. Ünlü Teoman, vatandaş Teoman’ı bir yerlere gömmüş. Yaşamak isteyen vatandaş Teoman elini topraktan çıkarıp hayata yeniden sarıldı. Gömüldüğü yerden çıkan vatandaş Teoman’ın ilk işi ünlü Teoman’ı kendisini gömdüğü yere gömmek. İşte ben bunu yapmaya çalışıyorum.<br /><br />İki yıldır sevgilinizin olması vatandaş Teoman’ın yeniden gün ışığına çıkmasının bir sonucu mudur?<br /><br />Benim 20 yılda sadece 5 sevgilim oldu. Bir başka deyişle ilişki yaşadığım kadınlar arasında sadece 5’ine aşık oldum. Ben sevgili tanımlamasını aşık olduğum 5 kadın için yapıyorum. Onun dışında bana haz vermeyen çok sayıda ilişkiler de yaşadım. O ilişkileri “Günü birlik kadınlar” olarak tanımlamak istemiyorum, ayıp olur. Ne var ki hayatıma giren diğer kadınların benden beklentileri, benim onlardan beklentilerim ortadaydı. Hiç bir kadını kandırmadım.<br /><br />Aynı dönemde çok eşli ilişkiler yaşadığınız rivayet edilir. Doğru mu?<br /><br />Zaman zaman böyle ilişkiler yaşadım. Şimdi düşünüyorum da bu konuda kendime inanamıyorum. Kendimi kaybettiğimin bir diğer göstergesi de budur.<br />Aslında ben günümüze ayak uyduramıyorum. Dünyanın felsefesi değişti. Benim gençlik dönemlerindeki dünyayla bugünkü dünya arasında inanılmaz bir fark var. Çok hızlı bir değişim yaşanıyor. Ben bu hıza ayak uyduramıyorum. Zaman geliyor aynaya baktığımda kendimi tanıyamıyorum. Benim çocukluk döneminde çocuklar kovboy olmak, pilot olmak, doktor olmak, öğretmen olmak isterdi. Şimdiki çocuklar ise ünlü olmak istiyor. Böyle bir zamanda yaşıyoruz. Bakıyorum, toplumda herkes şöhret olmanın peşinde. Ne iş yaparlarsa yapsınlar herkes ünlü olmak istiyor. Sanki ünlü olmak iyi bir haltmış gibi. İnsanlık delirmiş durumda.<br /><br />Belki de siz hassas bir dönemdesiniz..<br /><br />Hassas bir dönemde değilim. Uyanış dönemindeyim. Çevreme bakıyorum herkes mutsuz. Ben istediğim kadar mutlu olayım. Çevremdekiler mutsuzsa beni de zehirliyorlar, ben de mutsuz oluyorum. Gazetelere bakıyorum Ergenekon diye bir örgüt kurulmuş sevdiğim yazarlara veya sanatçılara süikast planları yapmışlar. Herkes birbirini öldürmek istiyor. Kimse elindekiyle yetinmeyi kabul etmiyor. Herkes daha fazlasını istiyor. Daha fazlasına sahip olmak için de birbirini ezmekten rahatsız olmuyor. 12 yaşındaki kız çocuğu 8.5 aylık halime. Nasıl bir insan bunu yapabilir ki?<br /><br />Bol cinsel ilişki, para, saygı ve sevgi.. Şöhretin getirilerinin bunlar olduğu düşünülüyor..<br /> <br />Saygı ve sevgiyi bir kenara koyalım. Bu ikisiniinsan olmakla da elde edersin. Bol ilişki ve bol para emin olun bir süre sonra bir kabus gibi üzerinize çöküyor.<br />Dört yıl boyunca Teşvikiye’deki evimde yaşadım. Çamaşır makinesi nasıl çalıştırılır bilmiyorum, bir kez olsun mutfağa girmedim. Bir kez bile küçücük bir yerin bile tozunu almadım. Eve geldim ve yattım. O kadar. Evimi yaşayamadım. Geçen yaz çadır tatili yaptım. Orada herşeyi kendim yaptım ve bundan da büyük bir keyif aldım. Ben starım diye şöhretliyim diye neden çamaşır yıkamayayım? Sadece ev işlerinden söz etmiyorum. Her işimin başkası tarafından görülmesi sonucu bomboş bir insan oldum çıktım. Şöhret olmadan önce belediye otobüsüne biner sahil boyunca gider gelirdim. O otobüslerde ne gördüysem ne yaşadıysam beni besliyordu. Kendi işlerimi kendim görüyordum. Geçen yıl Fransa’daki tatilde şöhret olmadan gezmek beni öylesine mutlu etti ki..<br /><br />Fransa’da Türkiye’de yapamadığınız neyi yaptınız?<br /><br />Yürürken önüme bir halk plajı çıktı. Canım denize girmek istiyor ama yanımda mayo yok. Çıkardım pantalonu, külodumla girdim denize. Yüzdüm, çıktım uzandım bir yere külotla güneşlendim. Nasıl büyük bir keyif aldım bilemezsiniz. Boğaza külotla giren çocukların yaşadığı keyfi yaşayarak çocukluk günlerime kısa bir geri dönüş yaptım. <br /><br />Kadınlar sizi yordu mu?<br /><br />Kadınlar konusunda fazla aç gözlü olduğum bir dönem oldu. O sıralarda kadınların beni yorduğunu söyleyebilirim. Nedense kadınlarla olan ilişkilerimde sanki dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi durmaksızın çalıştım. Niyeyse? Zamparalık konusunda tavan yapmıştım.<br /><br />Şöhret olmadan önce kadınların ilgisini çekmeyen birimiydiniz?<br /><br />Ünlü olmadan önce de aklım fikrim kadınlardaydı. Hep peşlerine düştüm. Ortaokulda, lisede kızlarla sağlıklı ilişkiler kuramadığımız için üniversite başlayınca Saldıray Abi kimliğine büründüm. Bir tek kadını bile retetmedim. Bir kadını ilk kez 35 yaşında ret ettim.<br /><br />Kaç kadınla ilişkiniz oldu?<br /><br />Saymadım. İnsan beraber olduğu kdınların çetelesini tutar mı? Günübirlik yaşadıysam o kadar da ahlaksız davranmadım. Arkadaşlarım çeşitli rakamlar söylüyorlar ama herkes başka bir rakam söylediği için hangisi doğru bilemem.<br /><br />Kabarık rakamlar mı söylüyorlar?<br /><br />Abartıyorlardır. İnşallah da o kadar kabarık değildir. Benim hakkımda bilinmeyen konulardan biri şudur; kendimi gece hayatına attığım veya yanımda bir çok kadının olduğu dönemlerde aslında hep aşk acısı yaşıyordum. Aslında gece gezmelerimin, yanımda bir çok kadının olması sevgilimden ayrıldığım için çektiğim acının göstergesiydi. <br /><br />Bir gazeteciye şöhretin size yaşattığı sıkıntılardan dolayı mı attınız?<br /><br />Gazeteci beni arkamdan çekti. Benim verdiğim tepki bir refleksti. Düşünerek yaptığım bir hareket değildi. Şiddete bu kadar karşı biri olarak ben refleks hareketi sonucu birine vurabiliyorsam sınırı geçmişim demektir. O görüntüler ne kadar çirkindi. Ben neden birine vurayım ki? Neden öylesine çirkin bir olayın başrolünde olayım ki? Eğer birileri arkamdan çekip beni taciz edebiliyorsa, ben de bunun karşılığında yumruk sallayabiliyorsam sınırı geçmişim demektir. Hayatta yapabileceğim en son ve en çirkin davranışı sergilemem benim artık bana bu olayı yaşatan her şeyden uzaklaşmamı gerektirir.<br /><br />Bütün bu radikal kararları bir gazeteciye attığınız yumruk sonrası mı aldınız?<br /><br />Bir süredir vatandaş Teoman olarak ünlü Teoman’a karşı amansız bir mücadelenin içindeydim. İstanbul’dan uzaklaşmaya karar vermiştim. Yumruk sallamış olmam bana aldığım kararın ne ölçüde doğru olduğuu gösterdi. Kararımın bir çeşit sağlaması oldu. <br /><br />Şöhretli hayat özlerseniz geri dönmek zor olmayacak mı?<br /><br />Özlemem. Ben zaten şöhret olmadan önceki hayatıma gidiyorum. Mutlu olduğum hayatıma. Sıradan bir vatandaşken de başarılıydım. Daha reşit bile değilken kendi paramı kendim kazanıyordum. Öğrencilere matematik, geometri ve fizik dersleri veriyordum. Bir yandan da müzik yapıyordum. Boğaziçi Üniversitesi’nde matematik okudum. Sınavlarda Türkiye genelinde ilk 100’e gimiştim. İngiltere’ye gittim, bulaşık yıkadım, yerleri sildim. Amerika’da garsonluk yaptım. Arıca 30 yıl boyunca param olmadı, hiç de utanmadım, mutlu mutlu yaşadım.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-25225342633240429432008-08-12T17:08:00.001-07:002008-08-12T17:09:35.643-07:00Gulenay borekci makalesi Akşam Gazetesi Şubat 2008Gülenay Börekçi Makalesi Akşam Gazetesi Şubat 2008 <br />Uyanmak, işitmeye başlamak demek benim için. Görmeden önce duyanlardan olduğum, seslerin hayatı anlamlandırmakta yazıdan daha etkili olduğuna inandığım için belki.<br /><br />Lakin albümü, kitabı ve ‘skandalıyla’ gündeme oturan Teoman’ı kelimelerinden, müziğini sözlerinden ayrı tutamıyorum. Ve şahsi tarihini arşivlediği şarkılarını, benim hayata dair algılarımı genişlettiği, belleğimi tazelediği için de önemsiyorum.<br /><br />Oysa daha genç ve küstahken, ‘kimseyi ilgilendirmeyecek bir iç döküşler silsilesi’ demiştim şarkıları için. Bireysel tökezleyişlere methiyeler düzüyor, dinleyeni ‘özel hayatın pornografisi’ni yaparak tahrik ediyordu...<br /><br />Yıllar Teoman’ı değil, beni değiştirdi. Aşkın, kimse birbirine hakikaten dokunmuyor diye emniyetli zannedilen büyük şehir kalabalığında ‘yalnızlıktan sağ çıkmanın’ tek yolu olduğunu biliyorum artık. Bu yüzden aşkta zafer kazandığımızda, kendimizi ölümsüz hissediyoruz. Bu yüzden yenilgilerimiz küçük kıyametlerimiz haline geliyor. Aşık olup ölüyor, sonra yeniden aşık olup diriliyoruz. O anlardan öncesi belirsiz, sonrası zaten yok. Ve tam da bu yüzden, nüfuz edilemez yalnızlığımızla savaşırken ruhumuzu üzmenin yollarını arıyoruz. Yasakları sevişerek ihlal ediyor, başka türlü kabul edilemeyeceğimiz kuytu hayat köşelerini aşık olarak keşfediyoruz. Haz almak için, kendini bize vermeyene dokunmaya çalışıyoruz. Kilitli odaların anahtar deliklerinden süzülüyor, yersiz yurtsuzluğumuzu yok saymak için kendimize iki kişilik evrenler yaratıyoruz. Fethetmenin, hüküm sürmenin tek yolu O’nu kendimize aşık etmek; savaşçı ruhumuzun elinden gelen bu kadar. Direnen ruhumuzsa, başkalarının tanıklık etmeyeceği hatta umursamayacağı gözyaşları dökerek ayakta kalabiliyor. Yaşıyor olduklarını hissetmek için kollarına küçük kesikler atan insanlar gibiyiz: Acı çekiyorum, o halde varım. Biliyorum, bu acı sürmeyecek sonsuza dek, yaralarım eninde sonunda iyileşecek. Öldüğümde küçük bir kesikle yeniden dirilebilirim.<br /><br />Teoman sonu olmayan hikayeler anlatıyor şarkılarında; hikayeler anlatan bir adamın hikayelerini... “Yalanlarımız güzel, inanması zevkli” diyor. “Yalan olsa bile bazen bir rüya yeter. Kendimi kandırabilirim, ikimiz de görürsek eğer” diye özetliyor peşine düştüğü mutluluk simyasını. “Bir şey sevmeye değerse, ölmeye de değer mi” diye soruyor. Özgürlüğü seçmekten, başka vücutlar sevmekten, bir şehri tam kalbinden, beyninden vurup gitmekten söz ediyor.<br /><br />Daha da mühimi aşka dair sesleri kelimelere döküyor. Bedeninin başka bir bedene değmesini, spermlerinin bir kadının bacağından süzülerek ölmesini, terinin bir başkasının teninde kurumasını, öpüşlerinin güneşte eriyen kar taneleri kadar kısa ömürlü olduğunu anlatıyor. Arzu, düşkırıklığı ya da keder mırıltılarını, sert porno yankılarını, çarpılan kapıları, barlardaki uğultuyu, her yerde olduğu için hiçbir yerde olamayan bir adamın ıssızlığını dinletiyor...<br /><br />Cüretkar ayrıca. Her anını şarkılarındaki gibi yaşadığını gözümüze sokuyor. Kulaklarımızı bedenlerimizin sesine kapatarak korunabileceğimiz yanılsamamızı yıkıyor; her seferinde ölmesek, bu kadar delice tırsmasak, ne büyük aşklar yaşayabileceğimizi hatırlatıyor. Bize kendimizi; olduğumuz, olabileceğimiz, olmaya cesaret edemeyeceğimiz şeyleri unutturmuyor.<br /><br />Sözünü, sesini, duruşunu engellemeyi, zihnimizdeki varlığını öldürmeyi, hata yapma özgürlüğünü elinden alabilmeyi nasıl isterdik!teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-34695985185314789532008-08-12T17:07:00.000-07:002008-08-12T17:08:05.984-07:00Aycan SarogluAycan Saroğlu Röportajı Akşam Gazetesi Şubat 2008 Roportaji Aksam Gazetesi Şubat 2008Aycan Saroğlu Röportajı Akşam Gazetesi Şubat 2008 <br />Hem yara hem yara bandı 17 yaşındayken ‘Rüzgâr Gülü ile Afrika Menekşesi’ adlı bir öykücük yazmaya çalışmıştım; Afrika menekşesiyle rüzgar gülü konuşuyorlardı... Rüzgar gülü parlak, rengarenk, hareketli ve eğlenceli gözüken hayatında aslında ne kadar yalnız olduğunu anlatıyordu. “Keşke” diyordu, “ya bir rüzgar ya da bir gül olsaydım…” Kendi yarattığım imgeyi öylesine sevmiştim ki, yıllar sonra ilk köşemin adını ‘rüzgar gülü’ koyacaktım…<br /><br />Kim bilir belki de bu yüzden, hep sevdim ‘Bir yaz günü hiç bu kadar üşüdün mü, rüzgar gülü hiç ölümü düşündün mü’ diyen Teoman’ı. Paramparça olma ihtimali hepimizin ruhunda bir yerlerde zamanını bekleyerek kayıtlıyken, ‘baba katli’ni gerçekleştirmemiş o çocuk şöyle sesleniyordu: “Bugün benim doğum günüm, hem sarhoşum, hem yastayım, bir bar taburesi üstünde babamın öldüğü yaştayım.”<br /><br />Freudyen psikiyatride ‘baba katli’ önemlidir, erkek çocuk babasını aşmadan yetişkin olamaz. İşte, babasını hiç tanımadan yitiren Teoman da hepimizin içinde varlığını sürdüren bir yere dokunuyordu o şarkıda. Annemizi de babamızı da gerçekten sevmeyi öğrenmek zaman alır, biliyorduk; anne baba olduktan sonra bile... ‘Mevsim rüzgarları ne zaman eserse o zaman hatırlarım çocukluk rüyalarımı, şeytan uçurtmalarımı’ diye seslenen Teoman hepimizin içindeki çocuğun en samimi sesi değil miydi?<br /><br />Kimse yalancılık yapmasın! Yetişkin dünyalarımızda utanıp bastırmaya çalıştığımız o ana kuzusu, korunmasız ve fırlama çocuk biz değil miydik; sadece saklı köşelerde, tuvaletlerde, yorganın altında, karanlıkta, kimse görmezken itiraf ettiğimiz.<br /><br />Bize yalnızlığın, ölümün, çocukluğun, aşkın, tenselliğin, erotizmin, kaybolmuşluğun, yabancılığın şarkılarını söyleyen Teoman besteciliğinin yanı sıra, Türkiye’nin en iyi şarkı sözü yazarıdır. Şarkılarında ‘an’ı ve ‘bilincin akışını’ yakalayan biri… O yüzden bizi, karanlığının -karanlığımızın- içine çeker ve oradan bir sonraki şarkıyla yine kendi çıkarır. En karanlık şarkılarda bile belki sesinin her daim ‘gönülçelen’ ergen tınısından ya da ertesi şarkısının yaşama bağlılığından dolayı, tümden nefretle, acıyla, ölümle baş başa bırakmaz bizi. ‘Güzel bir gün ölmek için’ derken bile... Şarkıları hüzünlü değildir ama hüzün vardır orada, tıpkı çok sevdiği Leonard Cohen’deki gibi. Yetişkin olmayı sevmeyen Teoman yetişkin olmadan ölen çocukların da şarkılarını söyler. ‘17’ bunlardan biridir. Gencecik yaşta ölüme gönderilen çocuklar için yaptığı ‘İki Çocuk’ta ‘kan revan içinde yan yana aynı köprüde, annelerinin rüyalarında öldükleri yaşlarıyla’ derken bu ülkenin susturulan çocuklarını görürüz.<br /><br />Teoman bunlardan ibaret değil hiç şüphesiz. Mesela arkadaşım Gülenay Börekçi de onun başka bir yanını yazdı, “Arzu, düş kırıklığı ya da keder mırıltılarını, sert porno yankılarını, çarpılan kapıları, barlardaki uğultuyu, her yerde olduğu için hiçbir yerde olamayan bir adamın ıssızlığını dinletiyor bize” diyerek.<br /><br />‘Söz müzik Teoman’ı dinliyorum bu günlerde. Onun şarkılarını ondan dinlemeyi tercih ederim tabii ama yine de bu albümdeki yorumların hepsini, özellikle de Yaşar, Mirkelam, Yavuz Bingöl ve Hayko Cepkin’inkileri çok beğendim. Belki de bir erkeğin şarkılarını erkekler daha içeriden söylüyorlardı.<br /><br />Ve düşünüyorum dinlerken, hayat kadar güzel ve karmaşık tek bir şarkı yazabilmek bile ne kadar olağanüstü bir şey. Hem yara hem yara bandı!teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-13603555670455341472008-08-12T16:59:00.001-07:002008-08-12T16:59:52.639-07:00Nilufer Karacigan Roportaji Aktuel 18 Vol.1 Şubat 2008Nilüfer Karaciğan Röportajı Aktüel 18 Vol.1 Şubat 2008 <br />Teoman kaşımı yardı! Bizler için teoman şarkıları bir klasiktir. birbirinden renkli ve ünlü isimler onun şarkılarını seslendirerek, kendisiyle düetler yaparak ‘söz müzik teoman’ adlı bir albüm oluşturdular. iki albümlük nefis çalışmanın yayınlanması için geri sayım başladı! biz de çalışmanın ruhuna uygun olarak destan tadında olan söyleşimizi ikiye böldük! buyurun size teo vol. 1… devamı haftaya.<br /><br />Düetler albümü yapma fikri nasıl gelişti?<br />Plak şirketimin önerisiydi. Bende aslında bir albüm çıkartacak yeni şarkı yoktu. Bir tane vardı sadece, bir tane daha şarkı yapar ve bana verilen düetler albümü ile ilgilenirim diyordum. Sonra birden bu albüm, başlangıç projemizden tamamen farklı bir noktaya gitti. Aslında daha da iyi oldu. Bir şekilde yola çıkıyorsunuz ve daha sonra proje değişiyor. Mesela pek çok sanatçıya ve şarkıya yer vermek istediğim için son anda albümü Volume 1 ve Volume 2 şeklinde bölmeye karar verdim. Volume 2’de kimler ve hangi parçalar yer alacak çoğunlukla belli. Burada söyleyeceklerim dışında eklenen isimler olacak tabii.<br /><br />Sonuç olarak ne oldu?<br />Tam ne olduğu belli olmayan bir albüm oldu. Bu albümün içeriğinin ana özelliği şarkıların söz ve müziklerinin benim yazmış olmam ama başka sanatçılar tarafından seslendirilmiş olmaları ve benim de bazı şarkılara düet veya geri vokal yapmış olmam. Bu albüm tam anlamıyla bir şarkı yazarının albümüdür.<br /><br />Teoman şarkıları yani…<br />Evet, Teoman şarkıları diye düşünmek lazım. Ancak, önde olan ben değilim hatta genelde arka plandayım. Ticari anlamda ve içerik anlamında her şarkının içinde olmak isterdim aslında. Amaç beraber söylemekti şarkıları fakat bir parça tek başına söylendiğinde düet olarak söylendiğinden daha anlamlı bir hal alıyorsa, o aşamada hemen o düet fikrinden vazgeçeceğim konusunu aklımda tutmuştum en başından.<br /><br />Hangi şarkıyı kimin söyleyeceğine nasıl karar verildi?<br />Birkaç tanesi hariç hemen hemen herkesin kendi inisiyatifine bıraktım. Bazılarına tavsiye ettim. Onu değil, şunu okuyayım diyenler oldu arada, onları da kabul ettim. Esnek bıraktım yani.<br /><br />Aynı şarkıyı seslendirmek için ısrar edenler oldu mu bu arada?<br />Paramparçayı birkaç kişi sordu.<br /><br />Kavga çıkarmış…<br />Yok, problem olmadı. İlla ki bu olsun diyenler olmadı. Bu, sonuçta zevk için yaptığım bir albüm. Piyasanın durumundan dolayı albüm yapmak kişinin kendi zevki için yaptığı bir işe dönüştü diye düşünüyorum artık. Daha maneviyata dayalı bir hal aldı her şey. Ben bu projedeki arkadaşlarımla bir arada çalışmaktan mutluyum, önemli olan da bu. Onlar da benim gibi düşünüyorlar ki bu projede yer aldılar.<br /><br />Bir şeyi daha merak ettim. Parçaların seçim aşamasında sanatçılar sizin tüm albümlerinizi teker teker dinleyerek mi karar verdiler?<br />15- 20 tane, daha öne çıkan parçalarımdan oluşan bir liste hazırlamıştım. Oradan seçtiler ama kendi akıllarında kalan şarkıları tercih edenler de oldu.<br /><br />Tanıdığımız ünlüler dışında yıldızı yeni parlayan isimlere de yer vermişsiniz. Kreş mesela…<br />Evet. Onların albümleri elime geçmişti çok beğenmiştim. Bir de röportajlarını okumuştum. Onlara sevdikleri şarkılar sorulmuş, benim iki şarkımı zikretmişler. Biri Bugün, ikincisi de En Güzel Hikayem. Hakikaten de doğru şarkıları seçmişler söz olarak. Ben de çok severim bu ikisini. Sonra onlara da teklif götüreyim dedim.<br /><br />Çok mutlu olmuşlardır… Herhalde bir piyasa araştırması yapmışsınız; kim hangi parçayı seviyor diye…<br />Daha evvelden senin şu şarkını seviyorum diyen herkesin kompartımanlarını kafama yerleştirmiştim.<br /><br />Albümde hiç tanımadığımız bir isme de yer vermişsin; İrem Candar.<br />18- 20 yaşlarında bir kız o. Daha önce şarkı söylerken dinlemiştim çok da sevmiştim. Eğer albüm çıkartırsa ortalığı sallayacak çok geniş bir sesi var. Gel şu şarkıyı beraber söyleyelim dedim ona da.<br /><br />Farklı farklı jenerasyonlara yer vermişsiniz bir anlamda.<br />Evet. Benden önceki, benim dönemimdeki bir de benden sonraki jenerasyona yer verdim.<br /><br />Playlist’e bakınca hemen eksikliği hissediliyor; Aşk Kırıntısı gibi muhteşem bir şarkı neden yok bu albümde?<br />Sus Konuşma yok, Yağmur yok, Kardelen de yok. Aşk Kırıntısı da olsun isterdim ama onunla bitmiyor. Benim bu şekilde olmasını istediğim daha on şarkı var nereden baksanız. Belki Volume 2’de yer alacaklar…<br /><br />Bu albümde yer almasını istediğiniz isimler oldu mu?<br />Mirkelam, Yaşar ve Feridun Düzağaç gibi tek adamların olmasını çok istedim. Çünkü hepimiz aynı jenerasyondan geliyoruz. Müziğe bakışımız, kişisel tarihimiz bir şekilde benziyor. Şarkı yazarı olarak tanıtmaya çalışıyoruz hepimiz de kendimizi.<br /><br />Her sanatçının kaydında bulundunuz mu?<br />Yok, mümkün olmadı. Birçoğunu bittikten sonra dinleme fırsatı buldum. Bazılarında bulundum. Hepsinde aynı yöntemi uygulamadık anlayacağınız.<br /><br />İşin en meşakatli kısmı olan, sanatçıları ayarlama, saatlerini organize etme faslını siz mi yaptınız?<br />Yok, ben yapmadım. Çok da zor olmamış ama. Bir kısmı bana uzak kişiler değil zaten, kafede görüp kararlaştığım arkadaşlarımdan veya dostlarımdan oluşuyor.<br /><br />Sizi oldukça heyecanlı ve sonuçtan memnun olmuş gördüm.<br />Evet, mutlu olacağım bir iş yapmak istiyordum ama şu an şarkı yazacak durumda değildim. Yaptığım sekiz albümdeki bazı şarkıların bir daha revize edilmesi ve başka başka sesler tarafından yorumlanmış olmaları ve bunun sonucunda o şarkıların başkalaştırılmış olmalarından dolayı mutluyum. Kişisel kariyerim açısından benim böyle bir albümüm olması lazımdı çünkü sektörün nereye gideceği hiç belli değil.<br /><br />Albümünde yer alan sanatçılarda kendi albümlerinde seslendirdikleri parçalara yer vereceklerdir.<br />Olabilir. Ben zaten isteyen herkese şarkılarımı veririm. Sorun olmaz benim için.<br /><br />Para karşılığında mı?<br />Yoo, gerek yok ki. Ben cover’a inanıyorum. Ben söyledim bu şarkıyı başkası söylemesin diye bir derdim yok. Şarkılarımı mümkün olduğunca fazla insan söylesin isterim. Bir şekilde havaya karışsınlar ve insanları etkilesinler isterim. Biri benim şarkımı aldığında ben o kişiye iyilik yapmış gibi de hissetmiyorum kendimi zaten.<br /><br />TEOMAN HEREŞEYE RAĞMAN PAPARAZZİLERİ SEMPATİK BULUYOR!<br /><br />Geçtiğimiz aylarda ekranlarda sizi kroşeler atarken gördük. Acaba kendinize haksızlık edildiğini düşünüyor musunuz?<br />Bu yeni bir şey değil ki. Sırf bana da haksızlık edilmiyor Allahtan. Medya tabii ki olayları değiştirerek başka bir forma getiriyor. Ekonomide nasıl iyi para kötü para var, magazinde de aynı durum mevcut. Yılışıklık yapan, üç kağıt yapan herkes o işlerde başarılı oluyor. Sektör deforme olmuş durumda.<br />Birisi röportaj yaparken sadece sizi sinirlendirmek için arkanızdan ceketinizi çekiyorsa sizin de dönüp yumruk atmaya hakkınız olabilir.<br /><br />Zaten gördüğümüz kadarıyla pek çok köşe yazarı sizi desteklemiş yaptığınız bu hareket konusunda. Sonuçta dayak yiyen arkadaş haksızlığa uğradığını düşünseydi o da size karşılık verirdi veya ortamı bir an önce terk ederdi. Ancak öyle olmadı. Tahrik unsurunun ne kadar yoğun olduğu oradan belliydi.<br />Magazini başlı başına kötülemek hata olur. İnsanların magazine de ihtiyaçları var bu gerçek. Ancak işin bir de paparazzi boyutu var. Onların yaptığı şöyle bir şey var. Geliyorlar ve sizden normal bir şey istemiyorlar. Sizden sizi sinirlendirecekleri anı istiyorlar. Arkadaşları sopa yiyor ve diğerleri de arkadaşlarını bütün aleme rezil ediyorlar. Çocuk neden TV’de dayak yesin ki? Kendi arkadaşlarına kelek atmadılar mı aslında onlar? Kimse “Yapmayın, vurmayın” demiyor ve herkes çekmeye devam ediyor. Eminim ki o anda diğerleri hallerinden gayet mutluydular. “Teoman arkadaşımızı neden dövdü” demiyorlar çünkü.<br /><br />Dayak yiyen de gayet mutlu görünüyordu işin garibi!<br />Aynen öyle. Yıllar evvel de böyle bir şey olmuştu. Dayak yiyen çocuk çok mutluydu. “Sevgilime söyleyeceğim, Teoman kaşımı yardı” demişti.<br /><br />PLAYLİST VOLUME 1<br /><br />Sezen Aksu (Paramparça): İlk kabul edenlerden ve ilk bitirenlerden biriydi kendisi. Sezen kendisi seçti parçayı ben de vokal yaptım ona.<br /><br />Yalın (Gönülçelen): Tek başına söyledi. Başka bir parça önermiştim kendisine ancak o bu şarkı konusunda ısrar etti.<br /><br />Candan Erçetin (Kim?): Daha hit olduğunu düşündüğüm parçaları önermiştim ancak kendisi albümümde daha geri planda kalan bu şarkıyı seçti ve hatta beni de şaşırttı. Plak şirketim bu şarkıyı Candan’ın versiyonundan o kadar çok beğenmiş ki benimkini hatırlamamış bile.<br /><br />Yaşar (Rüzgar Gülü): Ben önerdim. Onun vokallerine ve dünyasına uygun olacağını düşündüm. Normal versiyonundan biraz daha yavaş seslendirdi parçayı. Yaşar’ın bendeki imgesi öyle. Şiire şarkı sözüne verdiği önemi göz önünde bulundurdum. Düet yok bu parçada.<br /><br />Nil Karaibrahimgil (İstanbul’da Sonbahar): Kendisine bu şarkıyı seslendirmesi konusunda ısrar ettim. Bir erkek sesinden sonra tavrının veya içeriğinin bambaşka olacağını düşündüm. Özellikle de bir kadın tarafından seslendirildiğinde şarkı anlamını değiştiriyor, başka bir yere doğru gidiyor. Bu şarkı artık benim şarkım olmaktan çıkıp Nil’in şarkısı olmuş oluyor. Böylece daha farklı bir alana nüfus etmiş oluyor. Nil ile düet yapmadım. Erkek sesi orada şarkıya ihanet etmiş olacaktı.<br /><br />Emre Aydın (Sürpriz): Başka bir şarkıyı önerdim. O da Sürpriz’i seslendirmek istedi.<br /><br />İzel (Senden Önce Senden Sonra): Kendisi tercih etti. İlk dinlediğimde çok beğendim. “Hiç bozmayayım senin şarkını, benim olmama gerek yok” dedim ama o istedi ben de bir yerinden girdim öyle de güzel oldu. Düetlerden bir tanesi oldu. Bir de bu şarkıya 2003’te zaten başka sözler yazmıştım ama albümde yer vermemiştim. Burada bir sürpriz var, daha önce yazdığım ama albümde kullanmadığım sözleri ben seslendiriyorum.<br /><br />Mirkelam (Güzel Bir Gün): Başka bir şarkı teklif ettim. “Yok, ben en çok bunu kendime yakın buluyorum” dedi. Ama ondan sonra anladım neden onu seçtiğini. Haklıymış, onun dünyasına daha çok uyuyormuş.<br /><br />İrem Candar (Duş): Kendi albümü olmadan bu projede yer alan tek isim.<br /><br />Yavuz Bingöl (İki Çocuk): Bu şarkı zaten içerik olarak ilginç bir şarkıydı. İki tane 18- 20 yaşında çocuktan bahsediyor. Bir tanesi Erdal Eren, 12 eylül eylemlerinden sonra ilk asılanlardan biridir kendisi, biraz düzmece raporlarla asılmıştır. Diğeri de onu öldürdüğü söylenen Zekeriya Önge. İkisi üzerine, savaşın saçma sapanlığı üzerine yazılmış bir şarkıydı bu. Benim yaptığım albümde punk’tı. İçerik öyle bir şeydi ki her müziği kaldırabilirdi. Hatta halk müziğine daha bile uygundu. Yavuz Bingöl hem halk müziğinden nağmeler alabiliyor hem de modernize edebiliyordu. O yüzden bu şarkıyı onun seslendirmesi en doğrusu olurdu diye düşündüm. Kendisinin de çok hoşuna gitti sonra. Bu parçayı birlikte okuduk. Yani bu bir tür düet sayılabilir.<br /><br />Kreş (Bugün): “Siz beni beğeniyorsunuz ben de sizi beğendim alın bu şarkıyı yapın” dedim. Düet yapmadık ama şarkının son dizesini ben okudum. İmzalardan bir tanesi buydu. Tarkan Gözübüyük yaptı prodüktörlüğünü çok da güzel oldu.<br /><br />Harun Tekin (İstasyon İnsanları): Harun’a “Sen de yer almak ister misin” dedim. O da kabul etti ve kendisi seçti şarkısını. Hit olan şarkılardan değildi ama sevdiğim bir şarkıydı bu da. Benim albüm versiyonumdan bile güzel söyledi. Çok güzel bir de gitar solosu yaptı. Düet yok.<br /><br />Rashit (Kişisel Bir Şey): Daha önce konsere çıktık. Rock’n Coke’da birlikte sahne aldık. Ben onları çok seviyordum zaten. Oğuz askerde ama askerden izne geldiğinde stüdyoya girdi, şarkıyı söyleyip döndü. Albüm çıktığında herhalde hala vatani görevini yapıyor olacak.<br /><br />Hayko Cepkin (Gökdelenler): Kendisi benim eskiden beri çok sevdiğim bir kişiydi. Ona Gökdelenler’i teklif ettim ama açıkçası onun da bu şarkıyı sevdiğini biliyordum. Onun yaptığı tarza da uyuyor şarkı. En sert şarkılardan biri buydu. Düet yok.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-63165124957516968892008-08-12T16:54:00.002-07:002008-08-12T16:56:57.345-07:00Goksan Goktas Roportaji Aktuel 18 Editör Yazisi Şubat 2008Göksan Göktaş Röportajı Aktüel 18 Editör Yazısı Şubat 2008 <br />Siz deyin Teo<br />Biz diyelim kent ozanı!<br /><br />Ecnebi memleketlerinde “Soung Writer” tabir ederler bir mefhum vardır! “Şarkı yazarı” yani! Tamam hemen “Güzel kardeşim, biz de İngilizce biliyoruz herhalde” diye çıkışmayın! Sakin… Sazını sözüne katık edip, hayatın envai çeşit dalga dümenini, “iç dünyanın” karanlık dehlizlerini, aşkın ve de meşkin her halini, şiire bulanmış sözlerle anlatan müzik ustaları, gönül adamları için kullanılır bu tabir! Bob Dylan, Leonard Cohen ve aklınıza gelecek “Şanson” geleneğinden bilumum Fransız abi ve ablamız bu duruma çok yakışıklı ve güzel birer örnek teşkil ederler! Bizim coğrafyaya geldiğimiz vakit Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil ve ekol farkı olsa da hissiyat ortaklığından Sezen Aksu’nun ellerinden öpmemiz şarttır eğer “şarkı yazarı” mevzusuna giriş yaptıysak! Aslında şarkı yazarı dediğimiz adem oğlu-kızı “tek tabancadır”… Arkasında, sağında, solunda bir takım “aynı ruh haline ortaklık eden” müzisyen, aranjör kankalar olsa da “şarkı yazarı”, icap ettiğinde gitarını kapıp, yalnızlığın her sınavından geçmiş bir hayat ustası olarak müziğini icra edip, derdini anlatabilir! İş ki, anlatacak derdi, söyleyecek sözü olsun! Zaten olmasa şarkı yazarı diyemeyiz kendisine! Neyse, sözü uzatmayalım! Bu ekolün genç temsilcilerinden Teoman, yaşayan efsane olma yolunda hızla ilerliyor! Niye mi? Çünkü Sezen Aksu, Yalın, Mirkelam, Yavuz Bingöl, İzel gibi pop ve rock aleminin ünlü isimlerinin birer Teoman parçası söylediği, hatta bazılarında Teoman’la düet yaptığı iki albüm peşi sıra yayınlanacak! Eli kulağında… Teoman da ifade fonu olarak “rock” güzergahını seçmiş bir “şarkı yazarı”… “Zararı kendisine” diyebileceğimiz bir zamane delisi, bir kent ozanı! Söyleyecek sözü, anlatacak derdi var! Tevellüdü müsait olmayanlar için hatırlatalım; 90’ların sonunda Ada Müzik “Kent Ozanları” adında nefis bir albüm yayınlamıştı, kendisinin orada da “Sessiz Eller” adlı bir parçası vardı! Gitarını kaptığı gibi bir çırpıda derdini anlatmıştı Teo bu albümde de! Bu sayımızda Nilüfer Karaciğan Ş. Nefis bir Teoman söyleşisi hazırladı! Ne ararsak var kabilinden… Fakat nasıl Teo iki albümü Vol. 1 ve Vol. 2 olarak ikiye böldüyse biz de destan tadı ve uzunluğundaki söyleşiyi ikiye böldük… Devamı haftaya! Şimdi: Rahat! Hazrooolllll… Ve hep bir ağızdan…<br /><br />“Suuss konuşmaaa/Sözler kimin umurundaaaaa/Son bir öpücüüük/Yeter açık yaralarımaaa”<br /><br />Keyifli okumalar…teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-6579991717123457982008-08-12T16:54:00.000-07:002008-08-12T16:55:35.516-07:00Sirin Güven Roportaji Cumhuriyet Gazetesi Şubat 2008Şirin Güven Röportajı Cumhuriyet Gazetesi Şubat 2008 <br />Mütevazı eski yaşamımı geri istiyorum.<br />İki yeni projeyle karşımıza çıkan Teoman, istediğinden daha fazlasını elde ettiğini ve hevessiz kaldığını söylüyor.<br /><br />Teoman iki yeni projeyle karşımızda. 'Söz Müzik Teoman' isimli albüm ve kitapla... Teoman'ın şarkılarını Sezen Aksu, Yalın, Candan Erçetin, Yaşar, Nil Karaibrahimgil, Emre Aydın, İzel, Mirkelam, İrem Candaş, Yavuz Bingöl, Kreş, Harun Tekin, Rashit ve Hayko Cepkin 'in seslendirdiği albüm geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. Teoman'ın deyişiyle onun şarkı yazarı kimliğini ön plana çıkaran albümde Teoman'dan duymaya alışık olduğumuz şarkılar bambaşka yorumlarla seslendirilmiş. Aynı isimli kitapta ise, Teoman'ın şarkı sözleri, notaları ve ilk konserinin biletiyle afişi gibi sürprizler var. Teoman'la bu iki projesini konuşmak için buluştuk. Ancak farkettik ki, fazlasıyla bunalmış Teoman. Peşindeki gazeteci ordusundan, kendiyle baş başa kalamamasından, hatta çocukluğundaki gibi duvarın üstüne oturup arkadaşlarıyla çekirdek yiyecek özgürlüğe ve rahatlığa sahip olamamasından... Hevessiz kalmış Teoman, motivasyonsuz kalmış... Öyle ki, "Ben artık kariyerime çok fazla önem vermiyorum. Bundan yirmi yıl sonra da insanlar benim konserlerime gelsinler diye bir dileğim yok. Ben sadece mutlu, huzurlu olmak istiyorum. Onun çaresi de hiçbir şey üretmemekse, onu da yaparım" diyecek kadar bunalmış Teoman. Aynı yaşamı yaşamaktan, peşindeki basın ordusunun ona sürekli müdahale etmesinden... 'Bir dönemi kapatmak istiyorum' dedi bize. İstediğinden çok daha fazlasını elde ettiğini, hevesinin kalmadığını anlattı. Ve inatla vurguladı: "Çok daha mütevazı eski hayatımı geri istiyorum" .<br /><br />Söz Müzik Teoman projesini yapmaya nasıl karar verdiniz?<br />"Plak şirketinin teklifiydi. Aslında düetler olarak başladık ama zamanla her şey karıştı ve değişti... İlk yola çıkışımızdan tamamen farklı bir projeye dönüştü. Eski şarkılarımı ve yapacağım yeni parçalarımı arkadaşlarımla kaydedip, onlarla düetler yapacaktım. Carlos Santana yapıyor ya bu tarz şeyler... Ama sonra bir baktım ki, bazı şarkılar bensiz daha güzel oluyor, bana o şarkılarda yer yok. O zaman illa düet olmak zorunda değil dedim. Arkadaşlarımın şarkılarımı söylemesi hoşuma gitti. Kayıtlara sonradan baktığımda ben olmadan da onlar şarkıları güzel bir hale getirmişler diye düşündüm. Sonra seçtiğimiz şarkıların sayısı 28'e çıktı. Plak şirketiyle bunları 2 ayrı albüm olarak yayınlayalım dedik. İkinci albüm de üç ay sonra çıkacak."<br /><br />Şarkıları ve onları söyleyecek isimleri nasıl seçtiniz?<br />"Eşimiz dostumuz zaten tümü. Yani hepsini bireysel olarak tanıyordum. Sevdiğim, müziklerini beğendiğim ve saygı duyduğum insanlar tümü. Sezen Aksu, Erol Büyükburç, Yaşar, Mirkelam, Feridun Düzağaç, Nil Karaibrahimgil gibi isimler var. Genç kardeşler de var tabii. Kreş, Rashit ve Hayko Cepkin gibi çok sevdiğim yeni jenerasyondan isimler..."<br /><br />Yavuz Bingöl var bir de...<br />"Yavuz Bingöl'e 'İki Çocuk' şarkısını özellikle verdim ben. Etnik sazlarla benimkinden daha güzel olacağını düşünmüştüm. Kim olabilir diye düşününce de aklıma Yavuz geldi. Hem beğendiğim bir sanatçı, hem de arkadaşım. Çok severim Yavuz'u. O parçayı Yavuz söylesin, istediği gibi yapsın istedim. Zaten ben ona direktif verebilecek pozisyonda değilim. O, gerçekten yaptığı tarz müzikte güzel şeyler yapmış biri. Üstelik de benim bimediğim bir alan onun alanı. Ve çok da güzel oldu."<br /><br />ŞARKICI DEĞİL SÖZ YAZARIYIM<br /><br />Albümdeki şarkılar içinden hangileri için 'Benim yaptığımdan farklı olmuş, güzel olmuş' diyorsunuz?<br />"Çok ilginç şeyler oldu. İkinci albümde daha eksantrik şeyler var aslında. Mesela Cem Adrian 'İki Yabancı' yı söyledi. Çok geniş bir ses yelpazesi var onun. Hem kadın, hem erkek vokali seslendiriyor. Yani hem Şebnem Ferah 'ı, hem de Teoman'ı seslendiriyor. Albümdeki bütün şarkılar gerçek hallerinden, onları seslendiren sanatçıların hallerine doğru gittiler. Öyle de olması gerekiyordu zaten. Mesela Sezen Aksu , 'Paramparça' yı fado yaptı, tamamen başka bir yere götürdü. Çok da güzel oldu tabii. Daha evvelden Müslüm Gürses 'Paramparça' yı başka bir tarza çevirmişti. Ben onu da çok sevimiştim, hatta kendiminkinden daha çok sevmiştim. Yeni şeyleri çok seviyorum zaten, o yüzden beni hayal kırıklığına uğratan hiçbir parça olmadı gerçekten."<br /><br />Bu albümdeki isimlerden şarkısını seslendirmek istediğiniz biri var mı?<br />"Bir sürü var canım. Yaşar'dan, Mirkelam'dan ve Sezen'den istediğim şarkılar var aslında. Daha önce bir kere uğraşmıştım ama yapamamıştım. Yani her zaman beceremiyorum böyle şeyleri. 2003'te Sezen'in şarkılarından 'Kaybolan Yıllar' ı denemiştim ama bir türlü halledememiştim. Ona çok yakışıyordu, bana bir türlü olmadı. Çalıştım, çabaladım ama olmadı. Belki bir daha denesem, halledebilirim. Çok güzel bir şarkı, çok seviyorum gerçekten. Beceremedim ama... Bir de Yaşar'ın Körbıçak'ını, Mirkelam'ın Hatıralar'ını da söylemek isterim."<br /><br />Bu projede besteci kimliğinizi mi öne çıkarmaya çalıştınız?<br />"Sonradan iş ona döndü zaten. Yani bu albümün bir anlamı olacaksa, benim şarkı yazarı olarak orada bulunmam gerekiyordu. Kimi şarkılarda düetler yaptım ama bu albümlerin asıl anlamı benim şarkı yazarı olmam. Zaten kendimi düşündüğümde, 'Ben neyim' diye sorduğumda, kendimi bir şarkıcı değil de, şarkı yazarı olarak görmeyi tercih ediyorum."<br /><br />Albümde erkekle düet var mı hiç?<br />"Yavuz Bingöl'e 'İki Çocuk' ta vokal yaptım. Ama tam anlamıyla düet sayamayız onu. Erkeklerle daha zor oluyor zaten. Aşk şarkılarını iki herif söyleyince pek olmuyor. Kendimi geri planda tutmak istedim. Yani şarkıcı olarak pek görünmek istemedim, katılan sanatçılardan rol çalmak istemedim. Mümkün olduğunca onların olsun o şarkı istedim."<br /><br />HEVESSİZ KALDIM<br /><br />Yönetmenlik de yaptınız. Yeni bir film düşünüyor musunuz?<br />"Bir senaryom var aslında. Fakat açıkçası illa da yapayım diye bir hevesim yok. Şu sıralar garip bir dönemdeyim zaten. Ben her sene arada bir depresyona, anlamsızlık dönemine girerim. Bu seferki uzun sürdü ama. Baharda kendimi daha iyi hissedeceğim herhalde. Senaryom bir müzik grubunun yırtmaya çalışmasıyla ilgili. Yani benim iyi bildiğim bir konu. Ama illa ki çekmek zorunda değilim. Senaryoyu yazarken çok mutlu oldum. Beni mutlu etsin yeter. Şöyle bir pozisyona geldim... Artık kariyerime çok fazla önem vermiyorum. Bundan yirmi yıl sonra da insanlar benim konserlerime de gelsinler diye bir dileğim yok. Ben sadece mutlu, huzurlu olmak istiyorum. Onun çaresi de hiçbir şey üretmemekse, onu da yaparım."<br /><br />Eskiden bu tarz dilekleriniz, dertleriniz vardı değil mi?<br />"İnsan kendini tanımlamak istiyor, bir işe yaradığını hissetmek istiyor. 'Bir mesleğim, kariyerim olsun' diye düşünüyor. Ama ben hayallerimden çok daha fazlasını elde etmiş biriyim. Mesela bir albümümün 20 bin satmasını isterken, birden bire 600 bin albüm satan biri oldum. Küçücük bir evim olsun diye düşünürken, birkaç tane ev ve iki araba alabilecek seviyeye geldim. Ama bunlar beni mutlu eden şeyler değil. İnsan böyle bir şeyi hedeflemediği zaman, küçücük şeyler hayal ettiği zaman bunlara sahip olsa da mutlu olmuyor. Eninde sonunda ben bu eski koltukta oturuyorum işte. Pek bir şey üretmek istemiyorum şu sıralar. Daha çok edebiyatla ilgileniyorum aslında ama kendi kendime yazıyorum tabii. Onları illa ki çıkarayım diye bir hevesim yok."<br /><br />Hevessiz kalmışsınız siz. Çok başarılı olmaktan belki.<br />"Evet hevessiz kaldım. Sanırım o yüzden. 'Hiçbir motivasyonun kalmadı' diyor arkadaşlarım bana. Motivasyonum yok, istediğimden çok daha fazlası var elimde..."<br /><br />İçinizde ukte kalan neler var?<br />"Ben boşu boşuna bir sürü şey yaptım aslında. Keşke onları yapmasaydım dediğim şeyler var yani. Bir de sevgililerimle yanlış şeyler yaptım. Çok daha iyi ilişkiler kurabilirdim. Saçmaladım açıkcası. Bağlanmaktan korktuğum için hep kaçtım. Korkaklık yaptım ilişkilerimde, yanlış yaptım..."<br /><br />Bu bir pişmanlık olarak kaldı yani...<br />"Evet, pişmanım. Dört yıl öncesine dönsem şimdikinden daha farklı davranırdım. Bozuldum... Ama bundan sonra değişeceğim. Çünkü yıllardır aynı hayatı yaşıyorum ve aynı hazzı da alamıyorum. Demek ki kendime başka bir yön seçmek zorundayım. Bu gezerek, eğlenerek olacak bir şey değil. Her şeyin cılkını çıkardım yani. Biraz daha düzgün olmalıyım. Her şey önümde fazlasıyla var. Ben çok daha mütevazı eski hayatımı istiyorum."<br /><br />MARANGOZU KISKANIYORUM<br /><br />Kitap ve albüm... Bu ikisi 'olgunluk' projeleri mi?<br />"Aslında öyle biraz. Yani ben bir yandan kendimle ilgili bir dönemi kapamak istiyorum. Sürekli aynı hayatı yaşamak istemiyorum, sıkıldım biraz. Kalıcı bir şeyim olsun istedim. Dünya değişti, ben de kendimle ilgili bir dönemi kapatıyorum. Bu kitap ve albüm benim için güzel birer nokta olacak."<br /><br />Bir dönemi kapatmak derken... Müziği bırakmayı mı düşünüyorsunuz?<br />"Bırakmayı değil. Ben müziği bırakamam. Fakat yeni bir şeyler yapmak istiyorum. Sürekli aynı hayatı yaşamaktan gerçekten çok sıkıldım. Neredeyse 20 senedir müzik yapıyorum ben. Çok da yoruldum açıkcası. Şöyle bir şey var... İnsan ilk albümünü eline aldığı zaman inanamıyor elindeki şeye. Ama beşinci albümde aynı hissi almıyorsunuz... Şarkılarınızı seviyorsunuz, konser vermekten zevk alıyorsunuz ama aynı olmuyor işte. Bazı şeylerin hazzı azalıyor sonuçta zamanla. Müziğin bana verdiği haz azalsın istemiyorum. O yüzden onu doğru bir dozda tutmam gerekiyor. Eskiden olduğu gibi yılda 150 konser vermek yerine, 50 konser vereceğim mesela. Bir de kendimi en mutlu hissettiğim anlar, sevdiğim insanlarla beraber olduğum anlar. Çok yoğun çalışmak istemiyorum bundan sonra."<br /><br />Emekliliğe hazırlanır gibi konuşuyorsunuz...<br />"Tam öyle değil. Hazzı yüksekte tutmak ve mutlu olmak istiyorum sadece. Daha az ama daha özenli konserler vermek istiyorum. Ya da daha az şarkı yapmak ve annemle daha çok vakit geçirmek istiyorum. Onunla tatile gitmek istiyorum mesela. Öyle planlarım var. Bir de şöyle bir şey de var. Bu sanat meselesi fazla sanal geliyor bana. Bir ayakkabı yapan ya da bir şeyi tamir eden insanları kıskanıyorum. Marangozu kıskanıyorum... Daha elle tutulur işler yapanları kıskanıyorum gerçekten. Bazı arkadaşlarım var benim, çok özenerek yemekler yapıyorlar mesela. Onların aldığı o hazzı görüp, 'Benim niye böyle şeylerim yok' diye kıskanıyorum. O tarz şeyler yapmak istiyorum ben de."<br /><br />Bunları yapamamanızın nedeni ünlü olmak mı?<br />"Evet. Haftada bir dışarı çıkıyorum mesela. Ama o gün on kişi üzerime geliyor. Çok rahatsızlık verici bir şey, çok bunaldım. Gerçekten büyük bir rahatsızlık. Bunaldım ama yapacak da bir şey yok sanki. Ne yapsam kurtulamıyorum. Bir yandan onlara da kızamıyorum, nefret edemiyorum o çocuklardan. Benim için durum o kadar zor ki... Gerçekten ne yapacağımı bilemiyorum. Elimden hiçbir şey gelmiyor, yapabilecek hiçbir şeyim yok. Yurt dışına gidiyorum, orada rahat ediyorum bazen. Ama her yerde olmuyor tabii çünkü biz Türkler her tarafa yayılmışız. Oralarda da birilerinin gelip resmimi çektiği oluyor. Ama küçük kasabalara gittiğimde rahat ediyorum."<br /><br />Şöhretin bedelini ağır ödüyorum diye düşünüyor musunuz?<br />"Ben kendimi önemli biri gibi hissetmiyorum ki... Benim üstüme çok geliniyor. Önemliymişim gibi geliyor. O çok rahatsızlık verici bir şey. Bir dakika ya, ben kimim ki? Üç, beş tane şarkı yazdım alt tarafı. Niye benim üstümde 20 herif olsun ki? Çocukken yaptığımız gibi, arkadaşlarımla duvarın üzerinde çekirdek yemek istiyorum mesela... Ama hiçbirini yapamıyorum. Bir kere herkesin benimle ilgili bir fikri var. Hiç kimse beni gerçekten tanımıyor. Birçok kişinin derdi bu aslında. Çözüm olarak insanlar kendilerini bir yerlere çekiyorlar ve kimseyle de görüşmüyorlar. Öyle bir şey yapamam ben. Sonuçta eninde sonunda sokak çocuğuyum ben. Ben aslında tamamen ortada durarak 'Benle ilgilenmeyin ya' demeye çalıştım ama onlar tam tersine benimle fazla ilgilendi."teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-45318302321568586202008-08-12T16:52:00.000-07:002008-08-12T16:54:09.532-07:00Esra Harmanda Roportaji Sozcu Gazetesi subat 2008Esra Harmanda Röportajı Sözcü Gazetesi Şubat 2008 <br />Cihangir’in ara sokaklarından birindeki eski taş binanın ziline bastığımda kapının açılması biraz zaman alıyor. Altında gri eşofman,üstünde tişört var.<br /><br />Saçları dağınık ama yüzünde içimi sıcacık yapan gülümseyişiyle karşımda..Teoman ev haliyle, evi ise her zamanki haliyle.. Misafir gibi karşılanmıyorum, öyle de hissetmiyorum ki bu daha da hoşuma gidiyor.. Çat kapı geliveren bir arkadaş gibiyim..Bir sigara yakıyor, bense etraftakilerle ilgiliyim!! Evin manzarası gel de içme dedirten cinsten, hoş Teoman da bunu yapmıyor değil. Nasıl nereden başlasam diye düşünürken, nazik kahve teklifinden sonra söze önce yeni çıkan albümünden giriyorum. Gülümsüyor, sanki bu soruyu bekler gibi.;<br /><br />Yeni albümünüz hayırlı olsun?<br /><br />“Teşekkür ederim ama benim albümüm demek yanlış olur aslında..Benden başka 14 şarkıcının yorumu var ki hepsinin katkısı benden çok daha fazla..<br /><br />Neden böyle oldu?<br /><br />“Aslında benim aklımda albüm yapma fikri filan yoktu.Uzun zamandır şarkı da yazmıyordum.Elime gitarı alıyordum ama şarkı filan da çıkmıyordu açıkçası..Fikir plak şirketimden geldi. Benim de aklıma yattı İçinde eski şarkılarımda düetlerin yapılacağı bir albüm diye konuşulmuştu.İçine bir-iki yeni şarkı ilave edecektik..Başladıktan sonra kimler söylese diye düşünürken düet fikrinden uzaklaştım.Mesela aklıma gelen biri için,o söylese çok da güzel olur diyordum ama kendime yer de bulamıyordum orda.Düete pek uygun değildi. “Düetler” ismiyle yola çıktığımız albüm “söz-müzik TEOMAN ” oldu.İçinde yer alacak sanatçıların isim listesi o kadar uzadı ki hiçbirinden vazgeçemedik ve iki cd lik bir albüm yaptık..Hatta öyle ki birkaç ay sonra ikinci albümü çıkaracağız..”<br /><br />“Yeni şarkılar yazamadım,olmadı” dediniz..Bunun nedeni neydi sizce?<br /><br />Yeni şarkılar çıksın diye çok da uğraşmadım aslında..Zorlarsam çıkardı ama zorlayarak bu iş yapılmaz.<br /><br />Keyifsiz bir döneminizde miydiniz?<br /><br />“Aslında keyifsiz dönemlerimde daha çok şarkı çıkartırım ben.O dönem başka şeyler de yapıyordum.O tarafa daha çok konsantre olduğum için şarkı formuna dönüşmedi bu kreatif süreç..Bir tane tiyatro oyunu gibi bir şey yazdım.Pek de bilmeden..Çok uğraştım onun için..Roman taslaklarım vardı,küçük denemelerim vardı..İçimden de şarkı sözü yazmak gelmiyordu.Daha önceki yıllarda kafamda önce hikaye belirir sonra onları şarkıya dönüştürürüm.Aklımda hikayeler de yoktu.Her şey çok rahat gitmeyecekse kendimi zorlamak zorunda değilim.Çünkü 9 tane albüm yaptım.Bu albüme bile sokacağımız 28 şarkım varsa ben aslında yapacağımı yapmışım.Bundan sonrası zevke,inanca ve canımın istemesine dayalı şeyler olmalı..Daha önceleri daha hırslı ve iddialıydım..Şimdi ise eski şarkılarım beni tatmin ediyor.<br /><br />Peki yeniden eskisi gibi şarkılar yazamazsam korkusu var mı ?<br /><br />“Hayır paniklemem,demek ki olması gereken buymuş diye düşünürüm.Demek ki ben eskiden yapabiliyormuşum şimdi yapamıyorum diye düşünürüm.Artık eskisi kadar iyi şarkılar yazamayan biri olurum.O anda neyi yapabildiğimin önemi yok.Şimdiye kadar neler yaptığım önemli.Kendimi kanıtlama ya da para kazanmak gibi dertlerim yok artık..Ayrıca ben hiçbir şey yapmasam yazarak mutlu olabilirim.Yazmayı çok seviyorum.<br /><br />Gelecek ile ilgili planınız sakin ve dingin bir hayat mı ?<br /><br />Köye çekilip hiçbir şey yapmayacak bir insan değilim.Sıkılırım da.Hala kitap okumayı çok seviyorum.Bana müzik dinlemek mi,kitap okumak mı deseniz ben müziği bir kalemde silerim.Müzik benim saatlerimi almıyor artık.Üç gündür burada kitap okuyorum,çok da memnunum. Müzik ve sinema da daha seçiciyim.Film seyretmeyi çok severim ama birçoğundan da çok çabuk sıkılırım.100 şarkı verseniz içlerinden 1 tanesini severim.Edebiyatta daha yüksek bu oran.10 kitaptan 2 tanesini seçerim.<br /><br />En çok kimi okursunuz?<br /><br />Milan Kundera’yı çok severim ara ara geri dönerim ona.Edebiyat dışı şeyleri okuyorum.Uzun zamandır dünya siyasetine ve jeopolitik meselelere taktım.Onları okuyorum.<br /><br />Dünya siyasetinde neler oluyor?<br /><br />Dünya siyasetinde o kadar ilginç şeyler oluyor ki..Amerika resmen çöküşün eşiğinde deniyor.Ama biz onlarla ilgilenmiyoruz.Türbana takmış gidiyoruz.Garip ve küçük sorunlarla uğraşıyorlar ve bunlarla zaman geçiriyorlar.Dünya tamamen büyük bir değişimin eşiğinde aslında.Enerji ve ekonomi ile başlayan büyük bir değişiklik var.Amerika’da yönetim değişecek.Nereye doğru gidecek bilmiyoruz.Büyük ekonomik problemleri var.Çin çok büyüyor,Hindistan büyüyor.Rusya bir diktatörlük oluyor.İran-Amerika ilişkisi garip..O yüzden de Türkiye’de gündelik siyaset ilgimi çekmiyor.Türban konusu bugün de üç sene önce de sorun edilen bir konu..<br /><br />Sizce “türban “ olayı çok mu abartıldı?<br /><br />Bence öyle.. Her küçük şey abartıldığı zaman toplumların önü tıkanmış oluyor.Bir tane çiçek yetişecek örneğin,üstüne beton döküyorsunuz o oradan yamuk yumuk bir şey olarak çıkıyor.Dikkatli olmak lazım.Aslında politikacıların perspektifinin çok popülist olmaması gerekiyor.Demokrasi öyle bir şey halini aldı ki,halkı kandırarak veya ikna ederek bir şeyler yapmanın ölçütü olmaya başladı.Halk da her zaman doğru karar vermiyor.Peki bunun alternatifi ne?Demokrasiyi bırakıp diktatörlüğe mi gideceğiz?Onu da yapamayız.Bu dünyanın sorunu..Batının değer yargıları da değişmeye başladı.Eskiden insanlar arasında eşitlik,kardeşlik gibi şeyler söyleyen Fransa artık tamamen başka şeyler söylüyor.Yıllardır orda yaşayan Cezayir göçmeni insanları 2. sınıf sayıyor.Dünyada magazin anlayışı bile değişti?<br /><br />Nasıl yani?<br />Biz magazini reddediyoruz ama Sarkosky magazini kullanıyor şu an ve Carla Bruni ile beraber dünyayı dolaşıyor.Fransa cumhurbaşkanı,bir pop yıldızı gibi karşılanıyor..Kendisini öyle imajlandırıyor..Türkiye’nin yapması gereken şey,halkın daha büyük ve ortak dertlerine sorun bulmak..İşsizlik,gelir dengesizliği,sağlık,eğitim,trafik hepimizin derdi değil mi?Küçücük çocuklar bugün bellerine silah koyup kendilerini kanıtlamaya çalışıyorlar bu tip problemlerin çözülmesi gerekirken uzun zamandır önümüzü tıkayan şeylerle uğraşıyoruz.<br /><br />Sizin magazine bakışınız nasıldır?<br /><br />Magazin kötü bir şey değil bana göre.Herkesi de ilgilendiren bir şey üstelik..Hepimizin magazine minik de olsa ilgisi var..Fakat yapılış tarzı artık çok çirkinleşti.Ben 70 yıllarda küçük bir çocukken teyzemin magazin dergilerine bakıyordum,şimdikine göre çok seviyeli kalıyordu.Açıkçası orda çok büyük yalanlar var gibi de gözükmüyordu.Orda magazinci-sanatçı arasında daha seviyeli bir ilişki ve şefkati de vardı.Şimdi öyle bir şey yok.Burada salt magazincileri suçlamak da doğru değil.Hem sanatçı,hem halk hem de magazini o noktaya getirenlerin suçu var.<br /><br />Magazincilerle yaşadığınız olayda kim suçlu?<br /><br />Benim olayımı anlatayım size o zaman..8-10 tane çocuk,ellerinde kamera ve mikrofonlarla sizi takip ediyorlar.En arkada efendi,terbiyeli bir çocuk dikkatinizi çekiyor.Bir sene sonra gördüğünüzde o artık o terbiyeli çocuk değil..Onu çok suçlayamayız..O da parasını kazanmak için yapıyor bunu..<br /><br />Para kazanmak için ahlakımızı bozmak ne kadar doğru?<br /><br />Bunda haklısınız tabi..Yavaş yavaş yaşandığı için bu durum,onlar da farkında olamıyorlar.Ama gençler..Ve ben gençleri affetme taraftarıyım..<br /><br />Affınıza sığınarak bugün yaşadığım ufak bir şeyi paylaşmak isterim sizinle..Buraya gelirken arkadaşlarım bana takıldılar,aman bir kroşe gelebilir dikkat et diye (kahkahalar)..Hakkınızda bu imajın oluşması canınızı sıkıyor mu??<br /><br />Bana soru soran birine yumruk atmadım ben..Benim arkadan ceketimi çekiştirip dengemi bozmaya,düşürmeye çalışan biri vardı orada.<br /><br />Bize o şekilde yansıtılmadı ama..Size yapılan taciz kesilerek ve farklı bir yorumla “Teoman gazeteci dövdü “ şeklinde verildi..Bu üzmedi mi sizi?<br /><br />Gazeteci demek doğru değil..Her magazinciye gazeteci dersek,her ketaneciye de iş adamı demek gerekir o zaman..(kahkahalar..)..Sadece o başlığa değil,genelinde üzüldüm aslında..Ama tabii ki o duruma düşmek istemezdim.O çocuğa yumruk attığımda mutlu olmuyorum ki?Niye o çocuğu döveyim orda?.Niye o çocuk ceketimi çekecek kadar laubali olsun?Bu çok ayıp değil mi?<br /><br />Bundan sonrası için tedbir almayı düşünüyor musunuz?Eğlendiğiniz mekanları değiştirmek gibi örneğin?<br /><br />Onlar nereye gidersem gideyim buluyorlar beni..(kahkahalar)..Ne yapacağımı bilemiyorum..Gece 4 te ne bekliyorlar acaba? Orası bir bar sonuçta.. Bir de sözüm ona ahlakçı davranmaları da ilginç.Bir konserimde 2 sigara içmişim mesela..Bunu orda 1000 kişi görüyor ama akıllarında bu değil orada söylediğim şarkılar,sahne perfonmansım kalıyordur öyle değil mi?Magazinciler sadece bunu çekip 15 milyon kişiye yayıyorlar..Beni mahkemeye veriyorlar,yargılıyorlar..Sonuçta bakıyorum yaptığım küçücük şey koskocaman bir hale gelmiş..Bu çok çirkin..İçine yorum girince o haber olmuyor ki,yorum oluyor.Yorumu da haber gibi vermek ne kadar doğru siz karar verin.<br /><br />Bu tatsız konudan biraz uzaklaşalım dilerseniz..Hemen yanı başımızda oldukça dağınık bir yatak,mutfak tezgahının üzerinde yine dağınıklık gözüme çarptı..Tam bir bekar evi..(kahkahalar)<br /><br />Orda uyuyorum,içerde uyumayı sevmiyorum..Hem uyku problemim var hem de manzaram güzel..(Teoman’ın salonunun manzarası gerçekten inanılmaz..göz alabildiğine bir mavilik hakim..Tüm boğaz ayaklarınızın altında..Burası insanı üretken olması için kışkırtıyor adeta) Günün doğumunu burada karşılıyorum ve bütün gün bu gördüğünüz koltukta kitap okuyorum ben..<br /><br />Hiç sosyal hayata karışmıyor musunuz?<br /><br />Sosyal hayata karıştığım anda televizyona çıkmış oluyorum..(kahkahalar)..<br /><br />Bu sizin için bir haksızlık değil mi?Hepimiz o mekanlara rahat rahat girip çıkarken siz burada kendinizi o ortamdan çekmek zorunda kalasınız?<br /><br />Bir kere ben niye o insanları görmek zorunda kalayım ki?Benimle ilgilenilsin ilgilenilsin istemiyorum ki..Ben kendini önemli hisseden,star hisseden insanlardan değilim..Bazılarının hoşuna gidiyor..Kamera görmeyince rahatsız oluyordur onlar..Hatta kameraları çağıran, “her tuzum var diyene hıyarla koşan” her mikrofona bir şeyler söyleyen sanatçılar da var..Ama ben onlardan değilim..İnsanlar bizimle bu kadar ilgilenmesinler çünkü biz önemli insanlar değiliz..Onlar kendileriyle ilgilensin,kendilerine önem versinler..Onlar çocuklarıyla 3 saat geçiriyorlar mı?Ama televizyonla geçiriyorlar..<br /><br />Siz kendinizin ve evinizin işleriyle ne kadar vakit geçiriyorsunuz?<br /><br />Ben kendi işlerimi kendim yapmam..Hiç ütü,yemek yapmam mesela.Hep hazır yerim..Bir dönem çok yapmıştım..İngiltere’de-Amerika’da yaşadığım dönemler yemek de dağıttım,yerleri de sildim,dağ gibi bulaşıkları da elimle yıkıyordum..Ün bir süre sonra yabancılaştırıyor insanı bir çok şeye,insanlıktan çıkarıyor bence..Bu sabah kendime kahvaltı hazırladım ve bu beni inanılmaz mutlu etti örneğin..Ben yıllardır kendime öyle bir kahvaltı hazırlamamışım..Bulaşık makinesi,çamaşır makinesi nasıl çalıştırılır bilmem..Hatta sigaramın küllerini yere silkelerim vs. Oradan normal bir hayata geçmek istiyorum.Bir sürü güzel şeyin farkına varamadığımı gördüm.Ben o sanatçı arkadaşlarıma baktığımda hepimizin içinde “tam olmamışlık” o hüznü gördüğümde gerçek hayattan uzaklaştığımızı görüyorum..Be sebeple planlarımın başında hayatımı değiştirmek geliyor.Şu kahvaltımı kendim hazırlasam ne olur?çayımı kendim hazırlasam ne olur?<br />Sizin en mutlu anlarınız hangi anlardır desem?<br /><br />Eski dostlarımla bir arada simit-kaşar-çay ile yaptığımız sohbetlerdir derim..<br /><br />Şöhretin bedeli galiba..<br /><br />Aslında yanımda arkadaşlarım olmak şartıyla eski gittiğim mekanlara hala giderim..Her ne kadar ün beni rahatsız etse de çevrenin bakışlarından rahatsız olmuyorum..Sürekli bana bakıldığının farkında değilim çünkü ben kendimi ünlü zannetmiyorum?Ama bunun yanı sıra bazı şeylerden de mahrumum İnanın alış-veriş yapmayı bile özlüyorum.Eskiden kız arkadaşımla alış-veriş yapmaya bayılırdım,pazara çıkardım..Vapura bile binemiyorum çok zamandır,ki çok sevdiğim bir şeydir o da..Sonra otobüse binmeyi severdim ben Taksi benim tercihim değildi hiçbir zaman.Otobüse bindiğimde o tekli koltuklara geçer,hayallere dalardım..Öyle şeyleri çok özlüyorum..<br />.<br />Araba kullanır mısnız?Ehliyetiniz var mı?<br /><br />Hiç kullanmıyorum..Ehliyetim var ama..Senede bir filan kullanıyorum Geçe sene bir kere kullanayım dedim,arabanın altını vurdum..Hemen çekiciler filan çağırdık yani..(kahkahalar)..Araba kullanışım futbolum kadar kötüdür..Sevdiği şeyi becerebiliyor insan.Ben de hep sevdiğim şeylerin peşinde gittim..<br /><br />Yeniden albümünüze dönecek olursak,belirli bir yaş ve kariyerdeki şarkıcıların tercih ettiği bu işe girmeniz sizce de şaşırtıcı değil mi?<br /><br />“Benim kariyerim yeterli değil bu iş için..Belki şarkılar yeterli ama belkide daha fazla müzik piyasasında olmam gerekiyordu.20-25 senelik bir müzisyen olurum,iki jenerasyonu etkilemiş,arkamdan gelen insanlar olmuş olmalıydı böyle bir albüm çıkarabilmem için..Bülent Ortaçgil’in böyle bir albümü çıkmıştı ve hakkıydı böyle bir albümü çıkarması.Benim bunu yapmak istememde iki neden var..Bir,elimde böyle bir albümün olsun çok istedim.İkincisi Artık cd formatı da yok olacak.Belki bambaşka bir teknolojiyle çıkacak bundan sonra şarkılar..Bundan sonraki hedefim konser albümü..İnşallah cd formatının ömrü bunu yapmama yeter..Şebnem Ferah’ın var,bayıldım..İnşallah benim de olur..”<br /><br />Sezen Aksu,Bülent Ortaçgil gibi kariyerlerinin zirvesindeki isimleri ikna etmek zor olmadı mı?<br /><br />Hiç zor olmadı.Zaten lütfen yapar mısınız diye gitmedim..Çünkü sanatçının bir günü bir gününe uymaz.Bu bende de böyle oluyor.Bazen<br />üşenebiliyorsunuz..İnsanlara “üşeniyorum diyebilirsiniz,bunu da anlarım” dedim..Örneğin Sezen Aksu her ne kadar büyük bir isim,pop müziğinin kraliçesi olsa da,müzisyenlere,müziğe yaklaşımı çok yüksek perdeden değil,eşitlikçi tavırla yaklaşan birisi..Zaten sanatçıların da birbirleriyle olan ilişkileri o noktada olsun isterim..Beni de yeni çıkan arkadaşlar arıyorlar, “bizim albümümüzde söyler misin?” diyorlar daha şarkıyı dinlemeden “tamam” diyorum..Birlikte birşeyler yapmak güzel.Kariyeri oturmuş insanlar için ticari iş yapmak diye bir şey yoktur.İbrahim Tatlıses bugün bir albüm yapıcak olsa artık ona ticari anlamda bir şey katmaz.O adam ne kadar para kazandığını da,ne kadar parası olduğunu da bilmiyordur.Bizler bu işi uzun bir süre geçtikten sonra sadece zevkine yapan insanlarız. Zevk alacağını düşündükleri için oldular..<br /><br />Albümünüzde rock şarkıcısı Şebnem Ferah ve Özlem Tekin’in isimlerini neden göremiyoruz?<br /><br />Şebnem bir şarkı üzerinde çalıştı ama orijinal bir şey çıkaramayacağını söyledi.Çok yorgun olduğu bir dönemindeydi..Bu albümde olmadı ama diğer albümde olmalarını çok isterim..Kendi jenerasyonumdan isimlerin olmasını özellikle çok istedim.Onlarla birlikte bir şey yapmak çok hoşuma gidiyor.Feridun Düzağaç,Yaşar,Mirkelam ile aynı dönemlerde müzik sektörünün içinde yer aldık..Bir şeyleri başardıysak veya değiştirdiysek bunu hep beraber yaptık.Yaşarsak bundan 10-15 yıl sonra,birlikte güzel işler yapmış ve mümkün olduğunca yan yana gelmiş olmak istediğimden çok önemliydi benim için…<br /><br />Hiç kimseye böyle içten ve samimi açıklamalarda bulunmadığını söylüyor Teoman, ve “iyi de oldu” diyor. Sıra fotoğraf çekilmemize geldiğinde,adeta tokat yemiş gibi oluyorum..Olmaz diyor da başka bir şey demiyor..Nedenini ise,hazırlıksız olmasına bağlıyor..Fazla ısrar etmiyorum..Sanatçı kaprisi diyoruz..Tokalaşıyoruz..Ayrılıyoruz.. İkimizde birbirimize teşekkür ediyoruz. Ben bana bu ortamı sağladığı için, Teoman ise içindekileri dışa vurduğu için. Ne iyi etmişiz de buluşmuşuz…teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-76133155700399690052008-08-12T16:51:00.000-07:002008-08-12T16:52:27.188-07:00Ayse Duzkan Roportaji Star Gazetesi Şubat 2008Ayşe Düzkan Röportajı Star Gazetesi Şubat 2008 <br />Hayatta en mutlu olduğum zamanlar en aşık olduğum dönemler.<br /><br />Teoman, bir albüm ve bir kitap çıkarttı. Söz Müzik Teoman adlı albümde ünlü şarkıcılar unutulmaz şarkılarını ya tek başına ya onunla birlikte yorumluyor, Söz ve Müzik Teoman adlı kitapta ise bütün parçalarının sözleri, notaları, ilk kaleme alındıkları halleri ve onun fotoğrafları var. Basında ise kendisine şantaj yapılmasına sebep olan görüntüleri. Karşınızda Türkiye’nin en ünlü rockstarı…<br /><br />Teoman’ın ilk albümünün üzerinden on yıldan fazla zaman geçti. Şarkılarıyla bir dönem başlattı; onunla birlikte, daha önce sadece rock kulüplerde dinleyicileriyle buluşan müzisyenlerin albüm yapmasının yolu açıldı. Bir rockstar gibi yaşadı, hayatı basına yansıdığında adet olduğu üzere inkardan gelmedi, Cihangir’deki evinde yaptığımız söyleşinin kaydını çözerken, birlikte olduğu genç bir kadının görüntülerini internete koymakla tehdit ettiği, onun da bu genç kadını savcılığa şikayet ettiği haberi çıktı basında.<br /><br />-Kırk yaşında olmak nasıl?<br />Daha iyi valla. Eskiden spor yapardım, yaşlanmayalım falan diye. Şimdi yaşlanmanın da kendine göre güzel bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bir de heveslerim azalınca iki şey oldu. Birincisi iyi ya diyorum ben demek ki bu kariyerin, ünün tutsağı olmayacağım. Ama heveslerim de azalınca kendine yapacak bir şey bulamıyorum çünkü 20 küsur senedir bu hayatı yaşıyorum. O zamanlar çok tutkulu ve iddialı bir heriftim. Şimdi öyle olmayınca kendimi bir garip hissediyorum.<br /><br />-Burası bekar evi gibi. Teşvikiye’deki eviniz de böyle miydi?<br />Orada kız arkadaşım vardı ve evi onunla birlikte organize ettiğimiz için her şey tamamdı. Buzdolabı bile daha güzel. O gittikten sonra bir buçuk sene içinde üst katta kimin uyuduğunu bilmediğim zamanlar da geçirdim ama şimdi burası bana daha fazla huzur veriyor. Bazı şeylerde çok düzeliyimdir. Kıyafetlerim, kitaplarım falan çok düzenlidir. Öbür evimde de aynı koltukta otururum ben, bir tane ışığım vardır. Bir baktım ki ben zaten bir metre kare bir yerde yaşıyormuşum.<br /><br />-Ne kadar beraber olunuz?<br />Yedi sene. Bunun çok azında birlikte yaşadık ama…<br /><br />-İlk şarkılarınızda reddedilen bir adam var, daha sora ise hep sıkılıyorsunuz ama gitmiyorlar.<br />(gülüyor) Demek sevgili edinildikten sonra olan bir şey. Bilmiyorum çok emin değilim. Uzun zaman boyunca eğleneceğim, bol kadın olacak hayatımda diye düşündüm. Bu çok zevkli, eğer keyfin yerindeyse. Sonra bir bakıyorsun, boşluktasın. Ondan sonra öbür tarafa geçiyorsun. Arkadaşımın bir sevgilisi var, kızın işten çıkmasını bekliyor, saatine bakıyor falan. Ondaki o keyfi görünce, ben neler kaçırıyorum görüyorum. Bir de hayatta en mutlu olduğum zamanlar en çok kadının hayatımda olduğu, en zamparalık yaptığım dönemler değil, en aşık olduğum dönemlerde en mutluymuşum ben.<br /><br />-‘Çok kadın hiç kadın’ diyorsunuz Zamparanın Ölümü’nde.<br />Valla öyle oluyor.<br /><br />-Şarkı yazma açısından çok mutlu dönemlerin verimsiz olduğu söyleniyor.<br />Çok mutluysam da çok mutsuzsam da yazamıyorum. O zaman evden çıkamıyorum. Hatta 1995’te yoğun bir şeyim oldu, yatak odama gidemiyordum, hiç uyuyamıyordum. Ama ilaç kullanmıyordum. Bir de tabii ilaç alacak param da yoktu.<br /><br />-1995’te parasız mıydınız?<br />1996’ta ilk albüm çıktı, klipleri dönüyor, ben her yere otobüsle gidiyordum. Televizyon programlarına nasıl gideceğimizi düşünüyorduk. Kirayı çok zor ödüyorum.<br /><br />-Annenizin evine dönmeyi tercih etmediniz.<br />Anneme gitsem krallar gibi yaşayacağım. Ama o kişi ben değilim o zaman da. Anneme haftada bir giderdim, çamaşır makinem yoktu, sularım da seyrek akıyor. Kalorifer de yoktu tabii. Ama anneme gitmek bir ihtimal değildi. Biz 1986 senesinde Boğaziçi’nde haftada üç gün yedişer saat prova yapıyorduk. Planımız yıl sonunda tek bir tane konser vermekti. Mirage (o zamanki grubu) olarak kendimize bayılıyorduk. İnsanlar bizi sevsin, sevmesin çok önemli değil. Çok çalışıyorduk, kendimizi olmak istediğimiz kişiye benzetiyorduk. Sssssssssssssssssss Ve yine çok parasızdık. O üç gün bize yetmiyordu, bir prova stüdyosu bulduk Mecidiyeköy’de; üçte çıkıyorduk, otobüs bittiği için kamyonlara otostop çekiyorduk. Dört kişi birleşip taksi tutacak paramız yoktu. Taksiye binmeye 30 yaşında, ünlü olduktan sonra başladım ve bunun bir sorun olduğunu da fark etmiyordum. Paranın gerekli olduğunu düşünmüyordum. Etrafımda da kimsenin paramız olsa falan dediğini hatırlamıyorum.<br /><br />-Büyürken sahnede ve yakışıklı olmak nasıldı?<br />Hayranlarım vardı ama ben tipim iyi falan değil çok iyi şarkıcıyım zannediyordum. Sezen Aksu’yla Barış Manço’yu anma konserine çıkmıştık. Halit Kıvanç benim için ‘Şimdi karşınızda işte hem yakışıklı hem yetenekli sanatçı’ falan dedi. Sezen Aksu ile sahne arkasındayız, ‘Ulan herkese yutturdun kendini yakışıklıyım diye’ dedi. (gülüyor) Çok güzel bir laftı, onu çok sevmiştim.<br /><br />-Yalnızlığı seviyorsunuz.<br />Hep onu söyledim ama bazen de çok sıkılıyorum yalnızlıktan. Arkadaşlarımın hepsi de 20-25 senelik, Açıkhava’daki amatör konserlerine gittiğimiz, 15-16 yaşından beri arkadaşım olan insanlar var, en çok da onlarla görüşüyorum. Her dediğime ‘Evet’ falan demiyorlar, dalga geçiyorlar benimle.<br /><br />-Duş’u çok genç bir kıza, İrem Candar’a söyletmişsiniz…<br />Evet sansürlü Duş bu ama. Düet yaptık ona ama son bölümü onun başına bela olmasın, bu albüm üzerine seksüel temalarla gitmesinler diye otosansür yaptım, kız için. Kareokede dinledim fakat tanışmıştım zaten, çılgın, genç, sempatik bir kız. Bir de baktım ki inanılmaz güzel bir sesi var. Gel sen söyle, bakarız dedim daha doğrusu. Çok da güzel olunca, aranjör de beğendi… Koyduk albüme…<br /><br />-Onun sevgiliniz olduğu söylenecek büyük ihtimalle.<br />(gülüyor) Ama sevgilim falan değil, açıkçası öyle de görmüyorum onu. Biraz fazla genç. Yani 20 küsurlar bile zor oluyor.<br /><br />-Yıllar önce ‘Susan Sontag’ın 10 yaş genç hali beni tekeşliliğe ikna edebilir’ demişsiniz. Kadınlarda akıl çekici midir?<br />Kadınlarda akıl çekici… İlla çok kültürlü olması gerekmiyor ama çok uyanık olması gerekiyor. Bir kere mizah duygusu gelişmiş olmalı o da zekaya dair bir şey zaten. Biz eskiden çok çalışıyorduk kültürlü olmaya galiba; etraftaki kızlar kendilerin paralıyorlardı felsefe öğreneyim falan diye. Şimdi artık öyle insanlar yok. Yeni jenerasyon, milletin ‘çıtır’ dediği kızlar falan bana çok sempatik geliyor ama çok da çekici gelmiyorlar.<br /><br />-Hiç ünlü biriyle ilişkiniz olmadı…<br />Benim hiçbir sevgilim ünlü değildi şimdiye kadar.<br /><br />-İkinci albümde Müslüm Gürses olacak mı?<br />Müslüm Abiyi düşünmedim, Paramparça’yla çok da güzel bir şey yaptı. Onun gibisi olmaz zaten. Ama Müslüm’ün hastasıyım ya. 90’larda Meral Özbek bize kültür dersleri verirdi Boğaziçi’nde Orhan Gencebay’ın arabeskine baktıktan sonra, bakalım neymiş diye döndüğümüz isimlerden biriydi Müslüm Gürses. Yani Müslüm Gürses’le ilişkim yeni değil, 15 senelik bir şey.<br /><br />-Bir gazeteci dövüp gazetecilerden bu kadar destek alan başka biri olmadı.<br />Öyle değil mi? Ben isterim ki yumruk dahil o olayların hiçbiri olmasın. Ama ceketimden çekiyor düşeyim diye, ‘Abi niye yapıyorsun, ayıp değil mi?’ falan diyemem ki ona ders mi vereceğim. Yumruk atmak zorundayım. Ben bunu mahkemeye mi vereceğim beni arkamdan çekti diye. İnsanın elinde hiçbir şey bırakmayınca biz de şiddete dönüyoruz.<br /><br />-İçkili görüntüleriniz konuşuluyor.<br />Bir kere sızmıştım, televizyonlara çıktım, ondan sonra annem çok üzüldü. Ben de dedim ki, ‘Bir daha böyle olamayacağım.’ ‘İçki içmeyeceğim’ diye söz vermedim ki, öyle olmayacağım diye söz verdim.<br /><br /><br />Sanatta çıkış noktan ticariyse imha olursun<br /><br />-Sinan Çetin ‘Üç şair seviyorum, ‘Teoman, Nil Karaibrahimgil, İsmet Özel’ demiş.<br />Sinan benim çok yakın arkadaşım. Onun böyle sözlerinin ciddiye alınması çok ilginç geliyor bana. Nil de onun çok yakın arkadaşı (gülüyor) o bizi övüyor orada. Ben bunu görünce gülüyorum.<br /><br />-İsmet Özel okur musunuz?<br />İsmet Özel okudum zamanında. Bayağı da iyi şair. Şairle şarkı sözü yazarı… Olmaz. Şairlik o kadar zor, başka türlü bir şey. Popüler tarafa gidemeyecek. Ticari sanata aktör olamayacak ve insanların da çilesini o kadar çektiği, kendini harap ettiği bir alan ki yanına şarkı yazarlarını koymak… Şairlere biraz ayıp oluyor. Şöyle de bir şey var, şiirsel şeylerim var diye düşünürdüm ama on sene boyunca çalışmışım kitaba bakıyorum, adamların bir şiir kitabında yazacağı kadar söz yazmışım.<br /><br />- Sinan Çetin’e döneceğim. Çok provokatif demeçler veriyor. Yıllardır film çekmiyor ve her filmi eleştiriyor. Genç erkekler kendilerinden büyük arkadaşlarını örnek alırlar mı?<br />Yok öyle hissetmiyorum, Sinan Çetin’i benden daha çocuksu hissediyorum. O provokatif sözlerini de sabırsız ve biraz da kalın buluyorum. O kadar da emin olmayacaksın kendinden. Eğer herkesi dogmatik olmakla suçlayıp da üç tane Ayn Rand kitabı dünyayı tanımlamış gibi davranırsan o da yanlış olur. Sonuçta gerçeklik kurgusal bir şey, baktığın yere göre değişen bir şey. Şöyle bir şey var, bir tane skala var insanlar kendilerinden daha ticari olan şeyleri beğenmiyorlar, çok daha alternatif olanları da uçuk kaçık buluyorlar. Herkes kendini bu skalada bir yere yerleştiriyor. Şimdi ben daha ticari olan birisine bir laf söylediğim zaman o skalada daha altlarda kendini alternatif bir yere konumlamış birisi aynı lafları bana söyleyebilecek bir pozisyonda. Bunun tersi de geçerli. O yüzden herkes keyfine baksın.<br /><br />-Ticari olmak ya da olmamak bir sanat kıstası olabilir mi?<br />Kültür sosyolojisi derslerinde şöyle bir şey vardı, ana çıkış noktası ticariyse, sanat kendini baştan imha ediyor. Satmak için yapmayacaksın ama yaptığın şeyi satmak için uğraşacaksın.<br /><br />-Mastırınızı kadın araştırmalarında yaptınız...<br />Boğaziçi’nde feminist perspektif dersi çok zevkliydi hakikaten. Rahat geçtiğim, iyi not aldığım derslerdendi. Sosyoloji üzerine master yapmak istedim ve İngilizce yapmak istemiyordum. İstanbul Üniversitesi’ne gittim, kadın araştırmaları bölümü açıldı dediler. Ben hemen feminist perspektifle bağlantıyı kurup girdim. Çok da severek okudum. Tezimi de çizgi roman üzerine yazdım fakat çok kötüydü. Hocam ‘Kendine yakışır bir şey yap’ dedi kibarca. Demek ki yuttururum zannediyordum. Ondan sonra askere gittim, elimde de bu kaldı. İçimde de ukte kaldı, şimdi af çıkacak söylentisi var, çıkarsa yeniden yazacağım.<br /><br />-Okuduklarınız kadınlarla ilişkilerinizi etkiledi mi?<br />Ben daha önce kadınların herhangi bir problemlerinin olduğunu fark etmemişim.Kkadınlar bir de başka bir taraftan bakın diyor. Tarihe biz baksak bir tane kralla bir tane padişah savaşıyor, arada bir şey olmuyor. Binlerce farklı insanın oluşturduğu bir evrensel medeniyet var. Gündelik ilişkilerimi etkileyip etkilemediğini fark etmedim ama bir iyi tarafım vardır, öğrendiğim her şeyi kullanırım. Eminim oradan öğrendiklerimi de kullanmışımdır.<br /><br />Olan fakirlere oluyor<br /><br />İki Çocuk adlı parça 12 Eylül öncesinde bir gösteride öldürülen Zekeriya Önge ve onu öldürdüğü iddiasıyla yargılanıp asılan ve Teoman’ın akrabası olan Erdal Eren’i anlatıyor. Teoman parçayı hazırlarken Zekeriya Önge’nin de uzaktan hımsı olduğunu öğrenmiş. Bilindiği gibi daha sonra kriminoloji raporlarında Önge’yi öldüren kurşunu Erdal Eren’in atmadığı ortaya çıkmış, kemik raporlarında ise 18 yaşından küçük olduğu kanıtlanmıştı. Albümde parçayı Yavuz Bingöl söylüyor. Teoman, bu parçanın daha çok Mor ve Ötesi’nin solisti Harun Tekin’e yakıştırıldığına ilişkin soruya, “Bence bu parçayı bir halk müziği sanatçısının okuması daha iyi. Biz Harun’la, iki Cihangirli ve Nişantaşılı bu çocukların hikayesini anlatmamalıyız” diyor.<br /><br />-Erdal Eren’i ilk ne zaman duydunuz?<br />1980’de duydum.<br /><br />-Akrabanız olduğu için mi?<br />Evet. Hüzünle hatırlanıyordu ama biraz da utanılıyordu. Çok üzülüyordu annem ama aynı zamanda o koşullarda, rejime karşı olan birinin akrabamız olduğu söylenmiyordu ama annemin üzüntüsünü hatırlıyorum. ‘Gidecek çocuk, küçücük, annesi nasıl üzülüyordur’ dendiğini hatırlıyorum. Ben aslında Erdal Eren üzerine bir şarkı yapmak istemiştim. O konuda bir şeyler aldım, okudum ve öteki çocuğa yani Zekeriya Önge’ye çok üzüldüm. Sonra amcam onun da komşu köyden ve uzaktan hımsımız olduğunu söyledi. Bir obje gibi söz ediliyor ondan. Her zaman olan oldu orada, fakir, küçük olanlar gitti, diğerlerine de bir şey olmadı. İkisi de fakir, ikisi de aynı sınıftan geliyor. Bir bakıyorsun biri birini vurdu diye asılıyor ki öyle bir şey olmamış. Ayşe Düzkan Röportajı Star Gazetesi Şubat 2008 <br />Hayatta en mutlu olduğum zamanlar en aşık olduğum dönemler.<br /><br />Teoman, bir albüm ve bir kitap çıkarttı. Söz Müzik Teoman adlı albümde ünlü şarkıcılar unutulmaz şarkılarını ya tek başına ya onunla birlikte yorumluyor, Söz ve Müzik Teoman adlı kitapta ise bütün parçalarının sözleri, notaları, ilk kaleme alındıkları halleri ve onun fotoğrafları var. Basında ise kendisine şantaj yapılmasına sebep olan görüntüleri. Karşınızda Türkiye’nin en ünlü rockstarı…<br /><br />Teoman’ın ilk albümünün üzerinden on yıldan fazla zaman geçti. Şarkılarıyla bir dönem başlattı; onunla birlikte, daha önce sadece rock kulüplerde dinleyicileriyle buluşan müzisyenlerin albüm yapmasının yolu açıldı. Bir rockstar gibi yaşadı, hayatı basına yansıdığında adet olduğu üzere inkardan gelmedi, Cihangir’deki evinde yaptığımız söyleşinin kaydını çözerken, birlikte olduğu genç bir kadının görüntülerini internete koymakla tehdit ettiği, onun da bu genç kadını savcılığa şikayet ettiği haberi çıktı basında.<br /><br />-Kırk yaşında olmak nasıl?<br />Daha iyi valla. Eskiden spor yapardım, yaşlanmayalım falan diye. Şimdi yaşlanmanın da kendine göre güzel bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bir de heveslerim azalınca iki şey oldu. Birincisi iyi ya diyorum ben demek ki bu kariyerin, ünün tutsağı olmayacağım. Ama heveslerim de azalınca kendine yapacak bir şey bulamıyorum çünkü 20 küsur senedir bu hayatı yaşıyorum. O zamanlar çok tutkulu ve iddialı bir heriftim. Şimdi öyle olmayınca kendimi bir garip hissediyorum.<br /><br />-Burası bekar evi gibi. Teşvikiye’deki eviniz de böyle miydi?<br />Orada kız arkadaşım vardı ve evi onunla birlikte organize ettiğimiz için her şey tamamdı. Buzdolabı bile daha güzel. O gittikten sonra bir buçuk sene içinde üst katta kimin uyuduğunu bilmediğim zamanlar da geçirdim ama şimdi burası bana daha fazla huzur veriyor. Bazı şeylerde çok düzeliyimdir. Kıyafetlerim, kitaplarım falan çok düzenlidir. Öbür evimde de aynı koltukta otururum ben, bir tane ışığım vardır. Bir baktım ki ben zaten bir metre kare bir yerde yaşıyormuşum.<br /><br />-Ne kadar beraber olunuz?<br />Yedi sene. Bunun çok azında birlikte yaşadık ama…<br /><br />-İlk şarkılarınızda reddedilen bir adam var, daha sora ise hep sıkılıyorsunuz ama gitmiyorlar.<br />(gülüyor) Demek sevgili edinildikten sonra olan bir şey. Bilmiyorum çok emin değilim. Uzun zaman boyunca eğleneceğim, bol kadın olacak hayatımda diye düşündüm. Bu çok zevkli, eğer keyfin yerindeyse. Sonra bir bakıyorsun, boşluktasın. Ondan sonra öbür tarafa geçiyorsun. Arkadaşımın bir sevgilisi var, kızın işten çıkmasını bekliyor, saatine bakıyor falan. Ondaki o keyfi görünce, ben neler kaçırıyorum görüyorum. Bir de hayatta en mutlu olduğum zamanlar en çok kadının hayatımda olduğu, en zamparalık yaptığım dönemler değil, en aşık olduğum dönemlerde en mutluymuşum ben.<br /><br />-‘Çok kadın hiç kadın’ diyorsunuz Zamparanın Ölümü’nde.<br />Valla öyle oluyor.<br /><br />-Şarkı yazma açısından çok mutlu dönemlerin verimsiz olduğu söyleniyor.<br />Çok mutluysam da çok mutsuzsam da yazamıyorum. O zaman evden çıkamıyorum. Hatta 1995’te yoğun bir şeyim oldu, yatak odama gidemiyordum, hiç uyuyamıyordum. Ama ilaç kullanmıyordum. Bir de tabii ilaç alacak param da yoktu.<br /><br />-1995’te parasız mıydınız?<br />1996’ta ilk albüm çıktı, klipleri dönüyor, ben her yere otobüsle gidiyordum. Televizyon programlarına nasıl gideceğimizi düşünüyorduk. Kirayı çok zor ödüyorum.<br /><br />-Annenizin evine dönmeyi tercih etmediniz.<br />Anneme gitsem krallar gibi yaşayacağım. Ama o kişi ben değilim o zaman da. Anneme haftada bir giderdim, çamaşır makinem yoktu, sularım da seyrek akıyor. Kalorifer de yoktu tabii. Ama anneme gitmek bir ihtimal değildi. Biz 1986 senesinde Boğaziçi’nde haftada üç gün yedişer saat prova yapıyorduk. Planımız yıl sonunda tek bir tane konser vermekti. Mirage (o zamanki grubu) olarak kendimize bayılıyorduk. İnsanlar bizi sevsin, sevmesin çok önemli değil. Çok çalışıyorduk, kendimizi olmak istediğimiz kişiye benzetiyorduk. Sssssssssssssssssss Ve yine çok parasızdık. O üç gün bize yetmiyordu, bir prova stüdyosu bulduk Mecidiyeköy’de; üçte çıkıyorduk, otobüs bittiği için kamyonlara otostop çekiyorduk. Dört kişi birleşip taksi tutacak paramız yoktu. Taksiye binmeye 30 yaşında, ünlü olduktan sonra başladım ve bunun bir sorun olduğunu da fark etmiyordum. Paranın gerekli olduğunu düşünmüyordum. Etrafımda da kimsenin paramız olsa falan dediğini hatırlamıyorum.<br /><br />-Büyürken sahnede ve yakışıklı olmak nasıldı?<br />Hayranlarım vardı ama ben tipim iyi falan değil çok iyi şarkıcıyım zannediyordum. Sezen Aksu’yla Barış Manço’yu anma konserine çıkmıştık. Halit Kıvanç benim için ‘Şimdi karşınızda işte hem yakışıklı hem yetenekli sanatçı’ falan dedi. Sezen Aksu ile sahne arkasındayız, ‘Ulan herkese yutturdun kendini yakışıklıyım diye’ dedi. (gülüyor) Çok güzel bir laftı, onu çok sevmiştim.<br /><br />-Yalnızlığı seviyorsunuz.<br />Hep onu söyledim ama bazen de çok sıkılıyorum yalnızlıktan. Arkadaşlarımın hepsi de 20-25 senelik, Açıkhava’daki amatör konserlerine gittiğimiz, 15-16 yaşından beri arkadaşım olan insanlar var, en çok da onlarla görüşüyorum. Her dediğime ‘Evet’ falan demiyorlar, dalga geçiyorlar benimle.<br /><br />-Duş’u çok genç bir kıza, İrem Candar’a söyletmişsiniz…<br />Evet sansürlü Duş bu ama. Düet yaptık ona ama son bölümü onun başına bela olmasın, bu albüm üzerine seksüel temalarla gitmesinler diye otosansür yaptım, kız için. Kareokede dinledim fakat tanışmıştım zaten, çılgın, genç, sempatik bir kız. Bir de baktım ki inanılmaz güzel bir sesi var. Gel sen söyle, bakarız dedim daha doğrusu. Çok da güzel olunca, aranjör de beğendi… Koyduk albüme…<br /><br />-Onun sevgiliniz olduğu söylenecek büyük ihtimalle.<br />(gülüyor) Ama sevgilim falan değil, açıkçası öyle de görmüyorum onu. Biraz fazla genç. Yani 20 küsurlar bile zor oluyor.<br /><br />-Yıllar önce ‘Susan Sontag’ın 10 yaş genç hali beni tekeşliliğe ikna edebilir’ demişsiniz. Kadınlarda akıl çekici midir?<br />Kadınlarda akıl çekici… İlla çok kültürlü olması gerekmiyor ama çok uyanık olması gerekiyor. Bir kere mizah duygusu gelişmiş olmalı o da zekaya dair bir şey zaten. Biz eskiden çok çalışıyorduk kültürlü olmaya galiba; etraftaki kızlar kendilerin paralıyorlardı felsefe öğreneyim falan diye. Şimdi artık öyle insanlar yok. Yeni jenerasyon, milletin ‘çıtır’ dediği kızlar falan bana çok sempatik geliyor ama çok da çekici gelmiyorlar.<br /><br />-Hiç ünlü biriyle ilişkiniz olmadı…<br />Benim hiçbir sevgilim ünlü değildi şimdiye kadar.<br /><br />-İkinci albümde Müslüm Gürses olacak mı?<br />Müslüm Abiyi düşünmedim, Paramparça’yla çok da güzel bir şey yaptı. Onun gibisi olmaz zaten. Ama Müslüm’ün hastasıyım ya. 90’larda Meral Özbek bize kültür dersleri verirdi Boğaziçi’nde Orhan Gencebay’ın arabeskine baktıktan sonra, bakalım neymiş diye döndüğümüz isimlerden biriydi Müslüm Gürses. Yani Müslüm Gürses’le ilişkim yeni değil, 15 senelik bir şey.<br /><br />-Bir gazeteci dövüp gazetecilerden bu kadar destek alan başka biri olmadı.<br />Öyle değil mi? Ben isterim ki yumruk dahil o olayların hiçbiri olmasın. Ama ceketimden çekiyor düşeyim diye, ‘Abi niye yapıyorsun, ayıp değil mi?’ falan diyemem ki ona ders mi vereceğim. Yumruk atmak zorundayım. Ben bunu mahkemeye mi vereceğim beni arkamdan çekti diye. İnsanın elinde hiçbir şey bırakmayınca biz de şiddete dönüyoruz.<br /><br />-İçkili görüntüleriniz konuşuluyor.<br />Bir kere sızmıştım, televizyonlara çıktım, ondan sonra annem çok üzüldü. Ben de dedim ki, ‘Bir daha böyle olamayacağım.’ ‘İçki içmeyeceğim’ diye söz vermedim ki, öyle olmayacağım diye söz verdim.<br /><br /><br />Sanatta çıkış noktan ticariyse imha olursun<br /><br />-Sinan Çetin ‘Üç şair seviyorum, ‘Teoman, Nil Karaibrahimgil, İsmet Özel’ demiş.<br />Sinan benim çok yakın arkadaşım. Onun böyle sözlerinin ciddiye alınması çok ilginç geliyor bana. Nil de onun çok yakın arkadaşı (gülüyor) o bizi övüyor orada. Ben bunu görünce gülüyorum.<br /><br />-İsmet Özel okur musunuz?<br />İsmet Özel okudum zamanında. Bayağı da iyi şair. Şairle şarkı sözü yazarı… Olmaz. Şairlik o kadar zor, başka türlü bir şey. Popüler tarafa gidemeyecek. Ticari sanata aktör olamayacak ve insanların da çilesini o kadar çektiği, kendini harap ettiği bir alan ki yanına şarkı yazarlarını koymak… Şairlere biraz ayıp oluyor. Şöyle de bir şey var, şiirsel şeylerim var diye düşünürdüm ama on sene boyunca çalışmışım kitaba bakıyorum, adamların bir şiir kitabında yazacağı kadar söz yazmışım.<br /><br />- Sinan Çetin’e döneceğim. Çok provokatif demeçler veriyor. Yıllardır film çekmiyor ve her filmi eleştiriyor. Genç erkekler kendilerinden büyük arkadaşlarını örnek alırlar mı?<br />Yok öyle hissetmiyorum, Sinan Çetin’i benden daha çocuksu hissediyorum. O provokatif sözlerini de sabırsız ve biraz da kalın buluyorum. O kadar da emin olmayacaksın kendinden. Eğer herkesi dogmatik olmakla suçlayıp da üç tane Ayn Rand kitabı dünyayı tanımlamış gibi davranırsan o da yanlış olur. Sonuçta gerçeklik kurgusal bir şey, baktığın yere göre değişen bir şey. Şöyle bir şey var, bir tane skala var insanlar kendilerinden daha ticari olan şeyleri beğenmiyorlar, çok daha alternatif olanları da uçuk kaçık buluyorlar. Herkes kendini bu skalada bir yere yerleştiriyor. Şimdi ben daha ticari olan birisine bir laf söylediğim zaman o skalada daha altlarda kendini alternatif bir yere konumlamış birisi aynı lafları bana söyleyebilecek bir pozisyonda. Bunun tersi de geçerli. O yüzden herkes keyfine baksın.<br /><br />-Ticari olmak ya da olmamak bir sanat kıstası olabilir mi?<br />Kültür sosyolojisi derslerinde şöyle bir şey vardı, ana çıkış noktası ticariyse, sanat kendini baştan imha ediyor. Satmak için yapmayacaksın ama yaptığın şeyi satmak için uğraşacaksın.<br /><br />-Mastırınızı kadın araştırmalarında yaptınız...<br />Boğaziçi’nde feminist perspektif dersi çok zevkliydi hakikaten. Rahat geçtiğim, iyi not aldığım derslerdendi. Sosyoloji üzerine master yapmak istedim ve İngilizce yapmak istemiyordum. İstanbul Üniversitesi’ne gittim, kadın araştırmaları bölümü açıldı dediler. Ben hemen feminist perspektifle bağlantıyı kurup girdim. Çok da severek okudum. Tezimi de çizgi roman üzerine yazdım fakat çok kötüydü. Hocam ‘Kendine yakışır bir şey yap’ dedi kibarca. Demek ki yuttururum zannediyordum. Ondan sonra askere gittim, elimde de bu kaldı. İçimde de ukte kaldı, şimdi af çıkacak söylentisi var, çıkarsa yeniden yazacağım.<br /><br />-Okuduklarınız kadınlarla ilişkilerinizi etkiledi mi?<br />Ben daha önce kadınların herhangi bir problemlerinin olduğunu fark etmemişim.Kkadınlar bir de başka bir taraftan bakın diyor. Tarihe biz baksak bir tane kralla bir tane padişah savaşıyor, arada bir şey olmuyor. Binlerce farklı insanın oluşturduğu bir evrensel medeniyet var. Gündelik ilişkilerimi etkileyip etkilemediğini fark etmedim ama bir iyi tarafım vardır, öğrendiğim her şeyi kullanırım. Eminim oradan öğrendiklerimi de kullanmışımdır.<br /><br />Olan fakirlere oluyor<br /><br />İki Çocuk adlı parça 12 Eylül öncesinde bir gösteride öldürülen Zekeriya Önge ve onu öldürdüğü iddiasıyla yargılanıp asılan ve Teoman’ın akrabası olan Erdal Eren’i anlatıyor. Teoman parçayı hazırlarken Zekeriya Önge’nin de uzaktan hımsı olduğunu öğrenmiş. Bilindiği gibi daha sonra kriminoloji raporlarında Önge’yi öldüren kurşunu Erdal Eren’in atmadığı ortaya çıkmış, kemik raporlarında ise 18 yaşından küçük olduğu kanıtlanmıştı. Albümde parçayı Yavuz Bingöl söylüyor. Teoman, bu parçanın daha çok Mor ve Ötesi’nin solisti Harun Tekin’e yakıştırıldığına ilişkin soruya, “Bence bu parçayı bir halk müziği sanatçısının okuması daha iyi. Biz Harun’la, iki Cihangirli ve Nişantaşılı bu çocukların hikayesini anlatmamalıyız” diyor.<br /><br />-Erdal Eren’i ilk ne zaman duydunuz?<br />1980’de duydum.<br /><br />-Akrabanız olduğu için mi?<br />Evet. Hüzünle hatırlanıyordu ama biraz da utanılıyordu. Çok üzülüyordu annem ama aynı zamanda o koşullarda, rejime karşı olan birinin akrabamız olduğu söylenmiyordu ama annemin üzüntüsünü hatırlıyorum. ‘Gidecek çocuk, küçücük, annesi nasıl üzülüyordur’ dendiğini hatırlıyorum. Ben aslında Erdal Eren üzerine bir şarkı yapmak istemiştim. O konuda bir şeyler aldım, okudum ve öteki çocuğa yani Zekeriya Önge’ye çok üzüldüm. Sonra amcam onun da komşu köyden ve uzaktan hımsımız olduğunu söyledi. Bir obje gibi söz ediliyor ondan. Her zaman olan oldu orada, fakir, küçük olanlar gitti, diğerlerine de bir şey olmadı. İkisi de fakir, ikisi de aynı sınıftan geliyor. Bir bakıyorsun biri birini vurdu diye asılıyor ki öyle bir şey olmamış.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-75310532505018889532008-08-12T16:50:00.000-07:002008-08-12T16:51:41.343-07:00Suat Kavukluoglu Röportajı pafil.com Şubat 2008Suat Kavukluoğlu Röportajı pafil.com Şubat 2008 <br />Ondan geriye kalacak en büyük miras: "SÖZ-MÜZİK: TEOMAN" lar.<br /><br />Hakkında ne kadar çok yorum yapılırsa yapılsın, zaafları nedeniyle ne kadar çok aşağılara çekilmeye çalışılırsa çalışılsın; Teoman Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük star’larından biri ve öyle de kalacak… Onu çelme takıp düşürmeye çalışanlar, ve bu sanal yanılsamaya kapılıp düştüğü anı görmek için birbiriyle yarışanlar çok önemli iki şeyi unutuyorlar: Teoman’ın yorumculuğunu ve müzisyenliğini bir kenara bırakın, sadece bir şarkı sözü yazarı ve bestecisi olarak bile imzasını attığı yüzlerce şarkıyla yeni bir dil yaratıp hem klasikler arasına girdiğini, hem de kendisinden sonra gelen ve benzer hikayeleriyle yürümek isteyen pek çok müzisyene de nasıl ufuk açtığını… Kim ne derse desin, ne kadar yaralamaya çalışırsa çalışsın, Teoman nasıl uçlarda yaşarsa yaşasın, adım gibi eminim ki yıllar sonra Teoman’dan geriye kalacak en büyük miras “Söz-Müzik: Teoman” lar yani yazdığı şarkılar olacak. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve Teoman şarkılarını farklı müzikal kimliklerdeki Türkiye’nin en büyük seslerinin yorumladığı “Söz-Müzik:Teoman” albümü, sanırım bu konuda en doğru cevabı veriyor. Lütfen bu şarkıları bir kez daha dinleyip, sözlerini okuyup bu kez rica etsem sadece Teoman’ın müzisyenliğine odaklanabilir misiniz?<br /><br />Benim Teoman’la ilgili neler hissettiğimi bilenler iyi bilir. Yukarıdaki giriş yazısını okuyarak da epey fikir sahibi olmuşsunuzdur sanıyorum. Onunla pek çok kez röportaj yaptım. Ve her seferinde seçtiği cümleler, kendini anlatırken hislerini ve fikirlerini emanet ettiği sözler karşısında ne kadar farklı ve özel bir adam olduğunu hep hissettim. İlla birebir tanışmanız da gerekmiyor aslında. O zaten en başından beri derdini, tasasını şarkılarıyla bambaşka bir yerden, hiç ummadığınız kelimelerle anlatmaya devam ediyor.<br /><br />Teoman’ı Pafil sayflarına konuk etme nedenimiz, tahmin de edeceğiniz üzere geçtiğimiz hafta yayınlanan Söz-Müzik: Teoman albümü… Bu albümü yazarken istedim ki hem albümde yer alan yeni Teoman yorumlarıyla ilgili bir şeyler söyleyeyim hem de bu vesileyle Teoman şarkılarını seslendiren “farklı müzikal kimliklerde Türkiye’nin en büyük yorumcuları” için bazı notlar düşeyim…<br /><br />YAZIDAN ÖNCE ÖNEMLİ NOT:<br />Albümün hazırlanmasında büyük katkıları olan, kariyerinin başından beri Teoman için büyük emekler harcayan Funda Sanlıman’a bir selam yollamadan yazıya başlamaya içim elvermedi. Yazıyı yazarken Funda’yla epey zaman önce yaptığımız bir konuşma kulaklarımdan gitmedi. “Görür görmez bu adamın bir gün çok büyük yerlere geleceğini hissettim.” demişti. “Ve bir gün olur da, her şey kötüye giderse, ben onunla yeniden o ilk çaldığımız bar günlerine dönmeye hazırım.” İşini hala bu kadar heyecan ve aşkla yapan o kadar az insan kaldı ki…Önünde saygı ve sevgiyle eğiliyor, sizi Teoman şarkılarıyla baş başa bırakıyorum…<br /><br />1. PARAMPARÇA- SEZEN AKSU<br /><br />Albümün en büyük hayal kırıklığı, ne yazık ki aynı zamanda açılışı yapan şarkı; Sezen Aksu yorumuyla Paramparça… Sezen Aksu’nun Paramparça’yı söyleyeceğini duyduğumda çok heyecanlanmıştım. Şimdi ise “Belki ben yanlış duyuyorum”dur diye döne döne dinliyorum. Üstelik değişik ses sistemleri ve kulaklıklar kullanarak… Ama ben yanılmıyorum, bu sefer Sezen Aksu yanıltıyor. Teoman’ın en büyük hitlerinden Paramparça, üstelik en de güzel yorumlaması beklenen sesle sanki “bir yerlere yetişmeye çalışırken” buluşmuş ve ortaya gereksiz hızlı akan bir ritm üzerinde, vurgusunu bırakın anlaşılmayan kelimelerle “Çarçabuk bitsin de yetişeceğimiz yerlere gidelim” tadında öyle havada, öyle yarım bir yorum bırakmış.. Oysa kelimelerin hakkını ve duygusunu Türkiye’de en iyi veren ses Sezen Aksu’dur. Benim kalbim bu “Paramparça” yorumunu kabul etmiyor.<br /><br />2. GÖNÜLÇELEN- YALIN<br /><br />İkinci hayal kırıklığı da Yalın’dan geliyor. Hem de hiç beklemediğim bir şey bu. Çünkü Yalın’ın Gönülçelen’i söyleyeceğini duyduğumda “Evet, dedim. Tam anlamıyla nokta atışı.”<br />Gönülçelen hem sözleri hem de ruhu itibariyle en çok Yalın’a yakışırdı. Peki sorun nerede? Şebnem Ferah’ın Balans ve Manevra filminin soundtrack’in de aynı şarkı için yaptığı yorumu dinleyin, anlayacaksınız. Bir şarkıyı cover’lamanın (yeniden yorumlamak) en kilit noktası, şarkıyı ne kadar kendinizin kılabildiğinizle olan ilgisidir. Titiz ve özenli olmak gerekir. Şebnem Ferah’ın titizliği ve özeni her halinden belli oluyor. Duygusunu ve ruhunu bozmadan adeta şarkıyı yeniden yaratıyor, kelimeleri şahlandırıyor. Yalın, Gönülçelen’i adeta yeni bir Yalın hiti haline getirebilirdi. Çünkü kimya tutuyor ve de Yalın zeki bir müzisyen… Şarkı bu haliyle, sadece rica minnet için Teoman albümüne –biraz da aceleyle- söylenmiş gibi duruyor.<br /><br />3- KİM- CANDAN ERÇETİN<br /><br />Albümdeki en nefis yorumlardan biri Candan Erçetin’den geliyor. Erçetin’in kılı kırk yaran disiplinini, çalışkanlığını artık biliyorsunuz. Adını koyduğu, imzasını attığı ve nefesini verdiği her şey için ne gerekiyorsa yapmaktan asla kaçmıyor. Kısa sürede Türkiye’nin en büyük isimlerinden olmasının en önemli nedeni de –yeteneğinin yanı sıra- kesinlikle budur. Teoman’ın son albümünde kıyıda köşede kalan şarkılarından biri olan Kim, Candan Erçetin’le adeta yeniden hayat buluyor. Benim için de çok özel olan bu şarkıyı bundan sonra Candan Erçetin’den de dinleyebilecek olmak heyecan verici. Bu arada “Söz-Müzik Teoman” albümünün ilk klibi de bu şarkıya çekildi. Üstelik sürprizler de var, ama söylemem…<br /><br />4- RÜZGAR GÜLÜ- YAŞAR<br /><br />Yaşar, Türkiye’nin en büyük erkek seslerinden biridir. Müzikseverleri her zaman şaşırtmasını da bilen yorumculuğunu bu kez Teoman’ın Rüzgar Gülü şarkısı için kanatlandırıyor. Farklı bir tarzla söylediği şarkı yine güzel. Ama ne yalan söyleyeyim, ben Yaşar’dan daha büyük, daha koltuğa mıhlatan bir yorum bekliyordum. Çünkü Yaşar öyledir; sarsar, ürpertir, adeta duvarlara çakar. Onu en son Fikret Şeneş için yapılan özel gecede izlemiştim. Ezginin Günlüğü için yapılan tribute albümde de dinledim… Rüzgar Gülü’nü bir de siz dinleyin bakalım…<br /><br />5- İSTANBUL’DA SONBAHAR- NİL KARAİBRAHİMGİL<br /><br />Bilenler bilir, ben Nil Karaibrahimgil’e pek de bayılmam. Ama her zaman zekasını ve orijinal fikirlerini takdir etmişimdir. Türkiye’de son yıllarda ortaya çıkan ve başımıza gelen “en yenilikçi, en renkli, en modern” şeylerden biridir Nil… İstanbul’da Sonbahar ise Teoman diskografisinde Nil için adeta nokta atışı gibi … Öyle güzel, öyle özenli söylemiş ki Nil; hem çok tatlı bir düzenlemeyle hem de pırıl pırıl bir ruhla... Bir tek şarkının sonundaki “Sonbahar” vokallerinde biraz Gökselvari tınlıyor, o kadar. Tebrik ediyorum…<br /><br />6- SÜRPRİZ- EMRE AYDIN<br /><br />Kocaman bir aferin de Emre Aydın’a... Yine doğru bir “şarkı buluşması”, yine özenli, hakkını veren; hem Teoman’a saygıda kusur etmeyen, hem de şarkıyı kendisinin kılmayı beceren bir yorumculuk... Emre Aydın’la ilgili genel olarak da çok olumlu hissediyorum. Böyle devam ederse kişilikli ve kimlikli özel adamlardan biri olacak, kanımca.<br /><br />7- SENDEN ÖNCE SENDEN SONRA- İZEL<br /><br />Bu şarkıdan önce pek çoğumuz için İzel ve Teoman’ıaynı karede düşünmek belki de o kadar kolay bir şey değildi. Ama İzel’in ışıltılı “Senden Önce Senden Sonra” yorumu sonrasında hem İzel’in iyi bir yorumcu olduğunu yeniden hatırlayacak, hem de Teoman döneminde biraz geride kalan bu şarkıyı bir yerlere yeniden not edeceksiniz. Şarkı da Teoman’dan bir de sürpriz var. Daha önceki kaydında yer almayan bir bölüm Teoman’ın sesinden İzel’e eşlik ediyor. Şarkının etkileyici düzenlemesi için Sinan Akçıl’a da bir selam yollamayı ihmal etmeyelim…<br /><br />8- GÜZEL BİR GÜN- MİRKELAM<br /><br />Mirkelam’la ilgili hislerimi, kısa bir süre önce yine Pafil.com’da uzun uzun yazmıştım. Kalbinden geçenleri, kalemiyle buluşturduklarını merak ettiğim birkaç müzisyenden biridir. İlk dinlediğim andan itibaren beni adeta duvarlara çakan “Güzel Bir Gün” şarkısı, Mirkelam yorumuyla bu kez çok daha sade ve akustik bir kimlikle karşımızda… Bazı şarkılar zıt uçludurlar… Güzel Bir Gün, öyle şarkılardan… Teoman’ın yorumladığı ilk halinde sert, sarsıcı, rahatsız edici olabildiği gibi Mirkelam’ın şarkıya giydirdiği yeni elbisede sakin, yumuşak ve huzur verici de olabiliyor. Teoman da Mirkelam da, böyle zıt uçlu şarkıları her iki formda da en iyi söyleyebilecek özel müzisyenlerden…<br /><br />9- DUŞ- İREM CANDAR<br /><br />Albümün en şaşırtan yorumlarından biri… Hem şarkının yeni formu nedeniyle, hem de şarkıyı seslendiren İrem Candar sebebiyle.. Önce sizi 20 yaşındaki bu genç yorumcuyla tanıştıralım. Bilgi Üniversitesi öğrencisi İrem Candar, Teoman’la, Funda Sanlıman’ın (Teoman’ın menajeri) müzisyen oğlu Gökcan Sanlıman aracılığıyla tanışıyor. Bir karaoke gecesinde İrem Candar’ın sesini dinleyen Teoman, Duş şarkısını yorumlamak üzere teklifi ona götürüyor. Ve ortaya böyle naif ve adeta başka bir “Duş” şarkısı çıkıyor. Teoman diskografisinde her şeyiyle çok sevdiğim bu şarkının böyle akustik, sakin ve ruh okşayan bir hale gelebileceğini hayal bile edemezdim…Can Şengün’ü de unutmayalım elbette..<br /><br />10 İKİ ÇOCUK- YAVUZ BİNGÖL<br /><br />Teoman’ın son albümünde yer alan ve belki de “politik duruş”a en yaklaşan şarkısı İki Çocuk, bu albümde Yavuz Bingöl tarafından öyle hakkı verilerek söylenmiş ki, söyleyecek söz bulamıyorum. “Politik duruş” a en yaklaşan diyorum çünkü Teoman bu şarkıda politika yapmıyor, politik bir meseleyi çok insani ve başka bir pencereden anlatıyor. Yavuz Bingöl’ün yorumundan sonra Teoman’ın bundan sonra yalnızca kendi için değil, başkaları için de şarkı üretmesi gerektiğini düşünmeye başladım.<br /><br />11- BUGÜN- KREŞ<br /><br />Albümde en heyecanla beklediğim yorumlardan biriydi. Kreş grubunu, Jack Daniels Rock yarışmasında 1. oldukları günden beri takip ediyorum. Birincilik sonrası onlarla röportaj yapmıştım. “Popcorn” adıyla hikayelerine başladıkları o günden “Kreş” adıyla ilk albümlerini yayınladıkları bugünlere gelene kadar, kısa bir süre geçmesine rağmen kendilerini her anlamda öyle geliştirdiler ki, bu değişimi şaşkınlıkla ve en çok da heyecanla takip ediyorum. Sahne aldıkları hemen hemen her festivalde en önlerde izledim onları. Bir kere sahnede acayip iyiler. Ve git gide çok daha iyi görünüyorlar. Ve çok iyi olacaklar, inanıyorum… Nefis bir yorum getirdikleri Bugün şarkısı vesilesiyle buraya not etmek istedim…<br /><br /><br />12- İSTASYON İNSANLARI- HARUN TEKİN<br /><br />Teoman’ın en sevdiğim minör hitlerinden biridir İstasyon İnsanları… Daha önce Bülent Ortaçgil’le yaptıkları ortak konserlerde Ortaçgil yorumunu da dinlemiştik şarkının. Harun Tekin’e de çok yakıştığını söylemeliyim… Şarkıya ve yoruma söyleyecek sözüm yok ama Mor ve Ötesi’ne var. Hikayelerini heyecanla takip ettiğim Mor ve Ötesi’nin nasıl olur da, Eurovision için gelen teklifi kabul ettiklerini, haydi o konuda bir bildikleri vardır diyelim, geçelim, ama asıl nasıl olur da HandeYener’e şarkı verdiklerini anlayabilmiş değilim. Bize şaka yapıyor olabilirler mi? Yeri gelmişken sormak isterim…<br /><br />13- KİŞİSEL BİR ŞEY- RASHİT<br /><br />Yine bir doğru şarkı-yorumcu buluşması. Teoman bu şarkısını adeta Rashit için yazmış gibi.Biliyorsunuz Teoman, Rashit grubuyla bu yıl Rock’n Coke’ta da özel bir performans sergilemişti. O konser de oldukça iyiydi, Rashit’in bu albümdeki Kişisel Bir Şey yorumu da… Teoman şarkılarını farklı tarzlarda müzik yapan yorumculardan dinleyince Teoman’ın ne kadar renkli, ne kadar büyük bir hayal ve müzik dünyası olduğunu çok daha net görüyor insan. Kendi sesi ve yorumuyla ister istemez tek bir pencereden bakıyormuşuz yanılsamasına kapıldığımız şarkıları, kendi renklerine uygun müzisyenlerden dinlenince böyle bir tespiti yapmak artık iyice gerekli oluyor.<br /><br />14- GÖKDELENLER- HAYKO CEPKİN<br /><br />Albümün Sezen Aksu yorumu nedeniyle heyecan verici bir açılışı (ne yazık ki) yok ama Hayko Cepkin sayesinde görkemli bir finali var. Son yılların en öne çıkan ismi Hayko Cepkin, ülke çapında adeta bir fenomen olmuş durumda. Hayran kitlesi gün be gün çığ gibi büyüyor, konserleri dolup taşıyor, Hayko’nun nefes verdiği her ses cam gibi parlıyor. Teoman’ın karanlık hitlerinden Gökdelenler’i bir tek Hayko Cepkin söyleyebilirdi. Ellerine sağlık Hayko, kim tutar seni!!!teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-25381892394293871092008-08-12T16:49:00.001-07:002008-08-12T16:49:35.620-07:00Fatih Vural Roportaji Zaman Gazetesi Şubat 2008Fatih Vural Röportajı Zaman Gazetesi Şubat 2008 <br />Artık evimde uyumak istiyorum.<br />Teoman, iki senelik aradan sonra, aynı ismi taşıyan bir albüm ve kitapla karşımızda. Söz-Müzik Teoman, onun susup kendi şarkılarını başkalarından dinlediği bir keyif albümü. Kitap ise 11 yıllık göz önündeki yolculuğun izdüşümü...<br /><br />İsmi skandallara karışan, hayatı magazin basınına konu olan Teoman, 'Keşke çabuk yaşlansak' dediği bir döneme girdiğini söylüyor. Eskiden boyadığı saçlarını artık boyamayı düşünmüyor söz gelimi; biriktirdiği, yığdığı ve üzerine bir yük gibi asılı kalan şeyleri arkadaşlarına dağıtıyor. Daha az modern, daha çok sade bir yaşamı özlediğinin ipuçları var sözlerinde. 'Huzura ihtiyacım var' derken, aynı zamanda arkadaşı Feridun Düzağaç'ın, kızıyla olan mutluluğunu kıskandığını söylüyor. Fakat bu halinden kolayca vazgeçemediği itirafı ekleniyor huzur özleminin kuyruğuna. "Ama ben ödleğin tekiyim." diyor sonra, "Cayabilme ihtimalim hep arka cebimde olsun isterim."<br /><br />Teoman ile yeni kitap ve albümünü; kah mola vererek, kah sıkılarak yaptığı hayat yolculuğunu konuştuk.<br /><br />Hakkında söylenecek ve kendisinin söyleyeceği çok söz olan bir karakter, Teoman. Ama o, buna rağmen susmayı tercih ediyor. Hayatını küçültüyor, daha önce terk ettiği küçük evine geri dönüyor. Kitaplara ve filmlere gömülmüş karanlıktan bir evden çıkmış, yeniden taşındığı Fındıklı'daki bomboş evinde sadece denize bakıyor. Hayatını, işe yaramaz her şeyden temizlerken, saçlarında artan beyazlar için, "Bu kadar çok olmadıkları için boyuyordum; artık boyamam." diyor. Böyle bir dönemde, kendi hayat bilgisinin dökümünü şarkıcı dostları yapıyor Teoman'a. 'Söz Müzik Teoman' projesinin ilk albümünde Sezen Aksu, Candan Erçetin, Emre Aydın, Yaşar hatta Yavuz Bingöl gibi dostları, onun şarkılarını söylüyor. Daha sonra sıra Sertab Erener, Demir Demirkan ve Feridun Düzağaç'a gelecek. 11 yıllık profesyonel müzik yaşantısı ise yine aynı adı taşıyan kitapla bugüne taşınıyor. Bu kitap, Teoman'ın hayat bilgisi kitabı bir nevi... İçindeki resimlerden, şarkılarını yazdığı peçetelerin solukluğuna kadar... Keşke, herkes bu kadar şanslı olabilse...<br /><br />Söz ve Müzik Teoman'ı bir saygı (tribute) albümü olarak görüyor musunuz?<br /><br />Tribute albümü değil bu. En azından kariyerim yetmez ona. İlk albümüm çıkalı 11 sene oldu. Bülent Ortaçgil gibi 30 yıldan fazla bir kariyeri olan sanatçı için mantıklı; ama benim için değil. O yüzden bu albümü tribute olarak tanımlamak istemiyorum. Nasıl adlandıracağımı bilemiyorum.<br /><br />Böyle bir çalışma için erken değil miydi?<br /><br />Erken olabilir; ama CD dediğimiz şey yakında yok olacağı için albüm formatında böyle bir şeyim olsun istedim. Ama bu proje, en başta plak şirketimin fikriydi. Düetlere yer vereceğimiz bir albüm yapalım dediler. Eskilerden 10 şarkı seçelim, onları başkalarıyla söyle dediler. Zaten bir sürü düet yapmıştım. Yeni bir-iki tane daha şarkı yazarsın dediler. Sadece bir tane yazdım. O arada insanları seçiyorduk zaten. 10 şarkı düşünürken, baktım başka isimler de eklendi projeye. Bana gerek kalmadı. Düetten çıkarıp, arkadaşlara söyleteceğimiz 10-15 şarkılık albüm yaparız dedik. Şarkı sayısı 21'e çıkınca double CD'ye döndük. O da arttı, 15 sanatçıdan oluşan bir tanesini çıkaralım, öbür CD'yi de 'Söz Müzik Teoman' olarak yaparız dedim.<br /><br />Bu albüm, sahibini şımarttı mı?<br /><br />Ben kendimi şarkı yazarı olarak tanımlamak istediğim için böyle bir şey hoşuma gitti. Sonradan da başka bir duygusal boyuta geliyor zaten. Bu nedenle plak şirketimin çok umrunda olmayan insanları, "Bunları kim dinliyor?" dedikleri isimleri de albüme aldım. Ben genç çocukların yorumunu beğeniyorum.<br /><br />Kastettiğiniz gençler arasında, sizinle benzer tarzda müzik yapan ve becerikli bir söz yazarı olan Emre Aydın da var. Diğer tarafta, Feridun Düzağaç gibi sizinle aynı dönemi paylaşan usta söz yazarı da...<br /><br />Feridun, arkadaşım zaten. Bir albüm yapsa, beni çağırsa, koşa koşa giderim. Emre Aydın'ın gittiği yolu kendime çok yakın buluyorum. Emre Aydın'a başka şarkıyı önermiştim. Ama o eski şarkılarımı bildiğini ve Sürpriz'i söylemek istediğini söyledi. Feridun da, Yollar'ı kendisi seçti. İki şarkı da, hit sayılmayacak şarkılar. Ama şarkı yazarları hit şarkıların değil, kendilerine ait olmasını istedikleri şarkının peşinden giderler.<br /><br />"Bu adam, bu şarkıya cuk oturur" dedikleriniz oldu mu?<br /><br />İki, üç isimde ısrarcı oldum. Rüzgar Gülü'nün Yaşar'ın sesine cuk oturacağını düşündüm. Onu da bir şarkı yazarı olarak görüyorum. İstanbul'da Sonbahar'ı Nil Karaibrahimgil'in sesinden dinlemenin bambaşka olacağını düşündüm. Bir tane rol yazıyorsunuz; ama aslında her şarkıyı farklı bir kişi canlandırıyor. Daha doğru bir casting oluyor.<br /><br />Dinleyici, bazı şarkıların güme gittiğini düşünebilir mi?<br /><br />Düşünür, herhalde. Kendi şarkılarımı arkadaşlarımdan dinlemek hoşuma gidiyor. Ama yakın arkadaşlarıma dinlettiğimde, hiç yakıştıramadıkları parçalar oldu. Ama hangileri söylemem.<br /><br />İlginçtir ki albümdeki birçok ismin, ilk albümünü yayımladığı dönem sizinle örtüşüyor. Yaptığınız müzik farklılaşsa da aynı kuşağın sanatçılarısınız...<br /><br />Evet, doğru. Hepimiz bu heyecanı yaşadık, o dönemler. Ama bu, benim belki de CD formatındaki son albümüm. MP3'e geçildiğinden beri keyfim çok kaçtı. MP3'ü ben de kullandım. Limewire'dan bir sürü şey indirdim. Ama plak, CD satan yerleri görüp de param hangisine yeter demeyi, aklımın alamadığım plakta kalmasını özlüyorum ben. Fiziksel varlıklarını çok seviyorum.<br /><br />Böylesine bir albüm, 40 yaşın getirdiği bir olgunlukla kendine aynada bakma isteği olarak algılanabilir mi? Ya da retro, geriye saran bir hayatı yaşama isteği?..<br /><br />Gidişatın tersine doğru gitmek istiyorum. Bu eve (Fındıklı'da denizi gören bir ev) geçmemin nedeni de bu. Bu yılın başında bütün kitaplarımı taradım. "Ben bunları şimdiye kadar okumadım, bundan sonra okuyacak mıyım?" diye sordum. O kalın kitapları biriktirmişim; ama içine bile bakmamışım. Biriktirdiğim ve hiç izlemediğim DVD'leri de bir araya toplayıp arkadaşlarıma dağıttım. Çok rahatladım. Hard diskimde 900 albüm var; ama ben oradan müzik dinleyemiyorum. Bu arada CD'den de sıkılmışım. Onların da hepsini verdim. Şimdi artık küçük şeylerim olsun istiyorum.<br /><br />O anlamda tutucu musunuz?<br /><br />Geriye doğru gidiyorum. Eskiden daha modern bakıyor, değişikliği çok seviyordum. Belki yaşla ilgili bir şeydir.<br /><br />Algılanış biçimlerinize dair fikir yürütür müsünüz?<br /><br />Herhangi bir şeyi analiz ettiklerinde, bana herkes kafayı yemiş gibi geliyor. Benimle ilgili olması önemli değil. Modernin bir sonraki aşaması nedir bilmiyoruz. Dünya acayip değişiyor. Kafam çok karışık. Okulunda okudum; ama kendime dair şüphelerimin en yoğun olduğu dönem, bu. O yüzden de diyorum ki; bari kendi içime döneyim, bildiğim yolda gideyim. Nasılsa insan kendi dünyasını kendisi var ediyor.<br /><br />Yaşlanmayı sevdiğinizi söylüyordunuz?<br /><br />Keşke çabuk yaşlansak, ihtiyacımız olan huzur için. Arkadaşlarımın, anne ve babasıyla Bodrum sahilinde çekirdek yemesini çok seviyorum ben. Mesela Feridun'un kızıyla olan mutluluğunu kıskanıyorum. "Abi, bizim patronu çocuk filmine götürmem lazım." deyip randevumuzu erteliyor. Ama ben ödleğin tekiyim. Bu halimden kolay vazgeçemem. Cayabilme ihtimalim arka cebimde olsun istiyorum. Duygularıma çok güvenmiyorum.<br /><br />Bir yanda bağlanma isteği, bir yandan da yalnızlığı kaybetme korkusu?..<br /><br />Ama bu, birçok kimsede var. Allah'tan...<br /><br />İlk albüme bakınca ne görüyorsunuz?<br /><br />Çok seviyorum; ama pek beğenmiyorum. Ana çıkış noktasının ne olduğunu hatırlamıyorum. Ben bir müzisyenim, başkalarının yapmadığı bir albüm iddiasıyla hazırlamıştım o albümü. O iddia, çok da önemli değilmiş. Sonradan anladım. Şarkı sözlerine baktığım zaman, bazıları hariç palavra sıktığımı gördüm. Baksan, ışık var mı o albümde? Var. Ama bence 2.si, ilkinden daha güzel. 3. albümüm '17' içinse, "Ben şarkı yazmayı bu albümde öğrenmişim." diyorum.<br /><br />Son solo albümünüzü yayınlayalı 2 yılı aşkın bir süre geçti ve geldiğiniz noktada şarkı yazamadığınızdan bahsediyorsunuz. Bu nokta, çoğu sanatçıyı korkutur. Sizi, en azından ürkütmüyor mu?<br /><br />Şarkı sözü yazmak benim için çok kolay; ama benim hevesim yok. Yazdığım bir şarkının kuyruğuna takılan yeni şarkılarla albüm çıkarabilirdim. Ama kuyruğuna takılmasın işte! Başka bir yere gitsin. Eğer gitmiyorsa da gitmesin... Ben kafam basmayınca, arkadaşlarımın röportajlarını okurum. Feridun'un bir sözü beni çok çekmişti. "Sürekli aynı yerden yola çıkıyorum ve aynı yolu takip ediyorum. Bu albümde bunu değiştirdim." demişti ve değiştirmişti hakikaten. Başka bir yöntem bulmaya çalışırım belki ben de. Bundan sonra albüm yapamazsam ne olur diye bir kaygı da taşımıyorum. 3 gün boyunca kitap okuduğumda da keyfim yerinde, illa ki şarkı yazmak zorunda değilim.<br /><br />Yaptığınız sürprizlerden biri de Söz ve Müzik Teoman isimli kitap... Görsel ve yazılı kişisel tarihinizi halka açmışsınız...<br /><br />Kitap üzerinde çok çalışmadım aslına bakarsan. Yazdığım söz ve müzikleri; peçetelere, uyduruk kağıtlara yazdığım notları bir kolaj haline getirdik. Görselliği güçlü olsun diye, 10-11 senenin taranması üzerine ortaya çıkan resimlerin konulduğu bir kitap oldu. İyi oldu benim için. Arada bir bakıyorum, nelerden bahsetmişim diye. Oradaki herhangi bir şarkıya baktığım zaman, o dönemdeki yaşantım gözümün önünde canlanıyor.<br /><br />Bu kitapta, Teoman'ın alışageldiğimiz otel tutkusunu gösteren çok sayıda fotoğraf var. Ama şimdi otellerden nefret ettiğinizi söylüyorsunuz...<br /><br />Artık evimde uyumak istiyorum. Eskiden 20 gün boyunca bir turneye çıkıyorduk, hiç de "Aman eve gideyim." demiyordum. Şimdi bir konser vermeye gittiğimde, en güzel yer dahi olsa, gecenin bir vakti uçak ya da araba, ne varsa onunla dönmek istiyorum. Ankara'da konser 12'de bitiyor. Bir arabaya atlıyorum ve dört buçukta evimde oluyorum. 5 yıldızlı oteli istemiyorum, kendi yatağımı istiyorum. Bir ara yılda 150 konser veriyordum ve yılın 6-7 ayını başka yerlerde geçiriyordum. İnsanın kendini parlatma hevesi olduğu zamanlar bu bir külfet gibi gelmiyor.<br /><br />Dört duvar arasına sıkışma isteğinin altında neler yatıyor?<br /><br />Eskiden de evcimendim aslında. Geçen gün gördüm, ilk röportajlarımın birinde "Bir evim olsa yeter bana." demişim.<br /><br />Şimdi iki eviniz var?<br /><br />Daha çok var da... (Gülüyor) Ama ben burayı seviyorum.<br /><br />Saçlarımdaki beyazlar arttı, artık boyamam<br /><br />Başka bir şehirde eviniz var mı?<br /><br />Hepsi İstanbul'da. Babamdan kalma, Giresun Alucra'da bir köy evimiz var. 25 seneyi geçti gitmeyeli. Alucra Belediye Başkanı, benim kuzenimdir. Geçen yıl, festival için davet etmişti, gidememiştim. Bu sene gitmeyi istiyorum. Bizim köyümüz Parak, Babapınar köyü. Bıraktığımda, çok güzel bir yerdi. Ama köyler geliştikçe çirkinleşiyorlar. Konak dedikleri, büyükçe bir köy evimiz var orada. Babamın doğduğu ev orası. Evi yenilemek istiyorlar. Ben buna karşı çıkıyorum. Güzel bir okuma odası, kütüphanesi vardı, hatırlıyorum. Elektrik bile yoktu; hava kararırdı, hemen uyurduk. 10 yaşında olunca bu tip yerler çok çekici geliyor. Şimdi nasıl gelir merak ediyorum<br /><br />Aradan geçen onca zaman sonra saçlarınızdaki beyazlar artmış...<br /><br />Aslında eskiden boyuyordum. Azdılar... Şimdi sayısı çok fazla. Ben yeterince beyaz oldu diyorum. Bundan sonra boyamayı düşünmüyorum.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-22329123106463632092008-08-12T16:42:00.000-07:002008-08-12T16:43:23.280-07:00Zuhal Hamzaoğlu Roportaji Arena Şubat 2008Zuhal Hamzaoğlu Röportajı Arena Şubat 2008 <br />Geceleri hızlı yaşayan, içkiye, kadınlara düşkün, hırçın bir kazanova fotoğrafının yanında evinde kendiyle olmaya bayılan; kitapları, filmleri, sevdiğiyle ve yazılarıyla mutlu, dingin bir adam. Teoman çelişkiler dünyasının ritmini, melodisini seviyor ancak aslen sözlere tutkun!<br /><br />Ne oldu da şarkılarınızı başkalarına teslim etmeye karar verdiniz?<br />Ben artık ne zaman albüm yapacağımı düşünüyordum; plak şirketi, istersem araya yeni parçalar da ekleyerek eski parçalarımı düetlerle söylememi teklif etti. Düetlere sanatçı seçerken, bazılarında düet olmadan daha iyi olacağını düşündüm ve birdenbire olay karıştı. Sonunda 28 parçayı 14, 14; bir ocak bir de mayıs ayında albüm olarak çıkaralım fikrinde karar kıldık. “Bu şarkıların ortak paydası söz ve müziğinin bana ait olduğu parçalar olsun, ben de mümkün olduğunca o şarkılara katılayım ama zorunluluğu da olmasın...” dedik. İsmi de ‘Söz Müzik Teoman’ oldu.<br /><br />Sanatçılar kendileri mi seçti söyleyecekleri parçaları?<br />Bazıları kendileri seçti. Bazıları benim aklımda zaten vardı; mesela Nil ve Yaşar gibi isimlere, yakın arkadaşlarım oldukları için onlarda iyi olacağını düşündüğüm parçalar için ısrar da edebildim. Bazılarına ise birer parça gönderdim ama onlar başkalarını tercih etti “Yok aslında benim şunda daha evvelden gözüm vardı...” diye...<br /><br />Yavuz Bingöl gibi farklı müzik dallarından insanlar var projede. Parçaların düzenlemeleriyle oynandı mı?<br />Tabi, düzenlemelerin hepsiyle oynandı. Düzenlemeyi tamamen onların isteyine bıraktım, tamamen onların şarkıları olsun, ben biraz daha geride kalayım<br />istedim.<br /><br />Şarkılarınızı tamamen farklı müzik yapan insanlardan dinlemek nasıl bir şey?<br />Çok zevkli, özellikle parçayı ilk duyduğunuz an. Aynı şarkıyı farklı kişiler söyleyince bambaşka olabiliyor, özellikle kadınlarda çok değişiyor.<br /><br />Sizin sırada bekleyen yeni parçalarınız var mı?<br />Bir tane parçam var ama o da konsepti bozuyor. Gerçi benim fikirlerim çok da değişkendir, mayıstaki ikinci albüme dek ben bir tane daha parça yaparsam, özellikle düet formatında olursa ikinci albüme koyabilirim.<br /><br />Bu dönem şarkı yazamadığınız doğru mu?<br />Aslında elime çok da gitar almıyorum ama çok kreatif bir dönemimde değilim şarkı yazmak anlamında. Psikolojik olarak iş yapmaya da ihtiyacım var; bu albüm bana o rahatlığı sağlıyor. Hem çok kreatif olmak, içime dönüp içimden bir şeyler çıkartmak zorunda değilim hem de bir şeylerle uğraşıyor hissediyorum kendimi.<br /><br />Aynı zamanda şarkı sözlerinizden hazırlanan bir kitap çıkıyor; şarkı sözleri tişört tasarımlarında kullanıldı... Bu dönemi nasıl adlandırmalı?<br />Denk geldi; biz yıllardır bir sürü projeyi denk getirmek isteriz ama bir türlü olmaz. Kitap benim şarkılarımın sözleri, notaları, şarkıları ilk yaptığım halleri, karalamalardan kolajlar, resimlerden oluşuyor. Tişörtler de Mavi Jeans’in organize ettiği bir sosyal sorumluluk projesinde çıktı. Hayatımızda ilk defa, şans eseri böyle bir şey yaşadık, planlamadan.<br /><br />Dünyaya baktığınızda size göre yükselen müzik ne?<br />Amerika’ya baktığımda soul ve hip hop görüyorum; her tarafta R&B-hip hop gibi bir şey duruyor. Avrupa’da biraz daha değişik ama yine pop. Bu müzikle daha teenage grup eğleniyor. Belki yaşım ve kariyerimde geldiğim nokta itibarıyla böyle hissediyorumdur ama yeni müzik denen şeyde ben hem yeni bir şey görmüyor hem de müzikal anlamda çok heyecanlanmıyorum. Benim algılarım daha geçmişe yönelik ama bu, müziğe özel değil; edebiyat anlayışım da daha geçmişten, sinema üzerine seçimlerim de...<br /><br />“Artık gerçek sanata dönüyoruz galiba mecburen..” gibi bir yorumunuz var. Popüler kültür tüketiyor mu sizce kendini?<br />Artık Van Gogh’un resim yaptığı gibi bir ortamda değiliz; her şey biraz daha popüler sanata kayıyor. Gerçek sanat derken; satışa yönelik ne kadar satıp satmayacağı düşünülmeden yapılan üretimlerden bahsediyorum. Teknolojinin çok gelişmesiyle, insanlar kendi evlerinde dahi dijital ortam üstünde iş çıkarabiliyor, dünyanın öbür ucuna ulaşıyorlar. Bunlarla hem adet artabilir hem de hikâye ticari formasyondan çıkabilir. Ticari süreç içindeki birçok şeye boyun eğmeden, dilediklerini yapabilir insanlar.<br /><br />Siz bu ticari süreçte hiç kendinizi samimiyetsizlik sınırında yakaladınız mı?<br />Mesela albümü yaptınız, o süreçte hiç ticari bir şeylere bulaşmıyorsunuz ama o albümün sunumunda başka parametreler giriyor. En sevdiğiniz değil, insanları en çok yakalayacak şarkıya klip çekmeniz gerekebiliyor. Bunu söyleseler de söylemeseler de siz otosansürle, bu işe para yatıran insanları daha çok memnun etmek adına onu tercih edebiliyorsunuz. Benim sadece çıkış sırasını buna göre yaptığımı oldu. Karşı çıktığım, plak şirketiyle ayrıldığım noktalarda da direttim ve dediğimi yaptırdım ama yine de küçük pazarlıklar yaptığımı kabul ediyorum.<br /><br />Yaşamınızda en çok ‘sevilme kaygısı’ güttüğünüz dönem ne zamandı?<br />Öyle bir kaygım yok; kendime itiraf edemem zaten. Sevilme kaygısı fikri benim gururumu yaralar. Ama ünlü olma isteğinin ilk başlangıcı herhalde insanlar beni sevsin, beğensin falan; artık aşağılık kompleksi midir nedir? Neden insanların sana baktığı biri olmak istiyorsun ki? Belki de tam tersi utangaç biri olduğun içindir. Kitle önünde şarkı söylemek bana hala rahatsızlık veren bir şey ama bir yandan da istemişim demek ki. Büyük bir çelişkiyle birlikte bir kırılma noktası var.<br /><br />Sizde müzik tutukusunu doğuran biri var mıydı?<br />Ben, Elvis Presley hayranıydım. Bir şarkı yazarı olma hevesiyle değil, şarkıcı olma hevesiyle yola çıktım; sonradan insanın zevkleri değişiyor. Şu anda bana sorsanız kendimi şarkı yazarı olarak tanımlamak isterim ama ilk yola çıkışım Elvis Presley’in kucağında gitarıyla zıplaya zıplaya sahnede insanları coşturmasına hayranlıkla falan başladı...<br /><br />Sonra...<br />Bluğ çağındaki hayallerimde belki büyük büyük statlarda konser veriyorumdur ama ben ilk albümü yaparken hayallerim çok daha küçüktü. Albümlerin 1 milyon sattığı zamanlar için konuşuyorum; albümüm 15-20 bin satarsa, bu da benim haftada bir gün bir barda çıkmamı sağlarsa ben mutlu olurum diye düşünüyordum. Sonradan işler büyüdü.<br /><br />Peki o yoğun ilgi ve hayranlığa karşı ayaklarınızı yerde tutan ne oluyor?<br />Ben şunun farkına varacak bir yaştayım; müzik denen şey çok çok da önemli bir şey değil. Dünyayı değiştirmiyoruz sonuçta; çok da etkili olduğunu düşünmüyorum. Bu noktada kendime ait bir gururum var ama eninde sonunda bir şarkıcısın, kansere çare bulmadın. Şarkı yapıyorsun, insanlar seviyor, ne mutlu ama... Beklentiyi aşan şeyler de o kadar büyük haz vermiyor aslına bakarsanız. Onlar bonus oluyor ama mutluluk da sağlamıyor. Tabi arada bir havaya giriyorum, konserlerde falan kendimi bir rockstar zannediyorum ama gündelik hayatımda öyle değil. Bir de benim çok eski, yakın arkadaşlarım var; genelde onlarla birlikteyim ve onlar bana normal davranıyor tabii ki.<br /><br />Sizi yapmış olmaktan dolayı en çok gururlandıran şarkınız hangisi?<br />Benim kariyerimde ‘Paramparça’nın falan çok büyük önemi var ama ben galiba ‘En Güzel Hikâyem’ gibi çok daha geride kalmış olan şarkılarımı seviyorum. Şarkının sözü ne kadar derin ve ne kadar uzunsa daha çok seviyorum.<br /><br />Yeteneğini kıskandığınız biri var mı?<br />Müzisyenlik anlamında çok beğendiğim, onlar gibi olsam dediğim o kadar çok kişi var ki... Paul McCartney’den John Lennon’a, Paul Simon, Paul Anka gibi isimleri, daha çok geride kalmış isimleri çok kıskanıyorum.<br /><br />Müzikal anlamda yurtdışına çıkma sevdanız olmadı mı hiç? İngilizce şarkı da yapıyordunuz...<br />Hayır, olmadı. İlk müzik yapmaya başladığımda vardı; ya İngiltere’ye ya Amerika’ya gidip, bu işi yapacağız fikirlerine inanıyorduk ama daha realist olmaya başladığım 90’lı yılların başlarında o hevesim bitmişti. Özellikle söz yazımına yöneldikten sonra gücümün olmadığı bir alanda olmak istemedim. Belki müziğini yazarım ama Türkçe’de kelimelere aşık oluyorum ama İngilizce’de olmuyorum; birinde kalbime birinde beynime geliyor o sözler. Bir de yurtdışına açılma insanın egosuyla ilgili bir şey. Yurtdışına açılmak, grammy almak, eurovision falan hepsi bana hemen hemen aynı derecede önemsiz geliyor.Beni şimdi İngiltere’de 50 bin kişi çok beğense ne oluyor ki?<br /><br />Depresif dönemlerinizde daha kreatif olduğunuzdan bahsetmişsiniz; sizi depresif süreçlere iten ne oluyor genelde?<br />Mevsim dönümleri beni etkiliyor. Kışa girerken havanın kapalı olması falan, moodumu değiştiriyor. Bir de bahara geçerken, küçükken bir depresyon geçirmişim falan. Etkiliyor beni... Ancak kreatif değilim derken şarkı yapmaktan bahsediyordum sadece, mesela bir şeyler yazıyorum. Önceden ne olduğunu bilmeden yazdım, sonra roman olabilir gibi geldi ama şimdi belki bir oyun olabilir. Onları kırpıp kırpıp şarkı da yapabilirim bilmiyorum.<br /><br />Hep yazıya daha mı yakın oldunuz?<br />Evet, elime gitar almadan geçirdiğim haftalar olabiliyor ama elimde illa ki bir kitap ya da karaladığım bir şeyler oluyor. Ben aslında bu işin sözel yanına daha meyilliyim galiba.<br /><br />Kadınlarla arası hep iyi olan adam imajınızın aslı astarı var mı? Doğru mu bu?<br />İyidir aram. Kadınlar arasında daha iyi hissediyorum; etrafımda hep anneler, anneanneler, teyzeler, onların arkadaşlarıyla büyümemden kaynaklanıyor. Erkek dünyası daha kaba, daha rekabetçi... Kadınların da rekabet ortamı var ama erkek olunca onu hissetmiyorsun.<br /><br />Bu deneyim kadınları anlayabilmeyi de getirdi mi yanında?<br />Çok şey kazandırıyor tabii. Onlardan daha çok zevk alıyorsunuz, bir de problemleri nasıl çözeceğinizi biliyorsunuz. Küçük üçkâğıtları annene, teyzene yaptıktan sonra sevgiline de yapıyorsun.<br /><br />“Alkolsüzken kadınlara açılamam, karşımdaki kadın söylemeden söylemem sevdiğimi...” gibi açıklamalarınız var. Nedir bu? Kibir mi?<br />Ben ödleğim.<br /><br />Ne ödlekliği?<br />Şimdiye kadar kimse bana duygularını açmadan, açılabilmiş biri değilim. Ya egom hemen yaralanacak diye ya ödleklikten, bilmiyorum. Bir de kendi duygularımın gerçek olduğuna inanmam çok uzun sürüyor. Bu başkalarının duyguları için de geçerli; çok şüpheci ve korkak olduğum için hem onun peşinden koşarım hem de kaçarım. Çelişkili bir durum! Bu yüzden tercihim kadınların bana açılması. O zaman “tamam karar verdiysen sen, ben de daha fazlasını sana gösterebilirim.” diyorum.<br /><br />Bu çelişki hep var galiba; acayip hızlı yaşayan biri gibi biliniyorsunuz ama bir yandan evcimen denecek kadar evini seven bir adamsınız.<br />İkisi de var. Gece hayatını severim ama en rahat ettiğim yer evim. Her şeyim burada; kitaplarım, filmlerim vs. Gündüzleri genelde tek başıma ya da iki kişi olmayı tercih ederim. O küçük dünyayı da yaratmak zorundayım; sadece kalabalıkta, hay huy içinde mutlu olabilen biri değilim. Oradan bunalıyorum buraya geliyorum, burdan bunalıyorum, oraya... Mekân değişikliği gerekiyor bana!<br /><br />Son dönemde yaşamınızın üzerine bu kadar gidilmesiyle size haksızlık yapıldığını düşünüyor musunuz?<br />Evet ama bir sürü kişiye yapılıyor, sadece bana değil. Benim için şöyle bir durum oluyor; bütün ünlüler kariyerleri adına her şeylerini çok gizlediklerinden; yüksek duvarların ardında, korumalarla yaşadıklarından ve ben de öyle yaşamadığımdan, istemeden de olsa biraz aranmış oluyorum. Yani biraz fazla kolay hedef oluyorum... Beni rahatsız eden, beni gündelik hayatta rahatsız etmeleri; o kameraların dayanması bana, onları ve o insanları görmek istemiyorum. O kişiler görünmeden çıksa haberler, beni rahatsız etmez. İşten evinize dönerken sokak köpeklerinin size saldırması ne kadar rahatsız ediciyse, onlar da beni o kadar rahatsız ediyor.<br /><br />Hiç kendinizi ifadeyle doğru anlatamadığınız kaygısı hissediyor musunuz?<br />Hemen hemen her zaman. Ben tam anlamıyla hiç anlaşılamadığım, yanlış anlaşıldığım ya da kendimi anlatamadığımı düşünüyorum hissindeyimdir. Tam olarak kendimin ne olduğunu ben de bilmiyorum ama birine kendini anlatmak çok zor; hislerimiz o kadar karışık ki.<br /><br />Kendinizle aranız nasıl, çok hırpalar mısınız kendinizi?<br />Huzursuzumdur. Kendimle gurur duyduğum, beğendiğim bir sürü huyum falan var ama aynı zamanda beceremediğimi düşündüğüm, başka insanların kolay hallettiği benim bir türlü halledemediğim bir sürü şey de var.<br /><br />Mesela?<br />Mesela derdim yokken, bulurum ben. Dert edinme kapasitem var; kendimde bir şey bulamazsam başkalarının dertlerini dert edinirim; bulurum yani mutsuz olacak bir şey.<br /><br />Seviyorsunuz belki bu durumu?<br />Hiç sevmiyorum, kaçıyorum ama bu iptila gibi bir şey. Bir de mood’um da çok değişkendir benim. Mutlu kalkarım, öğlen mutsuzumdur, akşamüstü daha da mutsuzumdur, gece yine mutluyumdur falan... Böyle değişken.<br /><br />İlişkilerde zorlamıyor mu?<br />Zorluyor, hem de çok! Beni de zorluyor, karşı tarafı da.<br /><br />Kıyafet seçimlerinizle hep kendiniz mi ilgilenirsiniz?<br />Evet, zaten ben estetiğe dair hiç bir konuda başkalarının fikirlerine önem vermem. Neyi beğeniyorsan doğrusu odur, başka bir gerçekliği yok ki! Yoksa bu sene moda bu, onu giyeyim falan... Bir de ben bir sene evvelden bütün moda dergilerini tarar, gözlerimi alıştırırım. Senelik çıkan o kalın dergileri falan alırım ama uymam onlara; sadece kendi seçimlerime falan bakarım çok mu geride kaldı sevdiklerim diye. Gerçi benim kıyafetlerim eklektik ve çok da iddialı olmadığı için 3-5 sene aynı ayakkabıyı giyebiliyorum.<br /><br />Hiç giymeyeceğiniz bir şey var mı?<br />Her şeye göz alışıyor; hepsini zamanında zevkle giyiyoruz. Moda böyle bir şey ancak bu biraz önce bahsettiğim dergilerde mesela, bu sene etek geldi hikâyeleri var ama etek giymem, ben pantoloncuyum! Öyle pareo falan kullanmam.<br /><br />Sinema tutkunuzdan bahsedelim azcık da. Çok eleştirildiniz de; devam edecek misiniz?<br />Bir tane daha yazdım, bir ara çekmem lazım. Eleştirileri takmam, zaten o insanları beğenmiyorum, birkaç isim var beğendiğim. Beni tek zorlayan işin finansal tarafı. Sinema o kadar pahalı bir şey ki; ana işim de sinema olmadığımdan o pazarlığa girmek istemiyorum. Benim asli işim yönetmenlik olsaydı, bir komedi filmi de, aksiyon filmi ya da başka bir şey de çekerdim. Onun yanında daha sanatsal şeyler de yapmaya çalışıyorum. Şu anki pozisyonumda bunlara burun kıvırabiliyorum...<br /><br />Beyazperdede sizi en çok etkileyen kadın kim?<br />Ben 60’lardakileri, Kim Novak gibi kişilikleri seviyorum daha çok. O tayyörlere falan da bayıldığım için, onlar bana daha kadın kadın geliyor. Angelina Jolie’ler falan değil benim tarzım. Robin Wright Penn’e falan bayılıyorum; oyunculuğunu da seviyorum ama kadın olarak çok beğeniyorum.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-43714430638932812572008-08-12T16:40:00.000-07:002008-08-12T16:42:13.646-07:00Sami Özbudak Röportajı İstanbul Life Şubat 2008Sami Özbudak Röportajı İstanbul Life Şubat 2008 <br />Gece Prensi Yeni Düşler Peşinde<br />"Söz Müzik Teoman" albümü ve aynı adlı kitabıyla çok konuşulacak olan Teoman’la müzikten edebiyata bir çok konuda konuştuk.<br /><br />Teoman'la Nişantaşı'ndaki evinde buluştuk. Yeni albümü, kitabı, düşleri, İstanbul, gideceği ülkeler... Kendisine heyecan veren her şeyden söz ettik. Hayat onun için asla bitmiyor, bir yerlerde hep keşfetmesi gereken bir şeyler var. Kaşif ruhlu bir şehir kahramanı belki de o. Bazen günlerce çıkmadığı evinden anlattı şarkılarıyla bize şehir hayatını. Şehirle bu kadar içli dışlı yazılmış şarkıları ilk kez ondan dinleyen şehir insanı hep bir şekilde merak etti Teoman cephesinde olanları. Gördüğümüz kadarıyla cephe bu aralar sakin, yeni ufuklara doğru hareket için bir bekleyiş var. İşte Teoman'dan şehre ve hayata dair yeni inciler.<br /><br />*"Söz Müzik Teoman" albümünün oluşum sürecinden bahseder misiniz, böyle düet bir albüm yapma fikri nasıl ortaya çıktı?<br />Aslında tam anlamıyla bir düet albümü değil, içerisinde düetlerin de olduğu bir çalışma. İlk başta bir düet albümü yapmak üzere yola çıkmıştık. Sonra bazı parçaların düet olmadan da güzel olabileceğini gördük. Konsepti biraz değiştirmeye karar verdik. Başka sanatçılar olsun ben de katabildiklerimi katayım ama bir zorunluluğum olmasın<br />istedim. Yani aslında bir sürü parçada ben yer almıyorum. Şarkıların ortak paydası hepsinin söz ve müziğini benim yapmış olmam. Aklımızda 8-10 parçadan oluşan tek bir albüm fikri vardı. Sonra baktık ki şarkıların adeti çoğalıyor, iki cd'lik bir çalışma yapalım dedik. En son kararımız albümü ikiye bölmek oldu. İlkini bu ay piyasaya sunuyoruz. Mayıs ayında da ikincisini çıkaralım diye düşündük. Belki böyle bir çalışma benim için erken ama bekleseydim sektörel anlamda geç kalabilirdim. Yıllar sonra elime alıp bakacağım dolu dolu bir toplama albüm yaptık. Bir de arkadaşlarımla birlikte aynı albümde olmak çok zevkliydi.<br /><br />*Şarkılarınızı başkası söylerken ufak da olsa bir kıskançlık hissettiniz mi?<br />Kıskanmadım tabii ki. Zaten düet şarkılarda erkek bölümlerini ben söyledim. Bugüne kadar başka sanatçılar tarafından söylenen şarkılarım arasında beğenmediğim olmadı. Şarkılarımın söylenmesi çok hoşuma gidiyor. Ayrıca teklif götürdüğümüz insanlar kalibresi belli olan insanlar. En asgarisini yapsalar bile benim beğeneceğim şekilde olacaktı, bundan emindim. Bir de işin en güzel tarafı bu şarkıları insanlara bıraktım. Onlara ne yaparlarsa yapsınlar kabulüm olduğunu hissettirdim, gönüllerinden gelen şeyi yaptılar. Ortaya çıkan şeyi ilk dinleme anı çok zevkli ve heyecanlı oldu.<br /><br />*Sizi en çok heyecanlandıran yorum hangisiydi?<br />Bu çalışma bütünüyle beni heyecanlandıran bir proje. Beni asıl mutlu eden böyle bir albüm yapmak ve insanların şarkılarımı dilediği gibi söylemesi oldu.<br /><br />*Albümle birlikte piyasa çıkacak olan “Söz Müzik Teoman” isimli kitabınız var bir de<br />Evet albümle birlikte çıkması büyük bir tesadüf. Bir şekilde senkronize bir durum oldu. Albümle birlikte denk geldi. Bir tane söyleşi kitabım çıkacaktı, onunla uğraşırken şarkı sözlerinin, notaların, resimlerin, şarkıların ilk eskiz çalışmalarının olduğu bir kitap düşüncesi belirdi kafamda. Neticede Alfa yayıncılıkla anlaştık, kitabı basmaya karar verdik.<br /><br />*Bir de "Sesli Tişörtler" koleksiyonu var?<br />Mavi Jeans Toplum Gönüllüleri Vakfı'nı desteklemek adına böyle bir proje geliştirdi. Bana, Aylin Aslım ve Mor ve Ötesi'ne teklifle bulundular. Bizler de kabul ettik. Tasarımcılar çok iyi çalıştı, ortaya çok güzel tişörtler çıktı. Tişörtlerin satışından bir kurumun faydalanması çok güzel.<br /><br />*Tam bir proje insanısınız, birçok şeyde varsınız, bu enerjiyi nereden buluyorsunuz?<br />Şu günlerde yaptıklarımda açıkçası benim çok da büyük katkım yok. Aslında çok çalışkan olmadığım bir dönemdeyim diyebilirim.<br /><br />*Ama çalışkan bir insan olduğunuzu biliyoruz?<br />Evet çalışkanım. İnsanların görmediği şeylerle de uğraşan birisiyim. Kendi kendime bir şeyi öğrenmek için çok çaba sarf ediyorum. Mesela oturuyorum birkaç gün boyunca ders çalışır gibi politika çalışıyorum. Bir dönem geliyor edebiyat çalışıyorum. Tüm kitaplarımı amazondan getirtiyorum. Birden bire fotoğraf çalışmaya başlıyorum. Bazen<br />felsefeye takmış oluyorum. Eski okul kitaplarımı açıp okuyorum. Bunlar benim için zorunluluk gibi. Sanatçılık öyle bir şey ki. Ya kendinizi sürekli sabah akşam magazin programlarında konuşurken bulacaksınız. Ya da benim çekilip kendinize odaklanacaksınız. Ben sadece konserlerimle ilgileniyorum, bu yüzden çok vaktim oluyor. Kreatif sürece girmeniz için o süreci oluşturacak doygunluğa varmanız gerekiyor. Bu doygunluğa da bu tarz çalışmalarla ulaşabiliyorsunuz.<br /><br />*Belki çalıştığınız konularla ilgili bir kitap yazarsınız günün birinde?<br />Yazarım belki, kim bilir? Şunu da bilmenizi isterim ki tarih politika gibi konuları bana yarasın diye çalışmıyorum, bunları çalışmaktan zevk alıyorum.<br /><br />*Politika ve tarih aşk kadar ilham veriyor mu?<br />Biraz göreceli bir kavram. Dünyadaki bütün veriler birbirine paralel gidebiliyor. Bir şey okurken onun asıl sosyal başka bir şeyle de yan yana gittiğini görebiliyorum.Yani tıp okursunuz, bu okuduklarınız sizin politikadaki görüşünüze yansıyabilir.<br /><br />*Sahneye ilk adım attığınız günden bugüne İstanbul'da nerelerde şarkı söylemekten zevk aldınız?<br />Yaklaşık 1989 yılından beri şarkı söylüyorum. Önce Bedri Baykam'ın sahibi olduğu Bukalemun Bar'da sahne aldım. Kendisi rock müziği çok seviyordu. Onun sayesinde rock çalma fırsatımız oldu. Sadece barın çevresindeki komşular şikayetçiydi. Zamanında Etiler'de Ortaköy'de bir çok mekanda çaldık. Bizim için en önemli olay Kemancı'nın açılması<br />oldu. Kemancı Türk rock müziği için bir devrimdir. Şu günlerde Balans'ta çalıyorum. Bence çalmak içinde en güzel yerlerden birsisi.<br /><br />*İstanbul'da Sonbahar şarkısında şehri kilo almış ve yaşlı bir kadına benzetmiştiniz, o şarkıyı yazdığınız günden bu yana o kadında neler değişti sizce?<br />Biraz daha yaşlandı. İstanbul hakikaten bana orta yaşını biraz aşmış, güzel, minare yıkılmış ama mihrap yerinde, biraz da hüzünlü bir kadın gibi geliyor. Burası bende dişi bir şehir etkisi yaratıyor. Şehri hep böyle hissettim, bir kadın olsaydım belki İstanbul daha erkeksi bir şehir gelecekti.<br /><br />*Peki İstanbul'un kadınlarını anlatın desem<br />Arada bir dünyada başka şehirlere gitsem de, ben bu şehirde büyüdüm ve yaşadım. Dolayısıyla gözümü İstanbullu kadınlarla açtım. Genel olarak Türk kadınlarını çok beğenirim ve güzel bulurum. İstanbullu kadınların diğer şehirli kadınlardan çok da farkı olduğunu düşünmüyorum.<br /><br />*Bir müzisyen, bir yönetmen, bir yazar olarak baktığınızda İstanbul bunlardan hangisi için en iyi malzemeyi veriyor?<br />Galiba yazarlar için çok iyi bir malzeme var İstanbul'da. Yazarlık öyle bir şey ki tabii yazarlar için konuşuyorum. Seçtiğiniz duyguları, hayalinizde uyananları istediğiniz gibi aksettirebilirsiniz. Bence edebiyata yakın bir yer bu şehir. Müzikal anlamda da ilham verici diyebilirim. Sinematografik anlamda baktığımızda çok güzel yerler olduğu kadar çok kötü yerler de var. Bence bu üçlü içinde en dezavantajlı olan sinema. Örneğin çok güzel bir sokakta çekim<br />yapıyorsunuz, sokağın bir tarafındaki tüp gaz bayii tüm bu güzelliği yok edebiliyor. Mesela Orta Amerika'da sağlam bir görsel malzeme var, orada zamansız bir film çekebilirisiniz. İstanbul bunu çok sağlayamayacağınız bir şehir.<br /><br />*Şehirden etkilendiğiniz yerler neresi?<br />Boğaz hattını herkes gibi ben de seviyorum. Bebek'ten Sarıyer'e giden yol beni çok etkiler, oradaki korular çok hoşuma gidiyor. Karşıda da Beykoz'u seviyorum.<br /><br />*Genellike evde vakit geçiriyorsunuz? Uzunca bir süre evde kalıp sokağa çıkınca bir korku yaşıyor musunuz?<br />Evden üç gün çıkmadığım oluyor, garip bir hisle atıyorum ilk adımlarımı. Dışarıda en çok rahatsız olduğum şey kalabalık yerler ve trafik. Gündüz sokağa çıktığımda kendimi gözleniyor gibi hissediyorum. Karanlıkta daha rahat geziyorum. En çok kitapçılara gidiyorum. Patika, Okyanus, Beyoğlu'ndaki Robinson Crouso'ya çok sık uğruyorum. Benim en çok vakit geçirdiğim yerler kitapçılar.<br /><br />*Bir gün İstanbul'dan gidecek misiniz?<br />Gideceğim. Tabii İstanbul'da bir ayağım olacak. Aslında gitmek için bu Şubat'ı hedeflemiştim. Tarihi biraz ileriye attım. Daha çok bir gezgin gibi yaşayacağım, planımı yaptım. 10 gün bir yerde, 20 gün bir yerde olacağım. Hindistan, Brezilya gibi dünyanın bir çok yerine uzanacağım. İstanbul'a işim yoğun olduğu dönemlerde bir de eşimden dostumdan ayrı kalmamak için gelmeyi düşünüyorum.<br /><br />Kim, neyi söylüyor?<br />Paramparça- Sezen Aksu<br />Gönülçelen - Yalın<br />Kim? - Candan Erçetin<br />Rüzgar Gülü - Yaşar<br />İstanbul’da Sonbahar - Nil Karaibrahimgil<br />Sürpriz - Emre Aydın<br />Senden Önce Senden Sonra - İzel<br />Güzel Bir Gün- Mirkelam<br />Duş- İrem Candaş<br />İki Çocuk - Yavuz Bingöl<br />Bugün - Kreş<br />İstasyon İnsanları - Harun Tekin<br />Kişisel Bir Şey- Rashit<br />Gökdelenler- Hayko Cepkinteomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-81636089765864036922008-08-12T16:38:00.000-07:002008-08-12T16:39:29.458-07:00Yeşim Tabak Roportaji Rolling Stone Şubat 2008Yeşim Tabak Röportajı Rolling Stone Şubat 2008 <br />Teoman, albüm ya da film dönemi olmadığı sürece televizyon programlarına katılmıyor, ama gece sokaklarda nöbet tutan kameralar sayesinde, yine de habire televizyonda.<br /><br />Bu aralar şarkı yazmıyormuş. Buna rağmen ise daha geçen ay bir albüm çıkardı, hatta bir de şarkı sözleri kitabı yayımladı. Demek ki artık Teoman Yakupoğlu pek bir şey yapmadan da, ‘Teomanlık’ popüler kültürde sürüp gider bir halde. Bir magazinciye attığı yumrukla topladığı takdirden bahis açınca, sırıtarak, “Valla benim son yıllarda, albümlerim, klipler, filmler falan hepsini say, en çok prim yaptığım hareket bu oldu galiba. Hiç bu kadar beğenilmemiştim” diyor. Ve ekliyor: “Toplamda baktığın zaman, çok kocaman bir rezillik var ortada. Yani yumruk da dahil tabii ki ona. Fakat total resim içinde o kadar önemsiz bir şey ki o yumruk. Normalde ben bir herifi dövsem, yani herif beni rahatsız etmese, ceketimden çekmese, ben de kendi kendime herife girsem, çok utanacağım bir şey olurdu. Yapmadığım şey değildir.”<br /><br />Bir süredir pek çalışkan değilse de, “Allahtan bu albüm var da, biraz çalışır gibi” hissediyor. Ocak sonunda yayımlanan Söz Müzik Teoman’da, ünlü isimler (Sezen Aksu, Hayko Cepkin, Nil Karaibrahimgil, Emre Aydın, Rashit, Candan Erçetin...) tarafından yorumlanmış ondört eski şarkısı var. Röportaj sırasında birkaç tanesini dinletti; herkes şarkıları birebir kendi tarzına çekmiş görünüyor. Harun Tekin, “İstasyon İnsanları”nın sözlerini biraz değiştirmiş. “Benden böyle bir cover istense ben de kesin öyle bir şeyler yapardım,” diyor. Bu albümde Teoman’ın şarkıları, basbayağı Mirkelam şarkısı, Yalın şarkısı, Yavuz Bingöl şarkısı, kim söylüyorsa onun olmuşlar. Sanki piyasaya iş yapan ama kendisi albüm çıkarmayan birinin bestelerinin toplaması. Halbuki Teoman’ı o anlamda müzik camiasıyla çok da içli dışlı bilmeyiz. “Aslında isteyene şarkı veriyoruz ama, çok kişi de istemedi. Arada ‘Teoman söz var mı, beste var mı’ diye sorarlar da, Sezen Aksu değilim (gülüyor), onun her gün beş kişi var kapısında. Bana toplam beş falan olmuştur.”<br /><br />Yine de eş-dosta verecek tavsiyeleri var tabii. Biz köfte-turşu eşliğinde söyleşi yaparken, evde iki müzisyen arkadaşı da vardı. Fikrini almak için kendi bestesinin amatör kaydını dinleten arkadaşına, sözlerin akılda kalıcı bir yanı olmadığı eleştirisini getirdi. Teoman için müzik, büyük oranda, söz demek zaten. “Ben artık ‘abi şu ne gitarmış’ falan demiyorum. Benim için şarkı küçücük melodi, ıslıkla çalabileceğin. Bir ölçüden, bir histen yola çıkıp, sözlere soundtrack hazırlamak gibi biraz. Şarkının sözlerini okuduğun zaman adam gibi olacak, üslubu olacak. Ben şöyle bir şey yapmaya çalışıyorum; müzik yapacağım, ama bu müzikte en önemli şey müzik olmayacak, şarkı sözleri için daha da önemli parametrelerim olacak. Bir kere okuduğun, kağıda koyduğun zaman güzel duracak. Diğer şarkılarla hemen hemen bir üslupta olacak ki, benim bir üslubum varmış gibi dursun. Anlatım tarzı sinematografik olsun, insanlar onu kafalarında canlandırabilsinler, bir de şiire biraz yaklaşsın istiyorum. Yani hiçbiri tam olmasın, ama bunların hepsine biraz kanca atayım istiyorum. Tabii sözlere dikkat etmeden müzik dinlemeyi de çok iyi anlıyorum. Bence Led Zeppelin’in çoğu şarkı sözü berbattır, yine de çok severim. Ama benim istediğim başka.”<br /><br />Yakın zamanda grubunu değiştirmiş, aslında kendini değiştirmek istiyormuş. Kendini ‘biraz daha rahat’a doğru değiştirdiği söylenebilir. “Kendimi değiştiremeyeceğim için, bari dedim, bir şeyler değişsin, yeni bir kan gelsin. Bir de grubun patronu pozisyonuyla ilgilenemiyorum artık. Çocuklar şunu yapacağız, bunu yapacağız demekten sıkılmışım. Müzik direktörü olarak Volkan Başaran'ı aldım. Çok eski arkadaşım, aranjördür de. Çok da pimpiriklidir, ben ışıklarla falan çok ilgilenirim de, sound'da çok sıkılırım. Ona dedim ki sen patronsun, astığın astık kestiğin kestik. Herkesi de o toparladı.”<br /><br />Grubun değişmesi Teoman’ın müziğini pek etkilemeyecektir herhalde. Ne de olsa o elemanların yeri, enstrüman çalmaktan ibaret gibi duruyor. “Rock gruplarıyla solo projeler arasında şöyle bir fark var; en azından ben onun avantajını ve dezavantajını yaşıyorum, bir kere sound oluşturamıyoruz. Albümün sound'u şöyle olsun diyemiyoruz. Avantajı da, böylece parçaların ruhunu daha iyi yakalıyorum. Bir parçanın bir piyano / bir kemanla daha iyi olacağını düşünüyorsam öyle yapıyorum. Bir stilde olmak zorunda değilim. Mesela daha popa yaklaşan “Onyedi” gibi bir parça yapacaksam, kiminle yapacağımı biliyorum. Daha sert bir şey yapacaksam, başka adama gidiyorum. Tabii sonuçta, grubun sound'u denen şey olmuyor.”<br /><br />Zaten müzikal arayışlarla pek işi yok, ve de bu konuda epey temkinli. “Aranjmanda çok da fazla bir şey yapmamaya çalışıyorum. Çok çabuk modası geçiyor. Ne zaman bir şey yapmaya çalışsan, müzikal arayış anlamında, o sıralarda ortamda olan şeyden etkileniyorsun, bir anda kendini 80'lerde bol paça pantolonla bulmak gibi oluyor sonrasında. Bir de sürekli başka başka şeyleri beğeniyorum, ama onların yolundan gitmemeye çalışıyorum.”<br /><br />Tam da bu yüzden, Teoman’ın albümleri, yeni bir albüm konseptinden ziyade ‘yeni Teoman şarkıları’ndan oluşuyor. “Her zaman başaramıyorum tabii de, ben daha zamansız şarkılar olsun istiyorum. “Senden Önce Senden Sonra”nın üzerine biraz çıtırtı koy, o aslında 1960'larda yapıldığı zannedilebilecek bir parça. Melodi hattı olarak da, sound olarak da öyle.”<br /><br />Türlerle arası iyi değil, kendisiyle aynı kanalda gördüğü pek başkası da yok, zira “başkalarıyla yan yana durmaktan nefret” ediyor. Ama çıkış noktasında Bruce Springsteen’in bir çeşit ‘zihin açıcı’ olarak ciddi yeri var. “Ben böyle yapmalıyım ya dediğim olay, Boğaziçi Üniversitesi'nde hazırlıkta bir hocamızın yaptırdığı bir ‘boşlukları doldurun’ çalışmasıydı. Bruce Springsteen'in “The River”ını yaptık, o zamana kadar dikkat etmemiştim şarkı sözlerine. Bülent Ortaçgil’inkileri çok severdim ama yabancılara çok da dikkat etmiyordum. O zamanlar kafamızı sallayalım, kovboy çizmesi nereden alacağız falan, bunlarla ilgileniyorduk. Ondan sonra bir baktım ki, öyle şeyler var ve Türkiye’de de çok fazla güzel örneği yok onun. En azından pop veya rock anlamında yoktu.” Teoman’ın kuşağından (‘67’li kendisi) müzisyenlerin birçoğu, doğdukları yıllarda Türkiye’de yapılan rock müzikle çok içli dışlı değil. Onlar, beslenme kaynaklarını daha çok dışarıda aramış bir kuşak. “Zevk meselesi. Ama şu var ki, mesela Anadolu rock etkili bir şey yaparsan, Türk halkı tarafından daha kolay algılanıyor.”<br /><br />Teoman, Söz – Müzik Teoman’la birlikte, aynı isimde bir şarkı sözleri kitabı da yayımladı. Biraz da anı kitabı gibi bu; içinde, aklına gelen sözleri not aldığı kağıtlardan da parçalar var. Kenarlarında, konser için davetli listesi, ya da “poğaça” gibi gündelik notlar duruyor. Eskiden şarkı sözleriyle çok uğraşırmış, – gerçi nicedir bir şey yazmasa da- artık bir oturuşta yazdığını söylüyor. Ona göre ideal şarkı sözü, “tamamen kendisinden bahsedermiş gibi yapan, analiz ettiğin zaman o herifi biraz tanıyacağın sözler”.<br />Hadi Teoman’ın sözlerine bakarak, ufaktan deneyelim şu analiz işini. Neredeyse bütün şarkılarının teması aşk. Genelde aşk acısı içinde, ama aşka inanmayan, zaten insanlara da pek inanmayan birisi var şarkılarda. Bar taburesi romantiklerinden. Hayattan biraz baymış, fakat ne yapsın, devam ediyor. Korkularının farkında ama tam da yüzleşmiyor. Kadınlar geliyor, gidiyor, ama o kalabalığın içinde, bilirsiniz, adam aslen yalnızdır, ve kendi hatası yüzünden kaybettiği, halbuki çok sevdiği bir kadın vardır belki uzaklarda. Ve sonbahar yaprakları dökülür...<br /><br />Kendisi anlatsın:<br />“Şu sıralar etrafa bakıp da özendiğim bir aşk göremiyorum. Bakıyorum ilişkilere, kıskandığım yönleri oluyor, bazen kendimi çok tek başıma hissediyorum. Fakat bir sevgili olmak nasıl bir şeydi, o kadar unuttum ki... Yani şimdi bir sevgilim olsa, ne yapılıyordu, hatırlamıyorum. Sabah kalkınca telefon mu ediliyordu, yoksa akşamı birlikte geçirip... Ne yapıyorduk biz, onları unuttum. Başka bazı arkadaşlarım da öyle, onlar da unuttular. Ama... Umutlular da (gülüyor). Aramızda espri yapıyoruz, ben artık yuva kuruyorum abi diyoruz.<br /><br />- Sen de umutlu musun?<br /><br />- Ben çok değilim.<br /><br />Teoman’a soruyorum; bol kadınlı bir aile çevresinde büyüdün, kadın araştırmaları okudun, bir sürü kadınla oldun, çok fazla kadın arkadaşın var ve bu yaşına geldin... Gülerek kendisi tamamlıyor:<br /><br />-Ne anladın?<br /><br />-Evet ne öğrendin, bizimle paylaşmak ister misin?<br />Ben erkekler erkekler diye konuştuğum zaman kendimden yola çıkıyorum, veya bir-iki tane arkadaşımdan. Kadınlar deyince, çok daha geniş bir yerden alıyorum. ‘Kadın dünyası süper’ meselesi değil. Alıştık sadece. Kadınların sıkıldığım yönleri de vardır. Kadınlar şöyledir gibi genellemelerim yok, ama kategorilere ayırıyorum kafamda.<br />Teoman’ın bazı şarkıları, tam da çoğu kez kadınların inandığı veya inanmak istediği bir meseleden bahsediyor; ‘korkup kaçan adam’.<br /><br />“Ama ben korkarım da hakikaten,” diyor. “Fakat kız arkadaşlarım konuşurken en çok dalga geçtiğim şeylerden biri de odur. 'Çok korktuuu, seninle baş edemeyeceğini anladı' der bir kız, diğerine. Yok ya derim. Herifin keyfi yerinde. Mayıs ayındayız, her gece dışarı çıkmak istiyor. Çünkü kadınlara kalsa, tek problem o, herkes korktu. Yani bir kızı aramıyorsam, illa ki korktuğum için değildir. Aramıyorumdur, canım istemiyordur, aklıma gelmiyordur. Ama o şarkılar gerçekten yazıldı. Hayatım aşkı kovalayıp kaçmakla, bulunca berbat etmeya çalışmakla geçti. Ben genel olarak her şeyden korkuyorum, hiçbir şey benim efendim olsun istemiyorum. Öyle bir korkum var. Durum, değişmeyecek bir yapıya bürünsün istemiyorum. Kaygan bir zemini tercih ederim.<br /><br />- Kimsenin karışmamasından hiç sıkılmıyor musun?<br />Ondan o kadar sıkılıyorum ki. Benim en mutlu olduğum anlar, geçmişe bakıyorum, aşık olduğum anlar. En mutsuz olduğum anlar da, ya aşk acısı çekerken ya da yalnız olduğum. En sıkıldığım anlar, onu tam bilmiyorum. Ben her şeyden çok çabuk sıkılıyorum. Sürekli değişmem gerekiyor. Evi değiştiriyorum şimdi işte. (Yeniden Cihangir’e taşındı.)<br /><br />Böyle diyor ama, bana çok da değişiyormuş gibi gelmiyor. “Sürekli bir sıfır duygusuna geçip sonra ‘peak’ yapıyorum. Gün içinde bile çok değişiyor. En sevdiğim ‘mood’, oradan pek şarkı çıkmasa da, keyifli olmak. Depresyona girmekten hoşlanan arkadaşlarım var, üç gün evden çıkmıyorlar, sakal traşı olmuyorlar falan, ama yok, ben depresyon meraklısı değilim.<br /><br />- Yine de sende de bir kendine acıma eğilimi var sanki...<br />Vaaar. Herkese acıyorum, kendim dahil. Ama genelde bende şöyle olur, kendimi bazen çok kötü hissederim ama insanlar adına da iyi hissetmem. Her şey çok kötü gibi gelir. Kimisi kendini çok kötü hisseder, kendine acır ama o aşağılık kompleksine dönüşür, birilerini de beğenir. Bana öyle olmuyor. Hemen hemen herkes aynı seviyede aşağı iniyor, hemen hemen her şey berbat gibi geliyor. Yani anlamsızlaşıyor.<br /><br />- Yeni tanıştığın insanlara karşı beklentisiz, mesafesiz tavrın da buradan mı geliyor?<br />Her şeyi anlamsız gördüğüm zaman, insanlara karşı çok şefkatli oluyorum. Mesafem yoktur, sonradan çıkıyor mesafem, kimseyle görüşmek istemediğim zaman mesafeli oluyorum.<br /><br />-Öfke?<br />Öfkem yok ya benim. Çok uzun zamandır yok. Bundan on sene evvel falan bundan daha kızgın bir heriftim. Ciddiye alamıyorum artık. Bir de şu da var, beni çok rahatsız edecek şeylerle, trafikti vesaireydi, uğraşmıyorum. Başka insanlardan daha rahat bir pozisyondayım. Bazen birdenbire boşluğa düşüyorum, anlamsız geliyor birtakım şeyler, onlar dertlerim oluyor.<br /><br />Teoman yeni insanlara karşı mesafeli değil, her yere girip çıkıyor, arıza çıkmadığı sürece herkesle arkadaşlık ediyor fakat köklerinden de kopmuyor. Yanından bazı eski arkadaşları hiç eksik olmuyor. “Arkadaşlarımın üç-dört tanesi zaten lise arkadaşı, 25 senelik arkadaşlarım.(Gülerek) Her gün, sıkıcı sıkıcı, fizik hocamızdan falan bahsediyoruz, çok güzel. Kız arkadaşlarımıza fenalık geliyor bizim kendi aramızdaki mitolojiden. Onlarla birlikte olmanın şu avantajı da var, bu herifler bana o zaman nasıl davranıyorlarsa öyle davranıyorlar, dalga geçiyorlar benimle. Onlar çok zevkli oluyor. Şarkı sözlerimle falan dalga geçiyorlar. Geceleri de arkadaşlarım neredeyse oraya gidiyorum. Beni orada çalan müzik çok fazla enterese etmiyor. Sürekli ‘bilmemne DJ geliyor’ diyor birileri ama, benim için fark etmez, anlamıyorum da zaten farkı. Arkadaşlarımız oradaymış işte...<br /><br />-Gece çıkarken hiç üzerine bir yorgunluk gelmiyor mu? Yine aynı şeyler diye.<br />Geliyor, alternatifi aklıma gelmiyor. Bir de benim işim o kadar ilginç ki, pek bir şey yapmana gerek yok hayatta. Bir albüm yaparsın... Oturup da günde iki saat gitar çalan bir herif değilim. Başka bir şey de yapmıyorum. Bütün gün kitap okuyorum (Tam da adamı değilmiş ama Oğuz Atay'ları çıkarmıştı ortaya), DVD seyrediyorum, falan filan. Sonra da patlıyorum, gece bütün arkadaşlarım bir yerde toplanıyorlar. Ben de gece evde oturamıyorum işte. Onların yanına gidiyorum.<br /><br />Teoman’ın gece hayatı, herhangi birininkinden çok da farklı değil aslında. Sarhoşluk vesairenin neden tepki çektiği, onun için bir muamma. “Neyi takmam gerektiğini anlamıyorum," diyor. Sarhoşluk, tabii insanlık hali; 'olay haber'lik bir tarafı da var sayılmaz. Gelgelelim, iş bir şeyleri kafaya takmaya geldi mi, Teoman açısından zaten sıra başkalarına zor geliyor galiba. Yakın zamanda, oyuna mı romana mı çevirsem diye düşündüğü monologlar yazmış. "Kendimi abartarak yazıyorum. Şair bir herif hakkında. Herif sürekli 'up and down'. Kendini çok kötü, ve çok iyi hissediyor. Çok beğeniyor, hiç beğenmiyor."<br /><br /><br />Balans ve manevra ve istenmiyen tüyler<br /><br />Teoman’ın sinema macerası, umut verici şekilde değilse de, kabul etmek lazım, ilginç başladı. Yazıp yönettiği ilk ve şimdilik son film Balans ve Manevra, içerik olarak albümlerinden çok farklı sayılmazdı; adını biraz değiştirip Timur yapmak suretiyle, aşağı yukarı kendisini oynuyordu. Türk sinemasında benzerine çok rastlanan bir film değildi, ama maalesef iyi film de değildi. Teoman ‘kimseyi takmıyorum’ mesajı vermek üzere, film hakkında çıkan eleştirileri, kötü olanlar da dahil, alıp afişe koydu. Şimdi, “Kendimi buradan vuracağımı düşünmemiştim ama, artık hiç beğenmiyorum ya” diyor. Filmin kopukluklarla dolu yapısından, nasıl bir sinema peşinde olduğu belliydi aslında. Yine de bir de onun ağzından dinleyelim.<br /><br />“Kundera'nın edebiyatta yaptığı gibi bir şey yapabilmek isterdim. Aslında Alain Resnais'de falan var öyle şeyler. Yani yapıyı bozuyorsun, arada belki birisi bir şey anlatıyor, veya ondan ona geçiyorsun, tam anlamıyla hikayeyi bitirmiyorsun, ‘abi bunlar bunu niye yaptı’ diyorsun bazen. Ben bir temayı anlatmak istiyorum, onu da kompartıman kompartıman anlatmak istiyorum. Diyaloglar inandırıcı olacak, oyuncular iyi oynayacaklar. Oyuncu yönetimi en sevdiğim şey. Ne istediğimi çok iyi biliyorum. Kamera için bin tane alternatifin var halbuki.”<br /><br />- Kendi oyunculuğunu nasıl buluyorsun?<br />Bakıyorum bakıyorum, öyle gülüyoruz arkadaşlarla. Hani patenle kayarken bazen mermer gibi bir yere gelip vıjjjt diye kayarsın ve yeni bir şeye geçmişsindir; Romantik’te oynarken bazen öyle hissettiğim anlar oldu. ‘Aa iyi gidiyor, Allah Allah’ derken oynadığımı hissettim. Eğer oraları alırsa yönetmen, en azından ‘oyuncu değil ama idare ediyor abi’ye gelebilir belki.<br /><br />- İstenmiyen Tüyler diye bir film projen vardı, o ne oldu?<br />Bir ara çekeceğim tabii de, şu anda gücüm kudretim yok öyle bir şeye. Çok zevkli bir şey, ama fiziksel ve psikolojik bir sağlamlık da istiyor. Şu an o noktada değilim.<br /><br /><br />Söz-Müzik Teoman<br /><br />- Albümün fikri nasıl çıktı ortaya?<br /><br />Plak şirketi düet albümü istedi. Ben de düşündüm, zaten bir sürü düet var, birkaç tane de yeni yaparım dedim. Düet albümü çok güzel bir konsept aslında. Fakat düşününce, hepsini kadınlarla söylemek gerekiyor. Halbuki ben istiyordum ki, eşim dostum da olsun, daha bir anıya dönüşssün. Dedim ki aşk şarkısı olmayanları erkeklerle yaparım. Bir baktım ki, onlar bile zevkli olmuyor. Sonra iş düetten çıktı, adet de fazlalaşınca, iki albüm yapmaya karar verdik. İkincisi Mayıs’ta çıkacak ve toplam iki albümde yirmisekiz kişi yer almış olacak.<br /><br />- Kimin neyi söyleyeceğini nasıl seçtin?<br /><br />Bazılarını kendim seçtim, kime ne uyar diye. Mesela “İstanbul’da Sonbahar”ı Nil Karaibrahimgil söylesin istiyordum. İçeriği çok değiştiriyor şarkıcı, söylediği şeyler aynı olsa bile. O söyleyince, birdenbire küçük bir kızcağız, başka bir şey oldu. Başta o tam içine sindiremiyordu, sonrasındaysa çok memnun oldu. Sezen Aksu “Paramparça”yı kendisi seçti. Ben öneriyordum insanlara, ama onu değil de bunu söyleyeyim diyen herkesin teklifini kabul ettim.<br /><br />- Hangileri şaşırttı?<br /><br />En zevklisi de o. Hiç dinlemiyorum onları mesela stüdyoda, bana gönderiyor. Ne çıkacağını bilmeden tek başıma dinliyorum. Şarkılarımı başkalarından duymak hoşuma gitti. Zaten sunduğumuz isimler beğenmeyeceğimiz isimler değil. Şarkıyı nereye çekeceğini de tahmin ediyorsun.<br /><br />- Düzenlemeleri tamamen onlara mı bıraktın?<br /><br />Yüzde doksanında hiç bulaşmadım. Bir tek Erol Büyükburç'unkini hazırladım, çünkü ona rock'n roll bir parça yapmak istiyordum, kendim armonika falan çalayım istiyordum. Zevkini çıkarayım diye ona aranjman yaptım özellikle. Bir de, Feridun Düzağaç’lı olanında, nasıl bir şey olacağını gösterdim aranjöre. İzel kendi tonmeister’iyle yaptı, kendi stilinde. Ben sadece şarkı yazarı olarak olmak istedim albümde.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-38756346149324621482008-08-12T16:37:00.000-07:002008-08-12T16:38:33.877-07:00Birsen Birdir Roportaji Yüxexes Şubat 2008Birsen Birdir Röportajı Yüxexes Şubat 2008 <br />Bu kış Teoman okuyor, Teoman giyiyor ve Teoman’ı başkalarından dinliyoruz!!!<br />Karşınızda; "Söz ve Müzik Teoman"!<br /><br />Yeni albüm fısıltıları kulağımızda vızıldarken, uzun süredir ertelediğimiz röpörtajımızı yapmak üzere yola koyuluyorum, söz verdiğim saatten önce oradayım. Sorun olur mu diyorum, olmaz diyor. Kapıyı çalıyorum ve beklemeye koyuluyorum, kot pantolonu ve flip flopları ile Teoman açıyor kapıyı, buyur ediyor beni. Ne içersin diyor, çay iyi olur diyorum yüzsüzce, o çayımı yaparken ben de kayıt cihazlarımı kontrol ediyorum. (-lar diyorum çünkü artık işimi sağlama alıp bir dijital bir de analog cihaz taşıyorum.) Etrafıma bakınıyorum da, gerçekten çok güzel bir evi var Teoman’ın. Sımsıcak. Çoğu vaktimi burda geçiriyorum diyor. Karşılıklı oturup röpörtajımıza başlıyoruz. İşte size Teoman’ın yeni çıkacak albümü, albümle eş zamanlı beklenen kitabı ve destek verdiği sesli tişört kampanyası hakkında detaylar.<br /><br />- Teoman yeni bir albüm yapıyor, fakat bu albümde yeni şarkı yok. Eski parçalarını bambaşka isimlerden dinleyeceğiz bu sefer. Bu proje nasıl oluştu, nasıl gelişti?<br /><br />Bu aslında Avrupa Müzik’in teklifiydi bana. Artık bir albüm çıkarma vakti gelmişti, yaza doğru çıkmalı diye düşünürken, yeterli şarkım var mı diye bakıyordum. Hali hazırda iki üç parçamın olduğunu gördüm. Çok da yaratıcı olduğum bir dönemde değilim sanırım genel olarak. Plak şirketi düet albüm yapma fikri ortaya attı. Yani on tane eski şarkı seçecektik, belki bir, iki tane yeni şarkı yazıcaktım ve bu parçaların hepsi düet olacaktı. Fakat sonradan insanların yalnız söylemeleri daha mı iyi olur diye düşündüm. Derken fikir gelişti ve bunun daha doğru olacağına karar verdik. Mesela ‘İstabulda Sonbahar’ bir kişinin söylemesi gereken bir şarkıydı. Bir özlem şarkısı o ve platonik bir aşktan bahsediliyor orda. Orda mesela erkek sesi olmazdı bir kadın söyleyecekse ki Nil Karaibrahimgil söyledi. Veya ‘Güzel Bir Gün Ölmek İçin’i Mirkelam söyledi, orada iki erkeğe yer yoktu. Bir espirisi olmayacaktı o şekilde. Bu sebeple düetten vazgeçip bu yöne doğru yöneldik. Böylelikle iş daha da büyüdü. Çünkü müzisyen arkadaşımız da çoktu, derken bir cd’ye de sığdıramayacağımızı düşündük ve olay double cd’ye döndü. Onun da hepsini yetiştiremeyeceğimizi farkettik, çünkü ocak’ta çıksın istiyorduk. Bu sebeple Söz ve Müzik Teoman 1 bu ay çıkıyor, ikincisi de mayıs ayı gibi planlanıyor.<br /><br />- Geçtiğimiz yaz, Rock’n Coke sahnesinde seni Rashit grubu ile aynı sahnede izledik. Birbirinizin parçalarını söylediniz. Bu deneyim, bu proje için bir ışık yakmış olabilir mi?<br /><br />Aslında hayır, aralarında bir bağ yok. Ben Rashit’i eskiden beri seviyorum, yıllar var ki dinlerim. Sonra şarkıları dikkatle inceledim, daha da çok sevdim. Kişi olarak da sevdiğim insanlar ve yaptıkları müzik sevdiğm bir tür. Ben kendimi o konteksden ayırsam da başka başka şeyleri beğenebiliyorum Yani bu insanlar ne yapmak istemişler, yapabilmişler mi gibi düşünüyorum. Eleştirmen tarzı ile bakmıyorum, daha çok müziksever yönümle bakıyorum. Bunlar benim kalbime dokundular mı dokunmadılar mı. Önemli olan bu benim için şarkılarda ki, Rashit’i seviyordum, eski bir konserlerinde ben onlarla sahneye çıkıp çalmıştım. Gitar çalmıştım, armonika çalmıştım, söylemiştim zevkine. Sonradan projeye dönüşmesi, sanıyorum ki Orkun’un Rock’n Coke’a böyle bir teklifle gitmesiyle oldu. Ben de seve seve kabul ettim. Ondan sonra çıktık çaldık, çok da keyifliydi. Ama albüm fikri plak şirketinden gelen bir teklifti.<br /><br />- Bugüne kadar yaptığın yedi adet stüdyo albümü var. Bu projede yer alacak parçaların seçimleri nasıl oldu, eleme kriterleri neydi? Karar sana mı aitti?<br /><br />Yani küçük bir eleme yaptım ben tabi. İnsanların daha önceden bildiği, alıştığı parçalardan oluşsun ki bir espirisi olsun istedim. Benim çok sevdiğim, araya kaynamış şarkılar vardı, albümlerde çok öne çıkmamış, ama bunu baz almadım. Sanatçıların bazıları hit olan şarkıları değil de, daha geride kalan parçaları söylemek istedi. Mesela Candan Erçetin Kim i söylemeyi tercih etti. O parçanın klibi yoktu ama iyi ki onu söyledi. Plak şirketim benim albümümde bu parçaya pek fazla değinmemişken, Candan’ın yaptığı versiyonu çok beğendiler. Başkaları da çok beğendi ki, Ümit Ünal ın Ara adlı filminin soundtrackinde yer almasına karar verildi. Video klibi çekildi bile. Sezen Aksu mesela kendisi seçti Paramparçayı. Ama Yavuz Bingöl’e ben söyledim İki Çocuk olsun diye. İçeriğinin ona çok oturacağını düşünüyordum. Nil’e de ben söyledim, Kreş’e de ben söyledim ama mesela Harun Tekin kendisi seçti. Hayko Cepkin’in mesela Gökdelenleri çok sevdiğini zaten biliyordum, onu teklif ettim bu nedenle.<br /><br />- Projede yer alan isimlerin seçimi nasıl oldu? Çok ilginç isimlere rastlıyoruz burada. Neden onlar?<br /><br />İki sebep var en nihayetinde. İlki, benim beğendiğim isimler olması, ikincisi bana bir açıdan yakın isimler olması. Hiç tanımadığım isimlere teklif ettiğim de oldu, yani birebir tanışmasam da uzaktan takip ettiğim. Ama hem kişilik olarak beğendiğim hem de müzikal anlamda takdir ettiğim isimler olmasına özen gösterdim. İki parametre vardı.<br /><br />- Kendime yakın bulduğum isimler dedin. Oysa projede müzik türü açısından sana yakın görünmeyen isimler de var.<br /><br />Her ismi bir açıdan yakın buluyorum kendime. Ben müzik türlerini ayırmıyorum. Bir müzik türü diğerinden daha iyidir gibi bir ayırım yapamam. Benim tercihim budur ama bu sonuçta estetik bir tercihtir. Müzik türlerinde iyi kötü ayrımı yapamam. Bana göre sevdiğim şarkı vardır, sevmediğim şarkı vardır. Genelde öyledir. Mesela Yavuz Bingöl’ün ‘İki Çocuk’u söylemesi çok başkaydı. Benim yaptığım versiyon punk’tı ama halk müziğine doğru gidebilecek bir parçaydı. Yavuz söyleyince şarkı bambaşka bir anlam, içerik kazandı. Sezen Aksu ‘Paramparça’yı bambaşka bir şarkı haline getirdi. Benim söylediğim daha pop rock formatındaydı, Müzlüm Gürses söylediğinde daha bir arabeske, fantazi taraflarına meğil ederken, Bülent Ortaçgil blues yapmıştı. Ben aslında kendimi bir çeşit kumaş üreticisi gibi görüyorum. Ben şarkıyı yaptım, bu nerelere doğru gidebilir bunu görüyorum. Benim slov yaptğım şarkıyı bir başkası alsa heavy metal yapsa veya benim rock yaptığım bir şarkıyı arabeske çevirse neler olur. Bu benim hoşuma giden birşey. Şarkı müzik türlerinden bağımsız olarak da ayakta kalabiliyor mu acaba, bunu görüyorum.<br /><br />- Şimdiye dek, çıkacağı söylenen her yeni Teoman albümü oldukça merak uyandırdı, ama bu albüm sanıyorum en çok merakla bekleneni. Bu albümün kayıtları süresince neler yaşandı?<br /><br />Şimdi bu albüm öyle bir şey ki, parçalar başka kişilere verildi ve farklı stüdyolarda senkronize olarak kaydedildi. Yanyana giden apayrı kayıtlar oldu yani, bu sebeple ben projenin bu kısmına tam anlamıyla katılmadım. Son etapta ben vardım. Kimisini mixlenmeden önce dinledim, kimisine vokal yapmam gerekti, biraz daha önce dinledim ama bazılarını da mixi yapılmış olarak dinleyip cd’ye koydum. Ve nasıl olmuş acaba diye ilk defa evimde dinledim. Bu sebeple kayıt aşamasında neler oldu tam olarak bilemiyorum. Muhakkak ki ilginç olaylar olmuştur, mesela ‘Paramparça’ ikinci defa kaydedildi. Birincisini kaydetmişti Sezen Aksu, içine sinmemiş, birdaha kaydetmek istedi. Ama benim için en için en ilginç olanı şuydu, Erol Büyükburç da albümde yer alsın istedim. Türk müziği içinde çok önemli bir yeri var kendisinin. Mayısta çıkacak olan ikinci cd’de yer alacak. Erol Büyükburç için uygun, rock’n roll bir parça seçtim, aranjmanında kendim bulundum hatta armonikasını da beraber çaldım. Kayıtlarında da bulundum, dergiye geçecek kadar önemli değil belki ama, orada Erol Büyükburç ile vakit geçirmek benim için çok keyifliydi. Ve kendi jenerasyonumdan Mirkelam, Yaşar, Feridun Düzağaç olsun da çok istedim. Yaşar’a ‘Rüzgargülü’nü söylemesi için ısrar ettim, onun aklında başka şarkılar vardı ama ‘Rüzgargülü’nü söylesin istedim. Kendisi de sonradan gelip, ‘Abi, adamına göre şarkı seçiyormuşsun hakkaten, tebrikler’ dedi. Kendisi de sonuçtan çok memnun kaldı.<br /><br />- Projede yer alması düşünülen ama herhangi bir sebepten ötürü katılamayan isimler oldu mu?<br /><br />Kimi isimlerle prensipte anlaşmıştık ama yoğunlukları nedeniyle projede yer alamayan isimler oldu. Mesela Ayten Alpman bir parça söyleyecekti fakat, jazz türünde türkçe sözleri pek oturtamadığını söyledi. Jazz müzikte türkçe söylerken çok rahat etmediğini söyledi kendisi. Belki de kibarca, beni üzmemek için söylenen bir mazeretti ama Ayten Alpman olsun isterdim. Jazz parçası yapmıştık bir tane, denedi ama yapamayacağını söyledi. Başka bir düet fikrine açık. Daha rahat sözcükleri kullanarak yeni bir parça yaparsam belki birlikte söyleyebiliriz. Ben çünkü melodik anlamda düşünen biri değilim, söz yazarak başladığım için şarkı yapmaya, bazen insanları yorabiliyor seçtiğim kelimeler. Harun Tekin mesela ‘İstasyon İnsanları’nı söyledi ama müzikal kelime dağarcığına uymadığından bazı kelimeleri kendince değiştirdi.<br /><br />- İkinci albümde bizi bekleyen isimlerden birkaçını sorsam? (Macbookunu açıp kopya çekercesine dosyaları karıstırıyor ve yakalanmış öğrenci edasıyla gülümseyerek cevap veriyor)<br /><br />Pamela ‘Renkli Rüyalar Oteli’ni söylüyor, Aylin Aslım ‘Bazı Yalanlar’ı söylüyor, ‘Gündüz Tarifesi’nde Erol Büyükburç var ve ‘Sessiz Eller’de Zeynep Cassalini var. ‘Rambo’nun Ölümünü’ de Dolapdere BigGang’den dinleyeceğiz. Bunlara eklenecek altı, yedi isim daha var. Ekstradan yapılması planlanan altı, yedi şarkımız var. Sanıyorum Sertab Erener’de olacak ama o henüz şarkısını seçmedi. Olmasını istediğim birkaç isim daha var.<br /><br />- Peki “Gördün mü bak, Teoman yeni şarkı üretemedi, eskilerini pişirip önümüze koyuyor “ tarzı bir yakınma olmayacak mı bu albümden sonra?<br /><br />(Gülerek itiraf ediyor) Aslında biraz öyle. Yani yeni şarkılardan bir albüm yapsaydım bu albümün çıkışı biraz daha kayardı. Yani elbette herhangi bir zorunluluğum yok albüm çıkarmakla ilgili, bu albüm plak şirketinin önerisiydi, benim de önümde yapacak bir şeyim yoktu. Bana güzel bir meşgale oldu. Fikir de hoşuma gitti. Sonuçta da güzel bir anı olarak kalacak. Yani böyle bir yorum gelirse, biraz doğru olacaktır.<br /><br />- Tüm müzik hayatına geri çekilip yabancı gözüyle baktığında, Teoman’da en çok ne değişti?<br /><br />Kendimde aslında değişmeyenleri saymalıyım. Şarkı yaparken duyduğum zevk, stüdyo ortamında aldığım haz, konserlerdeki heyecan. Onlar değişmedi fakat onun dışında, artık herşeyin daha farkındayım. Büyük bir hevesle yola çıkılmadığını görüyorum. Şarkı yapmak hala çok zevkli ama ‘ben bir albüm çıkarayım, onun şusuyla böyle uğraşayım, insanlar neler diyecek acaba’nın merakı yok pek. Albümün promosyonuyla ilgili televizyonları dolaşmak, radyolara gttmek benim ilk başlarda hevesle yaptığım bir şey iken, şimdi biraz angarya gibi geliyor açıkçası.<br /><br />- Bu dürüst cevabından sonra, vaktinde bir yerlerde okuduğum ‘Hayatımın amacı kalmadı artık’ türündeki söylemine değinebilirim sanırım. Gerçekten Teoman’ın amacı kalmadı mı?<br /><br />Yıllar geçtikten sonra geriye dönüp bakıyorsunuz ki, işe başladığınız ilk heyecan kalmamış. İlk albümdeki, ikinci albümdeki heves yıllarla yok olmuş. Bir de tabii sektörel unsurlar var. Eskiden albüm satışlarından ne kadar insana ulaşabilmişiz, kendimizi ne kadar dinletebilmişiz ölçebilirdik. Gerçi o ticari bir gösterge ama insanların cebine kaç para girmiş gibi değil de, ben bu şarkıyı kaç kişiye ulaştırabilmişim gibi, egoya yönelik. Şimdi bunu bilemiyoruz. Albümlerin satışı ortada ama internetten erişimi öğrenemiyoruz. Albüm satışlarımın yanısıra internetten de herkese ulaştırılabiliyor olsak, ben hemen hemen herkese ulaştığımı bilsem mesela, çok mutlu olurdum. Oysa artık albüm satışları bizim etki alanımızı tam olarak gösteremiyor. Yıllar va yaşanmış olan tecrübe kalıyor geride. Eski hazzı alamıyorum evet, eskiden hayatımın amacı müzisyen olmaktı onu oldum. Üstüne küçük küçük amaçlar koydum, onları da yaptım. Başarılar veya büyük konserler. Onları da yaptım. Şimdi düşündüğümde, ben para kazanayım veya şunu yapayım gibi bir amaç gelmiyor aklıma. Tam anlamıyla hayatımı adadığım bir şey yok, yahu tamam ben bundan sonra bunu yapayım diyebileceğim bir şey de yok. Ama aslında hayatımı amacı var elbette, mutlu olmak.<br /><br />- Yitirdiğini söylediğin o hevesi de göz önünde bulundurarak, şimdiye dek yaptığın işlerde sana en çok haz vereni, geriye bakınca seni en çok gülümseteni hangisidir?<br /><br />En en zevklisi sanıyorum, ilk çocuğum, ilk albümüm. Onunla 1,5 sene uğraştım. Şarkıları hevesle yazdım, bakış açım şimdiki gibi de değildi. Daha müzikal düşünüyordum, sözler geri plandaydı. Yine elimden geleni yapıyordum ama müzik daha ön plandaydı. Ama ilk albüm benim için çok özledi. Onunla o kadar çok uğraştım, o kadar benimsedim, o kadar sevdim ki. İlk albümden sonra artık tecrübe ediniyorsunuz, alışıyorsunuz. O albümü uzun yıllar dinledim ben. Şimdi şarıkılarımı yine sevinçle yapıyorum, albümümü severek yapıyorum ama ilk albümde olan sevgim, duyduğum müteşekkirlik hissi bambaşka. Pek hissetmyorum o hissi artık. Bir de tabi, albümü çıkarmak belli bir kademeyi aşmak gibi. Belli bir yere gelmiş oluyorsunuz, ondan sonrakiler onun biraz tekrarı oluyor. Birinci albümüm benim için en değerlisi.<br /><br />- (İlk albümü hakkında konuşurken hala ses tonunun farklı tınladığını, gözlerinin parladığını gördükten sonra, dayanamayıp bu ay Ar-Ge’de sizlere sunduğumuz dosya konumuzu soruverdim.)Albümlü olmak, profesyonel olmanın şartı mıdır? Albümü çıkmak üzere bekleyen pek çok amatör grup varken, senin bu konu hakkındaki düşüncelerin neler? Albümden beklenen ne olmalıdır?<br /><br />Galiba artık albüm şart olmayacak. Gidişat onu gösteriyor. Albüm satışları artık pek de geçerli bir gösterge değil, ben sektöre biraz uzak olduğum için artık değişen birşeyle rvar. Biz albüme yönelik bir kültürden geliyoruz, artık başka bir şeye yöneleceğiz sanırım. Format değişiyor ama nereye doğru gidiyor tam bilemiyorum. Avantajları olacaktır elbette, deavantajları olacaktır. Her değişim öyle bir şey. İllaki içerisinde yan etkiler barındırır. Benim dönemimde, bizim albümlerimizi yapmakistemiyordu kimse. Açıkçası, şimdiki müzisyenlerin durumu bizim bulunduğumuz durumdan daha zor değil. Bizim yaptığımız müzik Türkiye’de genel geçer kabul edilmiş müziklerden farklıydı ve pek fazlarağbet görmüyorduk. Plak şirketleri yüzümüze bakmıyordu. Güven Erkin Erkal bu durumun düzelmesi için uğraşmış birisidir. (Karşılıklı gülüşüyoruz ve ekliyor) Benimle uğraştı yani, albümümle uğraştı. Yıllardır hevesini kaybetmemiş isimlerden birisidir. (Büyük üstad hakkında biraz daha konuştuktan sonra devam ediyor.) Şimdi seyirci de aştı diyor, neyi koay alırsa ona alışıyor insan. Biz Boğaziçi üniversitesinde haftada 3 gün 7’şer saatten prova yapardık, iki dönem boyunca çalışırdık, Mayıs ayında bir tane konser vermek için. Artık böyle birşeye gerek yok, 20 tane parça alırsın, onları coverlar Taksim’de bir barda çalarsın. Biz o konserden sonra başka insanlar olurduk, 10 gün 20 gün kendimize gelemezdik. O hazzı şimdi kimse yaşayamıyor. O zordu, şimdi daha kolay. Tercih meselesi tabii. Ben aslında bir takım şeylerin zor olunca daha güzel olduğuna inanan biriyim. Eskiden daha güzeldi.<br /><br />- İlk albümden bu yana, insanların hayatını doğrudan etkileyen şarkılar yaptın. Belli bir kesimi aşıp, tüm halkın benimsediği, etkilendiği albümler ortaya koydun. Bu etkin rolün, müzik yaşamında taşıman gereken bir sorumluluk hatta sırtındaki kambur haline dönüştü mü hiç? Bunu göz önünde bulundurdun mu?<br /><br />Ya ben, insanlar neyi beğenir acaba, veya bu kesin hittir tarzı şeyleri bilen birisi değilim ben. Prodüktörler bilir ama ben bilemem, öyle biri değilim. Şarkıyı ben yaptıktan sonra, düzenlemesi yapılırken bu şarkının hissini en çok ne verir diye düşünüyorum. Yoksa bu şarkı en çok nasıl satar diye düşünmedim hiç. Biliyor olsam belki düşünürdüm ama bilemiyorum.<br /><br />- Yurt dışına açılma gibi bir planın hiç olmadı mı?<br /><br />80’ler sonu, 90’lar başına dek yaşattığımız bir grubumuz vardı ve onda ingilizce söylüyorduk. Orjinaldi parçalarımız, hiç cover çalmayan, kendi parçalarını çalarak başlayan bir gruptuk. O zamanlar düşünüyorduk. Konserlerimiz 20 30 kişiyle başlayıp kalabalıklaşıyordu. Ama ingilizce söyleyerek Türkiye’de bir yere varamayacağımızı biliyorduk. Yapmak istediğimiz müzikse ingilizceydi. 90’ların başından itibaren Türkçe şarkılar da yazmaya başladım. Onları da sevdim hatta türkçe daha iyi yazdığımı düşünmeye başladıktan sonra, yurt dışına açılma hayalim olmadı. Türçe sözlü müzikle olmazdı, Şıkıdım gibi bir parça yurt dışında tutabilir ama benim yaptığım tarz müzik, etnik öğeler barındırmıyor. Daha entarnasyönel ve bu tarz müzik yapan çok grup var, üstüne bir de kambur olarak türkçeyi koyunca çok sa tatmin edici olacağını sanmıyorum onlar için. Ben batılı müzik severim ama eğer hevesli olsaydım müzikal anlamda küçük küçük etnik öğeleri nkullanımının ve üstüne ingilizce sözlerin kullanımının gerekli olduğunu düşünürdüm. Yapmayı ister miydim veya yapabilir miydim emin değilim. Etnik müzik pek bilmiyorum, ben daha çok anglosaksonların müziğini dinliyorum. Bir de şu var tabi, türkçe yazmayı daha çok sevdim, kendimi daha iyi ifade edebildiğimi düşündüm. İngilizce yazamadığımdan değil ama türkçe yazarken kalem kağıda dokunuyor ve kendiliğinden gidiyor ama ingilizcede o kadar doğal olmuyor, düşünmemi gerektiriyor. İşin içinde daha fazla beyin giriyor, proje oluyor o zaman da kalbi, duyguyu daha geriye atıyorsunuz. Yurt dışında ünlü olmak gibi bir amacım da olmadı. O hissin içinde biraz Türk kompleksi olduğunu düşünüyorum açıkçası. Bu bir gereklilik değil bence, ama ingilizce müzik yapıyorsanız ve bu size daha çok haz veriyorsa onu da anlayabilirm. Türkçe müzik dinlemeyen insanları da anlayabiliyorum ben, eskiden benim de oldu öyle dönemlerim. İngilizce dinlemekten, söylemekten zevk alıyorsnız, türkçe kulağınıza batıyorsa, fransızca batar mesela bazılarına, o zaman elbette sizin için yurt dışı gereklidir. Onu anlayabiliyorum ama sürekli türkçe müzik yapan birinin yurt dışına açılma isteğinde her zaman olmasa da bir kendini kanıtlama idiası seziyorum. Bunlar hepimizde olan şeyler elbette ama benim böyle bir isteğim olmadı.<br /><br />- Konumuz buralara kadar gelmişken o halde, geçtiğimiz ay kapak konusu olarak tartışmaya sunduğumuz Mor ve Ötesi’nin Eurovision’a katılımıyla ilgili neler düşündüğünü de öğrenebilir miyiz?<br /><br />(Fincanından bir yudum alırken kafasını sallıyor onaylar biçimde) Okudum, herkes bir şekilde eleştirmiş ama bence çok da üstlerine gitmeye gerek yok. Çok güzel müzikler yaptılar, şimdiye dek çok güzel yerlere geldiler. Gruplarını içerik olarak da çok güzel bir yere oturttular. E Eurovisiona katılma kararları da bütün herşeyi yıkmasın. Başarılı olup olamayacaklarına gelirsek, benim için Eurovision bir müzik yarışması değil, telefon yarışması. Türkler istediklerine oy veriyor, Bosna Hersek Türklere oy veriyor, Ortodokslar birbirlerini kolluyorlar falan falan. Orada müzik en önemsiz unsur olarak kalıyor. Herkes kime oy vereceğini biliyorsa, Almanya’dan alınan oyların sebebi oradaki türk nüfusuysa, Mor ve Ötesi’nin veya Sertab Erener’in gitmesinin bir anlamı yok. Herkes evinden telefonla oy versin, en çok telefonu Türkler açtı desinler, bu sene onlar kazandı desinler. (Gülümseyerek devam ediyor) Bu daha mantıklı olabilir. Mor ve Ötesi’ni gereksiz yere hırpalamaya gerek yok yani. Önemsiz bir yarışma olduğu kanısında herkes hemfikir. Onlar neyi düşünerek kabul ettiler bilemiyorum ama sonuçta Mor ve Ötesi bugüne dek çok da yanlış işler yapmamış, oldukça da zeki insanlardan oluşan bir grup. Gerek var mıydı dersek, varmış demek ki. Nerede yapılıyor bu sene yarışma? (Utanarak ‘bilmiyorum’ diyorum, gülüyor) O kadar bile umursamıyoruz artık, o kadar içimizde değil ki. Görmek istedikleri bir yer olabilir, oraya gitmek için kabul ettiklerini varsaysak bile, bu şımarıklığı yapabilecek konumda olduklarını düşünüyorum. O dahi bir sebep olabilir, canımız istiyor gidelim bakalım demiş bile olabilirler.<br /><br />- (Utancım devam ettiğinden hemen konuyu değiştiriyorum, bu arada öğrendim, Belgrad’daymış J) Müzisyenlik, oyunculuk, senaristlik, yönetmenlik derken şimdi bir de yazarlık mı ekleniyor Teoman’ın sıfatlarına? ‘Söz ve Müzik Teoman’ albümü ile eşzamanlı aynı isimle bir de kitap çıkarıyorsun?<br /><br />Aslında tam olarak yazarlık değil burada yaptığım. Şarkı sözlerim, onlar ile ilgili tüm notlar, şarkıları bestelediğim karalamalardan oluşuyor kitap. Yine çok bir çabam yok yani. (Gülüşmelerin ardından) Şarkıları nasıl geliştirdiğime dair ipuçları veren, kimi zaman yolda, turnede peçetelerin üstüne aldığım notlardan ve bir takım fotoğraflardan, resimlerden oluşan bir kolaj aslında bu. Yazarlık değil yani. Ama yazıyorum ben, hali hazırda çekilmeyi bekleyen iki senaryo ve bir de daha ne yapacağıma karar vermediğim, tiyatro oyunu olarak tasarladığım ama belki romana belki de sinemaya uyarlanacak bir projem var. Bir şekilde uğraşıyorum onlarla. Yani bu ev çapında (eliyle salonun etrafını gösteriyor) yazarım, insanlar henüz görmediler ama. Yazıyorum yani kendimce. (Tekrar gülüşüyoruz ardından ciddiyetle devam ediyorum)<br /><br />- Tüm bunları, bu notları yani saklarken yani, var mıydı kafanda bunun planı? Bunları birleştirir de kullanırım belki bir şekilde demiş miydin?<br /><br />Başka amaçlarla saklıyordum ben onları. Tüm o defterler, kağıtları geri dönüp bakmak için tutuyordum. (Çalışma masasının çekmecesini işaret ediyor göz ucuyla) Beşinci albümümde, birinci albümde yazdığım bir sözü kullanabiliyorum, bir sürü şey yazmışım, ilk albümde kendine yer bulamamış, ikide üçte dörtte bulamamış ama beşincide yazdığım herhangi bir parçanın bir yerine cuk diye oturuyor. Ben şarkı yazmaya niyetlendiğimde, tüm onları tararım. İçlerinde kullanmadığım ama şu sıralar yazdığım herhangi bir şeye uyan bir şey var mı diye gözden geçiririm. Bu sebeple böyle bir arşiv yapmıştım, yoksa çok da böyle arşivci biri değilimdir. Hem yazım çirkindir hem de onları düzenli bir şekilde tutamam. Biraz da Funda’nın, menejerimin etkisi var bunda. O benim ile ilgili pek bir şeyi atmaz. Ben atma meraklısıyım tutmam ama Funda öyle değil. Resimlerimden küçücük küçücük kağıtlara kadar herşeyi saklamış. Afişleri saklamış. (Bu kitapta asıl emek Funda Hanım’ın o halde diyorum, gülüyor) Dediğim gibi, ben onları yazarken,o şarkıları yaparken uğraştım ama daha sonra o materyaller toplantıktan sonra, yayınevindeki arkadaşların uğraşı oldu, tasarımı yapan arkadaş uğraşıyor şimdi. (Kendi kendine gülüyor sonra devam ediyor) Ben de böyle tembellik döneminde işte, sanki ürün veriyormuş gibi görünüyorum. Şubat başı gibi albümle aynı vakitlerde, senkronize biçimde çıkmış olur sanıyorum ki. Büyük ihtimalle beş, on güne ilk parça radyolarda dönmeye başlar – Paramparça olacak galiba-, onun akabinde albüm çıkar, kitap da o vakitlerde hazır olur. Belki bir kaç gün gecikebilir.<br /><br />- Gelelim ‘Sesli Tişört’ lere. Mavi Jeans, Toplum Gönüllüleri Vakfı ve Teoman’ın yolları nasıl kesişti?<br /><br />(Cevap vermeden önce soruyor, nasıl duruyor vitrinde, ben görmedim daha diye.En çok ‘Hayalperest’i beğendiğimi söylüyorum. Ben ayrırım yapamadım, hepsi çok hoşuma gitti tasarımların diyor. Sonra anlatmaya başlıyor.) Mavi Jeans benim hoşuma giden bir markadır, bir tür Galatasaray gibi geliyor bana (gülüyor bıyık altından), yurt dışındaki temsilcilerimizden diye. Teklif bana Mavi Jeans’den geldi. Onlar Togev’le böyle bir proje düşünmüşler. Çok da heyecanlanmışlardı, ben de onların heyecanına ortak oldum. Tasarımları gönderdiler bana fikrimi almak için, ben de her tasarımı ayrı ayrı çok beğendim. Ve projenin içinde yer almayı keyifle kabul ettim. Mor ve Ötesi ve Aylin Aslım’da bu projenin içindeki isimler ama henüz onlarınkini göremedim. (Ben gördüm ama, Aylin Aslım’ın ‘Zor Günler’i bayanlar için çok cici, diğerlerini pek içime sindiremedim. Zevk meselesi elbette. Evet pardon böldüm, devam.)Türkiye’de çok gelişmeyen bir alan bu ama yurt dışında sanatçıların ürünleri çok rağbet gören bir pazar.<br /><br />- Tasarım yapılacak parçaların seçimleri Mavi Jeans’e mi aitti? Sana sorulsa, tercihin farklı olur muydu?<br /><br />Evet onlara aitti. Bana sordular, benim aklıma bir şey gelmedi. Ben onlardan teklif bekledim sonunda. Total olarak bu tişörtlerle ilgili benim yaptığım tek şey, beğenmek oldu. (Gülüyor yine tembelliğini vurgulatarak.)<br /><br />- Yani, oldukça aktif bir Teoman portresi göreceğiz önümüzdeki günlerde, yeni albümü çıkmış, yeni kitabı çıkmış, tişörtleri basılmış. Ama biliyoruz ki, Teoman bunlar için pek de fazla bir şey yapmamış?<br /><br />Aslında kitabın oluşum aşamasında, yer alıcak materyaller, ne şekilde konumlandırılmaları gerektiği aşamasında çalıştım. Ama tabi ben yalnızca karar veriyordum. Küçük de olsa, kendimi çalışıyor zannedecek kadar bir uğraşım vardı. Albümümn içersinde bir iki aranjmanın başında durdum, bazı kayıtların başında durdum, bazılarında çaldım söyledim ama bir albüm çalışmasını nyüzde yirmisi kadar bir çalışmadır o. Yani şu projelerin tamamını toplasanız bir tane albüm çalışması etmez. Ama elbette hiç uğraşmadım da değil. Yaratıcı bir düşünce mi? Birazcık. (Oldukça diyorum, küçük bir yaratıcılık diyor, ısrar ediyorum)<br /><br />- Kitap düşüncesi oldukça yaratıcı bir düşünce. Tişört fikri sana ait olmadığından es geçiyorum ama bizim ülkemizde sanatçının yaptığı işin dışında pazarlanması pek gelişmemiş bir olgu. Üstünde sanatçının logosu veya resminin olduğu tişörtler, rozetler, çanta ve şapkalar veya seninki gibi onlara ait, sahip olunduğunda sanatçı ile bağ kuruluyormuş gibi hissettiren ürünler açısından bir pazar henüz yok.<br /><br />Kitap için, yayın evindeki insanlar da çok özen gösterdi. Benim beklediğimden daha güzel oldu. Hep aklımın bir köşesinde vardı bu fikir sanırım. İşin incikli boncuklu yanını da seviyorum, sadece müzik değil tatmin eden. Yani ben bu yaşımda hala yurt dışında benimkine benzer kitapları bulup alıyorum. En son Los Angeles’daydım, Bruce Springsteen’inkini aldım mesela. Çok beğendim, çok da kıskandım. Müziğin çevresi sektörel anlamda öyle güzel kuşatılmış ki. Ben kendi teenagerlık dönemimi düşünüyorum mesela, o kadar küçücük küçücük şeyler hoşuma giderdi ki, küçük resimler, minik posterler. Eğer ki gerçek bir müzikseversen, onlar seni mutlu eder. Eğer bir insan benim müziğimi seviyorsa, onları da sevecektir. Adımızın geçtiği, fotoğrafımızın geçtiği minik şeyler bizden bağımsız bir dünya oluşturuyor. Eninde sonunda ben bir müzik yazarıyım ve etrafımda oluşan tüm bu şeyler, kitap, tişörtler, albüm kapakları benim müziğimi tamamlayan unsurlar oluyor. Hem tamamlıyorlar hem güçlendiriyorler. Hoşuma gidiyor benim, isterim ki bu sektör daha da büyüsün, her grup için olabilsin. O zaman müzikseverler böyle birşeyin tadını alırlar, bu da sanatçılara yansır. Sektör ne kadar büyürse benim o kadar hoşuma gider. Müzik ne kadar çok etkili olursa o kadar hoş olur. Sonuçta insan yıllarca varolmaya çalışıyor, bir de kendini sevdiği şeylerle ifade ediyor. Mesela ben yıllarca Elvis Presley tişörtü aramıştım Zürih’te. Türkiye’de zaten yoktu, 14 yaşında Zürih’te her yerde öyle bir şey aradığımı hatırlıyorum.<br /><br />- Bir gün bizim müzikmarketlerimizde de, Virgin’daki gibi bir katın merchandising ürünlerine ayrılacağını umud ediyorum. Bazı gruplarımız, kendi imkanlarıyla, kendi isimlerine tişört bastırıyorlar ama elbette bu çaba, çok yerel düzeyde kalıyor.<br /><br />İleride olucaktır. Ben ilk albümüm çıkardığım dönemde müzik piyasasının buralara geleceğini de düşünmüyordum. Ne kendimin, ne Şebnem’in ne Özlem’in. Biz aynı zamanlarda albüm yaptık. Hemen hemen hiçbirşey olmayacakmış gibi göründü. Bir süre sadece biz götürdük, yeni isimler hiç katılmadı ama şimdi baktığımızda, hele o günlerle karşılaştırıldığında bunlardan hiçbirşey olmaz diyeceğimiz pek çok grup, güze güzel müzik yapıyor şimdi. Bence bu sektör de ileride daha çok gelişecektir. Bunu yapan grupların çabası da çok hoş, ama tabii bunun genişlemesi, açılması da lazım. Mavi Jeans’in yaptığı bu açıdan çok güzel bir örnek. Belki diğer firmalar da piyasadaki gruplarla uğraşsalar çok güzel şeyler olabilir. Bunlar yavaş yavaş başlıyor, Türkiye’de müziğin gideceği yer daha var. Müzikle ilintili olan sektörlerin de daha yolu var.<br /><br />Sorularım bu kadar, vakit ayırdığın için teşekkür ederim. Eklemek istediğiniz bir şey var mı diyorum, yok diyor. Soru sorulmayınca aklıma bir şey gelmiyor diyor. Teoman’ı sıcacık evinde bırakıyor, apartman kapısını arkamdan sıkıca kapatıyorum. Emir Kusturica’nın yeni filminin son seansına yetişmek üzere yollarda koşuştururken düşünüyorum. Evet diyorum, bizim daha çok yolumuz var üstad.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-2643015318203779102008-08-12T16:36:00.002-07:002008-08-12T16:37:30.287-07:00Sinem Vural Roportaji Hürriyet Gazetesi Şubat 2008Sinem Vural Röportajı Hürriyet Gazetesi Şubat 2008 <br />Artık canım şarkı yazmak istemiyor. "Söz ve Müzik Teoman" adlı albüm ve kitabını kısa süre önce çıkaran Teoman, hızlı günlerine veda ediyor.<br /><br />Hareketli yaşamın, şehir stresinin artık kendini yorduğunu, yeni şarkılar yapmak için hevesinin kalmadığını belirten ünlü rock'çı, "O yorucu hayattan sıkıldım. Turnelere çıkmak yerine evimde yatmak istiyorum" diyor.<br /><br />Beklenmedik bir albüm geldi sizden... Nereden çıktı bu fikir?<br /><br />- Hiç hesapta yokken ortaya çıktı. "En Güzel Hikayem" de öyle olmuştu. 10 şarkılık albüm yapalım dedik, ondan sonra ortalık karıştı. 10 şarkı düşünürken, sayı 28 ’e kadar çıktı. Biz de iki ayrı proje olarak değerlendirdik. İlk 14 şarkıyı şimdi yayınlıyoruz, ikinci 14 ise mayıs ayı gibi piyasada olacak.<br /><br />Albümde önemli isimlerle çalıştınız...<br /><br />- Sezen Aksu ’dan Yaşar ’a, Emre Aydın ’dan Yavuz Bingöl’e, Candan Erçetin’den Yalın ’a kadar birçok sanatçıyla birlikte yaptık albümü. Hepsi çok sevdiğim ve tanıdığım insanlardı. Birkaç tane yeni grubu tanımıyordum ama birbirimizi seviyorduk. İçinde punk da var, Hayko Cepkin gibi sert isimler de...<br /><br />Neden bu albümü tribute ya da saygı albümü değil de, sevgi albümü olarak nitelendiriyorsunuz?<br /><br />- Saygı albümü yapmak için benim kariyerim yeterli değil. Bülent Ortaçgil tribute albüm yaptığı zaman, 30 yıllık bir kariyerin üzerine yapıyor. Halbuki benim 11 senelik bir geçmişim var. Her ne kadar yoğun çalışıp bu kadar süre içerisinde 8-9 albüm çıkarmış olsam da, albümün içinde benden büyük, saygı duyduğum isimler var. Erol Büyükburç, Sezen Aksu gibi benden önce müziğe başlamış sanatçılar yani... Eğer bir saygı albümü olacaksa, benim onların albümlerinde yer almam gerekir. Kendi jenerasyonumdan isimlerle de birbirimize saygıdan çok sevgi duyuyoruz.<br /><br />Kitapta biletlerden yeni fotoğraflara, eskizlerdeki şarkı sözlerine ve notalara kadar her şey var. Bunca hengamenin arasında bu kitabı nasıl oluşturdunuz?<br /><br />- Menajerim Funda (Sanlıman) hiçbir şeyi atmaz, biriktirir. Aslında ona çok kızardım, bana çöpçülük gibi gelirdi. Sonradan tükürdüğümü yaladım. Neyse ki Funda onları tutmuş. Bazı şarkı sözleri ondan geldi, sonrasında kitap oluştu zaten.<br /><br />DEPRESYONDAYIM, YENİ ŞARKI YAPAMIYORUM<br /><br />Neden 0 kilometre bir albüm çıkarmadınız?<br /><br />- Düet albümü için iki yeni şarkı yapacaktım, fakat bir tane çıkarabildim. Nedense hevessiz bir dönemimdeyim, ikinci şarkı çıkmadı. Aslında depresyon da var. Şarkı çıkarıp, onu büyütemiyorum. İlla müzik adına yeni şeyler yapmak gibi bir ruh halim yok. Yazıp çiziyorum, ama artık onlar kitap mı olur, eski roman taslaklarım gibi sürünür mü, senaryoya mı dönüşür ya da kırpıp kırpıp şarkı mı yaparım, belli olmaz. Kreatif anlamda kendi içime dönmüş durumdayım. İnsanlara sunacak pek bir şeyim yok şu sıralar. Bir albüm yapmaya çalışsam çok zorlama olacaktı. 9 tane daha şarkı yazmalıyım diye kendimi cendereye sokamam. Artık kişisel kararlarım var. Daha başka bir yaşam stili ve üretim tarzı amaçlıyorum. Daha ona bir formül de bulmuş değilim, ama metot arayışındayım. Bu aralar insanlar benden bir şey beklemesin.<br /><br />Bu kreatif durgunluk uzun mu sürecek?<br /><br />- 2008 içerisinde ikinci albüm hariç (Söz ve Müzik Teoman 2) hiçbir şey yapacağımı zannetmiyorum. Şu anda canım şarkı yazmak istemiyor. Kendimi de hiç zorlamayacağım. Bir senaryom var, istesem iki-üç ay içinde çekmeye başlarım. Kendi hayatımla ilgili düzenlemeler peşindeyim. Ama konserlere devam edeceğim. Hayatımda en çok sevdiğim şey konser vermek. Onları bırakmam ama adedini azaltacağım ve daha özenli konserler vereceğim. Günde üç kez konser verdiğim zamanlarım oldu. Artık o kadar yorucu bir hayat istemiyorum. Çok uzun turneler de istemem, evimde yatmak istiyorum.<br /><br />Neden bu kadar içinize döndünüz? Çok mu yorucu geldi her şey?<br /><br />- Zaten sıkılmış durumdayım, ayrıca bazı şeylerin verdiği haz gittikçe azalıyor. Haz azalınca küçük aralar vereyim, o işleri özleyeyim ve yoğunluktan kaçayım diyorsun. Bir de şu sıralar eskiye dönmek istiyorum. Eskiden kitap okurdum ve onun dışında pek de bir şey yapmazdım. Bundan da çok haz alırdım. Artık canım hamakta kitap okumak istiyor.<br /><br />Memleketinize taşındığınız söylentilerini doğruluyorsunuz o zaman...<br /><br />- Şehir hayatı beni yordu. Yıllardır yazları birkaç ay doğanın içerisindeyimdir. Orada kendimi çok iyi hissediyorum. Bir şort, bir terlik ya da ayakkabı, elimde kitaplarımla aylarımı orada geçirebiliyorum. İstanbul ’a geldikten sonra stres başlýyor. Bu aralar keyif aldýđým şeyler onlara dair. Öyle bir hayat bana şu an daha çekici geliyor. Belki ileride tekrar fikrim deđişir ama şu an o yođunlukta ve yoruculuktaki hayatý istemiyorum.<br /><br />Peki o yumruk olayının akibeti ne oldu?<br /><br />- Keşke bu olayların hiçbiri olmasaydı. O beni çekmemiş, ben de ona vurmamış olsaydım.<br /><br />Dava açıldı mı?<br /><br />- Bana dava açmadı, en azından bana bir şey gelmedi. Dava açarsa da bence kaybeder. Zaten ikimiz de kaybetmiş pozisyondayız. O çekiştirip yumruk yedi, ben de yumruk attım. İkimizin de pozisyonu güzel deđil.<br /><br />Bunlar hep size alkolün getirileri belki de... Zaman içerisinde neden "Teoman=Alkol" oldu?<br /><br />- Alkol ve sigaranın ülkedeki temsilcisi gibi oldum. Alkol hayatımda zannedildiği gibi bir rol oynamıyor. Ne kendi evimde ne de başkalarının evinde alkol kullanırım. Alkolle ilişkim hep kısa sürelidir.<br /><br />ROCK YILDIZI HAVASINA KAPILDIM<br /><br />- Sürekli bir parti durumunuz da var sizin...<br /><br />Bazı insanlar küçük şeylerden mutlu oluyorlar ve onları kıskanıyorum. Eskiden neler yapmayı sevdiđimi ben de ufak ufak hatırlamaya başladım ama... Kendimden umutluyum. Bir ara rock yıldızı havalarının hoşuma gittiğini itiraf ediyorum. Birincisi bunun sonu yok, ikincisi ise hazzı azalıyor. Şimdiye kadar sürdürdüğüm o yorucu yöntemle devam etmek istemiyorum.<br /><br />İÇKİNİN TADINI BİLE SEVMEM ASLINDA<br /><br />- Bir röportajınızda "Katlanmak ve kadınlarla daha kolay iletişim kurmak için içiyorum" demişsiniz.<br /><br />Uykum yok, gece hayatındayım ve daha orada durmak istiyorum. Ne yapacağımı bilmeyince de içiyorum. İçkinin tadını bile sevmem aslında. İlk yudum ve o ilk kadeh bana hep çok zor gelir.<br /><br />Tadından nefret ettiğiniz içki yüzünden sürekli göz önündesiniz ve haber oluyorsunuz. Bu size garip gelmiyor mu?<br /><br />Çok garip geliyor. Mesela bunun dışında sigara yüzünden de sık sık dava açılıyor. Halbuki ben bu sigarayı býrakmaya çalışıyorum! Aldığım nikotin sakızlarının boğazımda bıraktığı iğrenç tadını bilseler. O sakızlar mideme de zarar veriyor. Alkolden kurtulmama gerek yok, çünkü bağımlı değilim. Ama sigara yapıştı bana ve bırakmıyor. En büyük düşmanım sigara şu anda. İnsanın vücut sağlığı olmayınca, psikolojik sağlığı da çok iyi olmuyor. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak güçlü, mutlu, huzurlu olmak istiyorum.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-61422505371114056562008-08-12T16:36:00.001-07:002008-08-12T16:36:36.260-07:00Alper Görmüş Röportajı Yeni Aktüel Şubat 2008Alper Görmüş Röportajı Yeni Aktüel Şubat 2008 <br />Kanserli kentin huzur arayan çocuğu.<br />“Kanserli kentlerin çığlığından son trenle ayrıldığı...” bir gün gelecek mi acaba? İstanbul’a fena halde benzeyen Teoman’da “Bir kenti tam kalbinden / Beyninden vurup gitmek” arzusu hep vardı, hep olacak. Fakat hiç kolay değil işi. Çünkü ruhu huzur istese de bedeni kargaşadan besleniyor.<br /><br />İnternet dünyasının kült “klip”lerinden biri haline gelen “Teoman’dan magazinciye yumruk”la ilgili “hak etmiştiler, helal olsun” yorumlarının çokluğunu başlangıçta yadırgamadım değil. Sonra, sözlü saldırının biteviye hale gelmesinin insanda yarattığı psikolojik tahribatı pek güzel anlatan ünlü “Milanolu yakışıklı delikanlı” meseli geldi aklıma ve hayatında kimseye yumruk sallamamış biri olsam da Teoman’ı anladım. Hikâye şöyle:<br /><br />Milanolu yakışıklı, zengin, sevilen bir delikanlı şehirdeki çirkin ve kambur delikanlıya her gün sataşır, onunla dalga geçermiş. Sonunda Milanolu kambur çekmiş bıçağını ve yakışıklı delikanlıyı öldürmüş. Mahkemede, sanığın avukatı savunmasına “Milano’nun saygıdeğer yargıçlarını saygıyla selamlıyorum” diye başlamış. O fasıl bitince duruşma heyetini, o fasıl da bitince savcıyı… Böyle giderken, duruşma yargıcı durdurmuş onu ve “Bırakın saygı sunmayı da savunmanıza geçin” diye azarlamış. Bunun üzerine avukat, “Sayın yargıcım, bakın saygı sunmak bile birkaç tekrarda sizi nasıl sinirlendirdi” demiş, “oysa öldürülen kişi yıllardır her gün müvekkilime ‘pis, çirkin kambur’ diye sataşmıştır. Savunmam bundan ibarettir.”<br /><br />Hepimiz biliyoruz, Teoman sabaha karşı bir bardan çıkar, magazin muhabirleri peşine takılır ve… Sonunda bir şey olmaz, şarkıcı magazincilerin sorularına esprili cevaplar verir, güler ve gider. Fakat o yumrukla anlarız ki, mesele o kadar basit değildir; birikmiş bir zehir vardır ve o yumrukla o zehir akıtılır.<br /><br />Zor bileşim<br /><br />Yumruğu yiyen talihsiz magazinciyi, aslında Teoman’ın “huzursuzluk kaynağım” dediği metropol hayatının bir simgesi olarak da düşünebiliriz. Kabak, onun başına patlamıştır, hepsi bu.<br /><br />Aşağı yukarı bütün şarkılarında gömülü olarak hissedilen büyük kentlerin insan ruhu üzerindeki yaratıcı yıkıcılığı, bazı şarkı sözlerinde iyice kristalize olur. Hiç şüphesiz en eski ve en iyi şarkılarından biri olan “Hiç Kimse Bilmez”deki şu satırlar mesela: “Yüzüm gözüm toz toprak / Yağmurların yıkamaz / Kalbim kabuk bağlar / İçim artık acımaz / Kanserli kentlerin çığlığından / Son trenle ayrıldığımdan...”<br /><br />Teoman’da “Bir kenti tam kalbinden / Beyninden vurup gitmek” arzusu hep vardı, hep olacak. Fakat hiç kolay değil işi. Çünkü ruhu huzur istese de bedeni kargaşadan besleniyor.<br /><br />Şarkı yazma serüveni söz konusu olduğunda, sevenlerinin çoğu gibi ben de “Ah, o eski Teoman” diyenlerdenim. Bu fasıldan söz söylemeye hakkım olduğunu düşünüyorum, başından beri izlediğim şarkıcılardan biri o. Fakat ne yapsam kendimi dizginleyemiyorum, onun bir şarkıcı olarak portresini yazmak, şu yukarıda sözünü ettiğim beden-ruh geriliminin öznesi olarak Teoman’ı yazmaktan daha cazip gelmiyor bana… Dolayısıyla oradan devam ediyorum:<br /><br />Mutsuz olduğunu gizlemiyor, hayatı çok fazla sevmediğini de… Fakat çok yakın bir arkadaşının yaptığı gibi intihar etmek gibi bir niyeti de yok. Mutsuzluğunun bir kaynağı kanserli kent ilişkileri ya da ilişkisizliği ise, öbürü babasızlık. Aksiyon’dan Fatih Ural’ın kendisiyle yaptığı bir söyleşide, babasını çocukken kaybetmeseydi olacakları şöyle anlatıyor:<br /><br />“Babamın kendisi gibi yokluğu da beni var etti. Yaşasaydı çok daha mutlu birisi olurdum. Bana hep şu söylenirdi: ‘Baban yaşasaydı, hayat çok daha güzel olacaktı.’ En büyük travmam oydu. Babam yaşasaydı bugünkü Teoman olmazdı. Şarkı yazmazdım; ama mutlu yaşardım.”<br /><br />Teoman, aynı söyleşide “Mutluyken üretmek yerine yaşamayı mı tercih edersiniz” sorusuna da şu cevabı veriyor:<br /><br />“Mutluyken elime kâğıt kalem gelmiyor. Ben ‘olacaklar olacak’ modundayım. Şimdiye kadar bir blokajla karşılaşmadım. Hep bir şeyler çıktı. Ama çıkarmasam ve hayatı yaşasam, daha memnun olurum. İnsan olarak hepimiz tatminsiziz. Deniz kıyısında beş saat denizi izleyen birisi, benim için bir sürü kitap yazmış birisinden çok daha değerli.”<br /><br />Peki, bir gün çok sevdiği Cohen gibi her şeyi yüzüstü bırakıp gidebilir mi:<br /><br />“Öyle biri olmak isterim. Umarım da olurum. 70 yaşıma gelmeyi aslında o kadar çok istiyorum ki… Çok hoşuma gidiyor o yaştaki insanlar. Benim istediğim hayat şu: Yaşlanmışım. Yanımda eşim, çocuklarım ve arkadaşlarım… Daha olgun insanlar, benim gibi albüm yapmıyordur. Yaşıyordur. Ve biz onları bilmiyoruz.”<br /><br />İstanbul gibi sarhoş<br /><br />Biliyorum, bazılarınız “karizma yapmanın yolunu yordamını çok iyi bilen” bir ustanın tuzağına kolayca düşmüş biri muamelesi yapıyorsunuz bana. Fakat hiç kusura bakmayın, onun “samimiyetsiz, dürüst olmayan” bir tutum içinde olduğuna dair sayısı hayli fazla yorumlara itibar etmem mümkün değil. Bence Teoman’ın en önemli özelliklerinden biri, başta kendisine karşı olmak üzere her zaman dürüst olmaya gayret göstermesi… Kaç söyleşide gördüm, insanların hoşuna gidecek şekilde konuşmak yerine ne hissediyorsa onu söylediğini:<br /><br />“Tabii ki savaşlar, kıtlıklar, insanların acı hissettiği her şey beni de üzüyor. Beni bireysel olmakla suçladıkları zaman ben de onlara diyorum ki, kendinize karşı dürüst olun, bireysel problemlerimiz dünyanın problemlerinden daha önce gelmiyor mu? Öncelikle bunu kabul etmemiz lazım. Ben savaş karşıtı gösterilerde en önde bayrak taşıyabilirdim hatta bu eylemim bana ticari açıdan da faydası olabilirdi. Bense riskli bir yönü seçip bunun tam tersini savundum. Açıkçası benim derdim bu konularda daha dürüst olmak.”<br /><br />Başlangıçta “rock yıldızı” rolünü oynamaktan ve şöhretten memnun olduğunu, fakat zamanla bunların anlamsızlığını fark ettiğini söylediğinde de inanıyorum kendisine. Zaten utangaç bir adam kalabalıklardan uzun sürelerle hoşnut kalamaz. “İçki içince samimileşiyorum, insanlarla ilişki kurmam kolaylaşıyor” demişti bir defasında. Kalabalıklara ancak böyle tahammül edebiliyor belli ki. Aslında yabani ama “sosyal” olması gerekiyor, eh bu da içkisiz olmuyor. Ben bilmiyordum, aslında içkinin tadını sevmezmiş, sırf “kolaylaştırıcı” özelliği nedeniyle müracaat edermiş ona.<br /><br />Zaten İstanbul’a bu kadar çok benzeyen bir şarkıcının İstanbul gibi “sarhoş” olmaması tuhaf olurdu. Ekşi Sözlük’te bu benzerliği anlatan pek güzel bir “entry” var, yazarına teşekkürle aktarıyorum:<br /><br />“İstanbul’a benzetiyorum bu adamı: Karanlık, pis, suçlu, ezik, darmadağınık, fakir sokak araları ve diğer yandan güneşli, erguvanlı, boğazlı, tarihli, kültürlü, oturmuş, aklı başında, güzel, temiz, görmüş geçirmiş, kendine özgü yanları, kendi bireyselliği içinde var olan bir adam.”<br /><br />“Benim istediğim hayat şu: Yaşlanmışım. Yanımda eşim, çocuklarım ve arkadaşlarım… Daha olgun insanlar, benim gibi albüm yapmıyordur. Yaşıyordur. Ve biz onları bilmiyoruz.”teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-83099759323350455712008-08-12T16:35:00.001-07:002008-08-12T16:35:47.938-07:00Ali Tufan Koç Roportaji Tempo Şubat 2008Ali Tufan Koç Röportajı Tempo Şubat 2008 <br />“İnsanlar kendilerini önemsemedikleri için benden rahatsızlar.”<br /><br />Teoman’ın şarkıları bu sefer Sezen Aksu, Candan Erçetin, Yavuz Bingöl, Yalın, Nil, Harun Tekin, Mirkelam gibi çeşit çeşit müzisyenlere emanet. “Söz müzik Teoman”ın ilk kısmı önümüzdeki günlerde, devamı ise Mayıs ayında sizlerle…<br /><br />Kimilerine göre içkilerden, kadınlardan önünü göremeyen bir şahsiyet kendileri. Starlık kavramını reddeden, herkes gibi yaşamak isteyen biri oysa. Durmadan yazıyor da yazıyor şu aralar. Kelimeleri, notalara tercih etmekte. Şarkılarını ise diğer müzisyenlere seslendiriyor bu sefer. Sezen Aksu’dan Erol Büyükburç’a, Yalın’dan Hayko Cepkin’e İzel’e bir çeşitlilik cümbüşlük hakim “Söz Müzik Teoman” albümünde. Teoman’ın aklında ise hala “sakin bir yaşam” planları… Cihangir’deki ilk göz ağrı evinde, Boğazın güzelliğini seyre dalmış koyu muhabbetlerdeyiz Teoman’ımızla.<br /><br />Yeni albümün tam olarak nasıl bir proje olduğuna açıklık getirelim öncelikle…<br /><br />Düet albümü değil bu aslında. Söz ve müziği bana ait olan parçaları diğer müzisyenler seslendiriyor. Ben bazılarında tek bir mısra söylüyorum bazılarında ise geri vokal yapıyorum.<br /><br />Başta düet projesi olarak yola çıkılmış ama...<br /><br />Doğru. Fikir plak şirketinden gelmişti. “Güzel bir düet albümü yapalım.” dediler. Benim aklımda hiç albüm yapma fikri falan yoktu. Müzikle pek uğraşmıyordum o sıralar. Daha çok yazmak aklımda vardı. Fikir hoşuma gitti aslında. Ama ilk kayıtları dinlediğimde bunların düetsiz daha güzel olacağını fark ettim. Mesela Nil “İstanbul’da Sonbahar” parçasını öyle bir söylemiş ki... Ben düet yaparak ekleyecek bir şey bulamadım parçada. Bir de kişi sayısı gittikçe çoğaldı. 14 derken 24’lere kadar çıktı. Hepsiyle düet yapmak da...<br /><br />Üşengeçlik mi?<br /><br />Yok... Üşenmekten değil de...(gülüşmeler) Benim olmadığım halde parçaların çok güzel olduğunu fark ettim kayıtlar sonrasında. Sonucunda bir düet albümü de değil ortak paydası ‘söz müzik Teoman’ olan parçaların farklı isimler tarafından söylendiği bir albüm oldu.<br /><br />Gözbebeğiniz olmuş artık bu parçalar. Farklı bir hissiyat oluşuyor mu bunları başkalarından dinlerken?<br /><br />Bu şarkıları ben yazdım ama herkes söylesin isterim. Ben çok seviyorum bir parçamı başkası söylediği zaman. Geçen gün Beyoğlu’nda yürüyorum. Bir baktım ta uzaklardan kötü bir ses sistemine sahip bir yerde biri benim parçamı söylüyor. Gidiyorum onları da dinliyorum. Büyük keyif veriyor bana. Albümde yer alan isimler ise zaten kendini çoktan kanıtlamış müzisyenler. Hiçbir endişen olmuyor.<br /><br />Farklı düzenlemelerle parçalar bambaşka bir hala dönüşmüş sanki.<br /><br />Müzik tarzı bana yakın olanlar, kendi yelpazeleri içinde benim müziğimden çok da uzaklaşamıyorlar. Müzik tarzı benden daha farklı olanlar ise parçayı daha farklı bir içimde düzenleyip yorumluyorlar ki normal bir durum tabi. Hazırladığım kumaşın bambaşka bir şekilde kullanıldığını görmek başka bir keyif tabi.<br /><br />Best of’lar, remix’ler, konser albümleri ve son olarak bu proje. Yeni albümler yerine bunların çıkması ticari kaygı gibi bir his uyandırıyor şahsen.<br /><br />Tam tersine ticari hatalar bunlar! Artık albümlerin satmadığı bir zamanda plak şirketinin bana albüm yapmak istemesi benim de hoşuma gidiyor. Tüm bunların bana ticari bir getirisi olmuyor. CD Formatı kaybolmak üzere... İleride ne olacak bilmiyorum. Bu durumdan da gayet rahatsızım. Ürettiğim ürünün sadece internette olması bana yetmiyor. Kapağıyla, grafiğiyle albüm bir bütün bence! Ama bu anlayış da bitmek üzere... Belki bunlar CD formatında son albümlerimiz. Finali de bu proje gibi özel albümlerle yapmak istiyorum. Ne çıkarsak kar artık bu son süreçte.<br /><br />Ekonomik boyutundan çok dinleyicinin anlayışının değişmesinden kaynaklanıyor sanki bu durum. Kimsenin albümlerle özel bir bağı kalmadı sanki eskisi gibi.<br /><br />Teknoloji değişiyor, dünya dönüşüyor çocuklar da buna ayak uyduruyor. Aynı jenerasyonun insanları olmadığımız için anlaşamıyoruz pek. Ben kaset dinleyerek büyüdüm. Benden öncekiler ise plak… Ben tam anlamıyla kasetle başlayıp ama aslında plağı seven sonrasında ise mecburen CD’ye geçiş yapan jenerasyonum. Şimdi ise mecburen geçiş yaptığımız CD’yi arar olduk. Çocuklar ne yapsın böyle alışmışlar. 15 yaşındaki bir çocuk bilgisayarla başlamış sosyalleşmeye. Böyle olunca filmini de indirir müziğini de internetten. Hatta ben kendi albümümü daha dinlemen parçamı indirdikleri bile oluyor. Artık işin biraz keyfi kaçtı benim açımdan.<br /><br />İçinizden gelmiyor mu artık bir şeyler üretmek?<br /><br />En son albümden bu yana şu ana kadar yeni bir albüm çıkarmam gerekirdi benim. Ama henüz bir beste yapmamışım şu ana kadar. Demek ki üretimimi etkilemiş. Sadece bu durum mu yoksa dünyaya bakışımın değişmesinin de etkisi var mı bilemiyorum. İnsan albüm yaptıkça işi zorlaşıyor. Özgün olmak daha zorlaşıyor bir şeyi anlatırken.<br /><br />Yeni albümün de adı “Söz Müzik Teoman”. Akılda kalanlar ise müzikten ziyade sözler…<br /><br />Yıllar boyunca söz tarafı gittikçe ağır bastı müzik kısmına nazaran. Kelimelerle olan ilişkim notalara göre çok daha yakın. Yazı tarafı müzikten daha ağır basıyor bende. Durmadan yazıyorum artık. Düz yazılar, oyunlar, öyküler, roman, senaryo... İlginç bir tarafı ise bunları sunmak zorunda hissetmiyorum kendimi. İleride ne olur bilemem. Sağım solum belli olmaz belim. Bakarsın iki sene sonra piyano çalmaya merak salmışım.<br /><br />Kaşıntı yapmaz mı o kadar yazıp yazıp da bunları çekmecede tutmak?<br /><br />Yazı yazarken o kadar mutluyum ki hiç çıkarmayı düşünmüyorum. O süreç büyük keyif veriyor.Onun dışında ne kadar özgünlüğü tartışılır tabi ama şarkıların sözlerinin, notalarının yer aldığı kitabım çıkıyor aynı zamanda. Eski konser biletleri, sözleri ilk yazdığım kağıtların baskıları falan da var içinde.<br /><br />Genel olarak bir rahatlık, kimseyi takmama durumu hakim genelde ki bu da magazincileri rahatsız ediyor sanki..<br /><br />İnsanlar kendini aşırı önemsiyorlar da o yüzden bu kadar rahatsız oluyorlar benim tavırlarımdan.<br /><br />Siz önemsemez misiniz kendinizi?<br /><br />Yaptığım işi önemserim ama eninde sonunda biliyorum ki önemli biri falan değilim. Şöhret kavramı garip bir yerlere geldi. Ünlü olunca herkes o isme çok önemli biriymiş gibi davranıyor. Adam da önemliyim diye havalara giriyor. Şu ana kadar en iyi ihtimal 20-30 tane iyi parça yapmışım. Bu insanı bir yerlere taşıyıp, çok da önemli kılmaz. Mustafa Kemal benim yaşımda ülkeyi kurtarmış. Önemli biri olmaktan bahsediyoruz burada!<br /><br />Bunun farkında olabilmek de bir erdem aslında.<br /><br />Farkına varamadığın zaman daha kritik bir durumda oluyorsun. Yüksek duvarlı, jeepli, 8-10 bodyguardlı bir hayat bekliyor seni o zaman. Ben böyle bir yaşamı istemedim hiçbir zaman. İlk albümümü 29 yaşımda çıkarmamın büyük etkisi var. 17-18 yaşında meşhur olan biri ünlü olmaktan başka bir şeye çalışmıyor kafası. Benim için ün hiçbir zaman önemli olmadı. Ün peşinde de koşmadım para peşinde de. Hırslı olduğum zamanlar vardı tabii. Şimdi tamamen hırsızsız bir adamım.<br /><br />Hırs olmadığı zaman kendinizi amaçsız hissettiğiniz olmuyor mu peki?<br /><br />Çok oluyor. Farklı bir yere kanalize olmak lazım. Yıllar sonra bir şey uğruna paralanıp duruyorsun. Ulaştıktan sonra pek de bir şeyin değişmediğini fark ediyorsun. İşte hep aynı hayatı yaşadıktan sonra sıkılıyorsun bir yerden sonra. Kendini tekrar etmeye başlıyor olaylar, duygular, düşünceler... Yıllar boyu çok yoğun çalıştım. Artık kendime tatil verme hakkım var. Bu albümle birlikte bu yazı geçirdikten sonra kendime daha sakin bir hayat kurmaya çalışacağım.<br /><br />Siz de mi Bodrum’a yerleşiyorsunuz yoksa?<br /><br />Orası değil de İstanbul’a gidip gelebileceğim bir yer olsun isterim. Daha sakin, daha doğanın içerisinde çok da buralara uzak olmayan bir yere taşınacağım.<br /><br />Sıkılır, iki aya kalmaz dönersiniz gibi geliyor.<br /><br />Tek başıma olmayacağım ama! Bütün tayfayı toplayıp gidiyorum. Bizim tayfa arasından yıllardır “Teoman hepimiz için çalışıyor.” muhabbeti vardır. Gerçekleşti sonunda rüyamız.<br /><br />Neden bu sıkkınlık halleri?<br /><br />Hala konser vermeyi çok seviyorum aslında. Ne kadar az konser verirsem o kadar canlı kalır bu his diye düşünüyorum. Bir ara verdiğim olmuştu önceden. “Üç beş hiç konser vermiyoruz. Ben sadece kitap okuyacağım.” dedim menajerime. Sonrasında provalar da konser de çok daha keyifli geliyor. Müziği bırakamam asla. Konser vermediğim zaman kendi kişiliğimi kaybediyorum. Kim olduğumu unutuyorum. Daha düzenli, düzgün bir hayat planı yapmak istiyorum artık. Benim düzenli hayatım da ne kadar düzenli olur bilemiyorum tabii. Uyku ve yemek düzenim olsun, dostlarımı, ailemi daha sık göreyim istiyorum. Gece barda değil gündüz görüşmek istiyorum dostlarımla.<br /><br />Çıkan haberler de can sıkıyordur haliyle.<br /><br />Yazılanlar çok da umurumda değil! Benimle ilgili geriye kalacak olan bu parçalar sonuçta. Ama ne yapmamı bekliyorlar onu da bilmiyorum. Medya ahlaklı bir tavır sergileyip o fotoğraf altına bir şey yazmak zorunda. Tüm sebep bu! Magazincilere kızmıyorum. Nefret etmiyorum o insanlardan. Onların da kendine göre derdi vardır.<br /><br />Bir de şu “yumruk” hikayesi var. Bardağı taşıran son damla sanki…<br /><br />Rahatsız ediyorlar, yanlış haberler, tamamen uyduruk, palavra şeyler... Kalleşlik yapıyorlar resmen. Her şeye eyvallah ama ceketimden tutup da düşürmeye çalışmasınlar beni. Ünlü olmadan evvel de böyle bir hareket yapanın suratına çakıyordum bi tane.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-8257564831942231982008-08-12T16:34:00.001-07:002008-08-12T16:34:56.872-07:00Sine Büyüka Roportaji Billboard Ocak 2008Sine Büyüka Röportajı Billboard Ocak 2008 <br />Teoman belki de hayatının en cömert ve aynı zamanda en cesur dönemini yaşıyor. Müzisyen dostlarıyla şarkılarını paylaşırken, hayranlarına da hazırladığı kitap aracılığıyla şarkılarına dokunma fırsatı veriyor.<br /><br />Başka konularla gündeme gelip müzikten uzak kaldığı izlenime verse de bir süredir yoğun bir çalışma içindeydi, Teoman. 2008’in ilk bombası sayabileceğimiz “Söz Müzik Teoman” albümü sonunda tamamlandı. İki cd’den oluşan albümde Sezen Aksu’dan Yalın’a, Erol Büyükburç’tan Candan Erçetin’e, Aylin Aslım’dan Emre Aydın’a birçok müzisyen Teoman şarkılarını yeniden yorumluyor. Teoman, “Bu bir saygı (tribute) değil, sevgi albümü” diyor. Eşzamanlı olarak çıkacak kitapta ise Teoman’ın kendi el yazısıyla şarkı sözleri, notaları ve fotoğrafları bulunuyor.<br /><br />Düetlerden oluşan bir albüm hazırlama fikri sizden mi çıktı?<br />Plak şirketimiz “eski düetlerini başka müzisyenlerle tekrar yapalım” dedi, benim de işime geldi. Birkaç tane daha düet yazarım, sonra da albümü çıkartırız, diye düşündüm. Hatta bir tane de yeni parça yaptım. Eski parçaları kimlerle yorumlarım diye düşünürken şöyle bir problem ortaya çıktı. Bu çalışmayı sadece kadın müzisyenlerle yapmak istemiyorduk. Aşk şarkılarını erkeklerle birlikte söylemem ise garip durdu. “Bari bazılarını siz tek başınıza söyleyin” derken olay karıştı, yayıldı, bir de baktık elimizde iki cd’lik bir çalışma var. Yakın gelecekte artık albümlerin satmayacağını düşünürsek bu cd formatındaki son albümüm olabilir. Artık format değişir, sadece dijitale mi gider yoksa yeni, daha güzel bir şey mi gelir bilmiyorum. Ben zaten plağa döndüm.<br /><br />CD yerine plak mı dinliyorsunuz?<br />Yurt dışına gittim, bir sürü güzel plak aldım. Bir de pikabımı yaptırdım. Artık plak dinliyorum. En son Elvis Presley’in eski plaklarını aldım. İnternette e-bay’den de 1960’ların Beatles plaklarını toparladım.<br /><br />Düet yapmaktan vazgeçtiğiniz şarkılar hangileri?<br />Mesela Nil Karaibrahimgil, “İstanbul’da Sonbahar”ı tek başına söylüyor. Yaşar da, “Rüzgar Gibi”yi tek başına yorumladı. Kimisinde varım, kimisinde ise küçücük bir imza olsun, diye bir cümlecik söyledim. Mesela Kreş’in parçasında öyle yaptım, Emre Aydın’ınkinde de. Aylin Aslım, Erol Büyükburç da tek başına söylüyor. Ben örneğin Pamela Spence’le düet yapıyorum.<br /><br />Albümün adı da bu yüzden mi değişti? “Düetler” olacağı söyleniyordu.<br />Evet, adı “Söz Müzik Teoman” oldu.<br /><br />(Çekmeceden albümün kapak tasarımını çıkartıyor. Pek doğal duran bir poz, fotoğraf albüm için özel olarak çekilmiş gibi gözükmüyor, soruyorum...)<br /><br />Fotoğraf nerede çekildi?<br />Güney Afrika’da “Rapsodi İstanbul” adlı şarkımın klibi çekilecekti. Klipte oynamak için seçilen model bir kız vardı, ben sadece gözlemci olarak orada bulunuyordum. O yüzden etrafta eşofmanla filan dolaşıyordum. Arada Charles Richards fotoğraflarımı çekiyordu, şipşak makinasıyla. Bu fotoğraf da onlardan biri. Albümün kapak tasarımını yapanların seçtiği üç tane fotoğraf arasında bu da vardı, en çok bunu beğendik. Hatta benim bir de kitabım çıkıyor şarkı sözleri, notalar ve resimlerimin olduğu. Onun ismi de “Söz Müzik Teoman.” Kitabın kapağı için de 100 tane resim arasından şansa aynı resim seçilmiş. İkisi de aynı anda, bu ay çıkıyor.<br /><br />Albümün ve kitabın çıkış tarihini özellikle mi aynı döneme denk getirdiniz?<br />Eş dönemlerde başladık, bari hayatımızda ilk kez bir şeyi senkronize yapalım, dedik.<br /><br />Kitap projesi nasıl gerçekleşti?<br />Aslında o da önce farklı bir şey olarak geldi, sonra değişti. (Gülüyor) Nehir söyleşi yapılıyor benimle, bir tür biyografi çalışması gibi. Güzel güzel bir sürü sorular getirdiler, fakat çok uzun sürecek bitmesi. Ben de ilk başta halihazırda elimizde olan şeyleri çıkartalım, dedim. Altı sene önce ilk üç albümümün notalarını çıkarmıştım zaten “Söz müzik Teoman” diye. Fakat bu dokuz albümü kapsayan bir seçki oldu.<br /><br />(Macbook’unu alıp kitabın sayfa tasarımlarını gösteriyor. El yazısıyla şarkı sözlerini karaladığı kağıtları görünce aşırıyorum.)<br /><br />Saklamış mıydınız bunları?<br />Küçük küçük kağıtlara yazıp saklamıştım. Yani ilk şarkıyı nasıl yazmışım, nasıl başlamışım, bütün karalamalarım var, kitapta. Uyduruktan bir kağıda yazmışım kurşun kalemle. Bak “poğaça” falan da yazmışım. Poğaça alayım diye mi yazmışım acaba? Bunun benzerlerini yurt dışında gördüm, hatta satın aldım, getirdim. Bob Dylan’la Bruce Springsteen’in böyle bir şeyi var, benim niye olmasın?!<br /><br />YILDIZLAR KARMASI<br /><br />Bu kadar ismi aynı albümde toplamayı nasıl başardınız? Başkası için kolay kolay bir araya gelmezlerdi herhalde? Sezen Aksu, Candan Erçetin ikna etmesi zor isimler...<br />Bu insanlar hep eşimiz dostumuz. Bu tür çalışmalara genelde saygı albümü denir, bizimki sevgi albümü. Bir saygı albümü yapmak için yeterli bir kariyerim yok, daha bir 10- 15 senesi var, onun. Arkanızdan gelen kuşaklar sizden çok etkilenmiştir de böyle bir şey yaparlar. Albümde kendimden önceki jenerasyonlar da olsun istedim, Erol Büyükburç ya da Sezen Aksu gibi isimler… Benim kendi jenerasyonumdan Yaşar, Feridun Düzağaç var. Bir de daha ufaklarımız var, Kreş diye çok beğendiğim bir grup yer aldı, mesela. Rashit var, Hayko Cepkin var. Bu albüm işi çok da zevkliymiş. Bir de kendi sesimden sıkılmışım, o şarkıları başkalarından dinleyince hoşuma gitti.<br /><br />Albümde bizi şaşırtan isimlere de rastladık. Mesela, Yavuz Bingöl...<br />Yavuz’un çok farklı bir yeri var. Hem Batılı enstrümanları kullanıyor, hem sesi daha yumuşak, hem halk müziğini tarayabiliyor, hem de popüler kulvara da girebiliyor. Aynı zamanda çok da sevdiğim bir insan. “İki Çocuk” şarkısını punk tarzında yapmıştım, ama içeriği halk müziğini kaldırabilecek türdeydi. 18 ve 20 yaşlarında iki çocuğu anlatan bir hikayeydi. Bir tanesi askerde jandarma eriyken vuruluyor, diğeri de asılıyor. Halk müziğine çok iyi gideceğini düşündüğümden o şarkıyı Yavuz Bingöl okusun istedim.<br /><br />Bir de Erol Büyükburç var!<br />Elvis neyse Amerika’da, Erol abi de burada öyle. O yüzden bir tane rock‘n’roll aranjmanı yollayıp Erol Büyükburç da bu albümde yer alsın istedim.<br /><br />Birine haydi şu şarkıyı sen söyle dediğinizde, “onu değil de ben şunu çok seviyorum, onu söylesem” gibi bir karşılık aldığınız oldu mu?<br />Emre Aydın’a “17”yi yakıştırmıştım. O, “Ben ‘Sürpriz’i çok iyi söylerim” dedi. Yalın’a “Kardelen”i yakıştırmıştım, o da ben “Gönülçelen’i söyleyeyim” dedi. Sonra Feridun’a başka bir şarkı söylemiştim, “ben ilk albümünden ‘Yollar’ı söyleyeyim” dedi. Yani seçenler var. Mirkelam “Mavi”yi seviyordu, ona aslında “Yağmur”u verecektik. Candan Erçetin’e de başka bir şarkı veriyordum, “Kim”i söylemek istedi. Bir de komik bir olay oldu. “Kim” şarkısı benim en son albümümde vardı. Çok ortaya çıkan bir şarkı değildi ama ben çok seviyordum. Candan Erçetin yapınca plak şirketi dinleyip “Vay be! Bu ne güzel şarkıymış!” demiş. Benimkini anlamamışlar, beğenmemişler; Candan Erçetin’inkini çok beğendiler! (Kahkahalar)<br /><br />Sizin favorileriniz oldu mu içinden, şu orijinalinden daha iyi oldu diyebileceğiniz?<br />Gününe göre değişiyor. Bu albümü o kadar uzun zamandır dinliyorum ki kendim nasıl söylüyorum unuttum. Ama hepsini çok seviyorum. Özellikle şarkı sözlerimi bir kadın söylediği zaman anlamları değişiyor, erkeklerden daha ilginç oluyor. Mesela Nil Karaibrahimgil, İstanbul’da Sonbahar’ı söylerken “Her zaman kolay değil, sevmeden sevişmek” dediğinde, bir erkeğin söylemesinden başka oluyor. Genç kız sesiyle Nil’in söylemesi başka, daha güzel yani.<br /><br />Kadınlarla düet yapmayı daha çok seviyorsunuz değil mi?<br />Erkeklerle çok zor oluyor. Aşk şarkısını şimdi iki tane adam söyleyince, homoerotik şarkı oluyor. Fatih Ürek’le söylüyor gibi oluyor. Tabii o kadar da değil...<br /><br />Birine teklif götürüp olumsuz cevap aldığınız oldu mu?<br />Oldu, ama “ben kesinlikle yapmam” tarzında değildi, yoğun oldukları için olumsuz yanıt verdiler. Bir de ben teklifi götürürken “böyle bir şey var, yer almak istersen al ama bana abi ya üşeniyorum da diyebilirsin” dedim. Çünkü zevkine yapılan bir şey. Artık albümler ticari şeyler değil. Yoğun olanlar yer alamadılar ama bizim tahminimizden çok daha kolay oldu. Kime sorsak herkes işi çok benimsedi.<br /><br />Hikaye Anlatıcısı<br /><br />Hakkınızda çıkan yazıları okuyorsunuzdur, bir sürü müzisyenin röportajlarında “Teoman çok iyi bir storyteller (hikaye anlatıcısı)” demişliği vardır...<br />Evet, en iyi olduğum şey o, bir hikayeyi anlatmaya çalışıyorum. Ama başka türlü müzik yazmak da var. İlla ki şarkı sözünün anlamlı olması gerektiğini de düşünmüyorum. Led Zeppelin’in şarkı sözleri, rock tarihinin en kötü şarkı sözleri olarak kabul edilir ama müzik olarak da mükemmeldir. Ben de Led Zeppelin’i çok severim. Ama benim seçtiğim yol orası değil. Öbür tarafı tercih ediyorum, müzik çok önemli değilken, hikayeyi anlatmayı... Belki de hikayem kalmadı, o yüzden yeni şarkı yazamadım diyorum, aklıma bir şey gelmediği zaman. Ya da anlatmaya değer gelmiyorlar. O yüzden bir tanecik şarkı yazabildim, duruyor elimizde kullanmadım. Bu sene uzun zamandır ilk kez kendi müziğimi dinledim. Özlemişim de... Bir süredir sadece Frank Sinatra, Chet Baker falan dinliyordum. Yeni müziklere kapalıydım, kendime de kapalıymışım. Eğer o şarkıları dinlememiş olsaydım, şu anda çalan değil sadece etrafta dolaşan bir adam olacaktım.<br /><br />Tehlike çanları çalmıyordur umarım müzik çalışmalarınız konusunda?<br />İçimden çıkmazsa bir daha albüm çıkarmam zaten. İçimden gelecek ki ben o şarkıları yazayım. Gelene kadar da beklerim, zorlamam.<br /><br />Yeniden albüme dönecek olursak. Ortaya çıkan çalışmanın sizi şaşırttığı zamanlar oldu mu?<br />Cem Adrian hem kadını, hem erkeği söylüyor, İki Yabancı’da. Onun ses genişliği çok fazladır ve özellikle istedim, “ikisini de sen söyle” diye. Hem benim, hem de Şebnem’in bölümlerini o söyledi.<br /><br />Şebnem Ferah’ın da en başta albümde yer alması düşünülüyordu. Sonradan mı vazgeçildi?<br />Şebnem hazırladığı DVD yüzünden çok yorgundu. Önce “Güzel Bir Gün” adlı parça üzerinde uğraştı, piyanoyla. Şebnem bir şey yaptığı zaman hep ilginç olmasına çalışıyor. Parçayı orijinal halinden çok bozamadığını düşündüğünden dolayı vazgeçti. Olsa çok güzel olurdu. Bir sonrakinde yaparız. Ben bundan bir tane daha çıkarırım birkaç ay sonra.<br /><br />Kayıt aşaması nasıldı?..<br />Bu albümü normalde bir stüdyoda tek başıma yapıyor olsam, iki senede falan çıkartırdım. Farklı stüdyolarda eş zamanlı çalışıldığı için çok rahat bir şekilde, iki üç ayda bitti. Bir sürü aranjör olduğu için çalışma hızlandı. Ben pek bir şey yapmadım, sadece gidip aranjmanları ve mixleri dinledim. Çok da uğraşmadan çok zevkli bir albüm yaptım.<br /><br />Peki albümü dinleme fırsatı bulanlar nasıl tepki verdi?<br />Çok beğenenler var, “abi olmamış” diyenler de. İnsanların kriterleri başka başka oluyor. O yüzden ben kendi kafama bakarım. Ben dinledim, hepsini de beğendim.<br /><br />Bazı gruplar ya da sanatçılar düete pek sıcak bakmazlar ama siz kariyerinizin başından beri albümlerinizde düetlere yer veriyorsunuz.<br />Şarkıyı diyalog formatında yazmak çok keyifli oluyor. Tek bir fikri anlatmıyorsun orada, hem kadın açısından, hem erkek açısından anlatıyorsun... Ama tek kişinin söyleyeceği bir şarkıda düet yapmaya da çok sıcak bakmıyorum.<br /><br />Yeni bir albüm yapmayı yorucu bulduğunuz için düet albümü yapmayı tercih ettiğinizi ileri sürenler olacaktır, önümüzdeki günlerde...<br />Ben zaten açık açık söylüyorum, çok şarkı yapamıyorum şu sıralar. Şarkı yazma modumda değilim. Normalde daha rahat yazarım, beş dakikada şarkı çıkarırım içimde varsa. Zorlamıyorum ben de böyle olduğu zaman. Bu albümün böyle olması işime geldi. Şu sıra şarkı yazarlığıyla pek ilgilenmiyorum. Oyun gibi bir şey yazdım. Tiyatro oyunu ama romana mı çevirsem diye de düşünüyorum. Çok güzel yerleri var, bayağı iğrenç yerleri de! İğrenç yerleri değiştirirsem güzel bir oyun olabilir.<br /><br />Romana çevirsem diyorsunuz da filmini yapsam demiyorsunuz...<br />Onun filmi çekilmez. Ama bir tane senaryom hazır zaten. Neredeyse bir senedir hazır, üzerinde uğraşıyorum küçük küçük.<br /><br />Laubaliliği Abarttılar<br /><br />Magazin muhabirleriyle aranızdaki gerilimi her geçen gün artan olaylar konusunda ne düşünüyorsunuz?<br />Beni sürekli rahatsız ediyorlar. Ama artık laubaliliği abarttılar, son olayda olduğu gibi ceketimden falan çekmeye başladılar. Ben de arkadan ceketimi çekene (duruyor, kısık ve çok hafif çocuksu bir sesle ekliyor) vurdum. O kadarını beklemiyorlardı. Çünkü paparazzilerin şöyle bir anlayışı var. Karşılarındakini sinirlendirecekler ki oradan haber çıksın. Yoksa siz makul cevaplar verirseniz zaten televizyona çıkmıyorsunuz. Ya küfür edeceksiniz, ya da inşallah bir daha olmaz ama bu örnekteki gibi yumruğu indireceksiniz.<br /><br />Olay nerede cereyan etti?<br />Discorium çıkışında. Tek kötü tarafı o gün yanıma korumamı almamış olmam. Korumamı alsam onları korurdu!<br /><br />Geçenlerde Adile Naşit’i anma gününden çıkıyoruz, bir kanalın muhabiri de içeri giriyor. Girerken”Kimse var mı?” diye sordu. Ben de saymaya başladım, Haldun Dormen vs diye. “Yok yok” dedi, “bana Teoman gibi adam lazım!”<br />Bunu mutlaka yaz. Yazarsan anlaşılacak benim neler çektiğim. Çeşme’deyiz, sürekli gazetecilerden kaçıyoruz, yanımda da arkadaşım var, Mert diye. Gazeteciye gitmiş sormuş, “Niye bu adamın peşindesiniz?” “Abi, reytingi var” demiş! Yani bu heriften bir şey çıkarırız diyorlar. Zaten bütün yazdıkları yalan. 40 tane eski sevgilimle 40 yaşına girmem falan da yalan!<br /><br />Tamamen uydurma yani 40 kadınlı 40. yaş partisi?<br />Yalan tabii ki, öyle şey olur mu?! Akşamüstü karar vermişim parti yapmaya, bütün arkadaşlarıma da mesaj çekmişim. Ama medyanın magazin tarafı öyle çalışıyor. Kafalarına göre yazıyorlar. Ne yani, ben bir liste mi çıkardım eski günlere gidip! Cep telefonumdan herkese mesaj gönderdim, gelen geldi işte.<br /><br />İnsanların buna inanmalarını nasıl karşılıyorsunuz?<br />İnanmamalarını umut ederek! Ama inanılıyor. Benim kendi arkadaşlarım bile “abi niye çağırmıyorsun bizi” diye mesaj attılar. Gizli bir partiydi o aslında, o akşamüstü karar verilmiş ve sadece yakın dostlara haber verilmiş bir şeydi. Yapılan mekan da çok popüler değildi ama onlar bir yerlerden duyuyorlar.<br /><br />Bu partileme durumu iş ve imaj icabı mı yoksa gerçekten seviyor musunuz rock‘n’roll hayatını?<br />Gece dışarı çıktıysam eğlenceyi severim. Ya da bilmem kaç gün hiç dışarı çıkmam, evde takılır kitap okurum. Şu sıra pek dışarı çıkmayayım, kimseye dövmeyeyim modundayım aslında.<br /><br />Sizi magazin basınında görmekten rahatsız olan bir kitleniz var ne şekilde olursa olsun. Acaba rock müzisyenlerinin magazin basınında yer almamasını beklemek naiflik mi?<br />Ben magazin basınında olmak isteyen birisi değilim ki, adamlar benim peşimdeler! Ben o kameraları gördüğümde hiçbir zaman mutlu olmadım ki şimdiye kadar. Ama yapacak bir şey yok. Adamlar apartmanıma, evimin içine kadar giriyorlar. Ben aslında nerelere çıkıyorum onu bile bilmiyorum televizyon seyretmediğim ve o gazeteleri okumadığım için. Kavga görüntülerini seyretmedim bile. Kendimle ilgili haberleri de görmediğim için sadece o anda biri beni biriyle yakalamış gibi hissediyorum.<br /><br />Bu haberleri yadırgayanların yanında rockstardır, ne yapsa yeridir diyenler de var. Rockstar olmak size öyle bir dokunulmazlık sağlıyor mu?<br />Herhalde benim üzerime fazla gelindiğini düşünüyordur insanlar! Bu adamı artık delirttiler, o da yumruğu çaktı diye düşünmüşlerdir. O kadar çok ellerine sağlık mesajı aldım ki. Buna bir sürü ünlü sanatçınınki de dahil. Çıkan haberlerin yüzde 80’inin yalan olduğu, onlara karşı yapabilecek kanuni hiçbir hakkımız olmadığı düşünülürse bir yumruk fazla değil. İki tanesi de değil.<br /><br />“Yakın gelecekte artık albümerin satmayacağını düşünürsek bu çalışma CD formatındaki son<br />albümüm olabilir...”<br /><br />“Şarkı sözlerini küçük küçük kağıtlara yazıp saklamıştım. Yani ilk şarkıyı nasıl yazmışım, bütün karalamalarım var, kitapta...”<br /><br />“Şarkıları bir kadın söylediği zaman erkeklerden daha ilginç oluyor. Mesela Nil, ‘Her zaman kolay değil, sevmeden sevişmek’ dediğinde bir başka oluyor..”<br /><br />“Şu sıralar şarkı yazarlığıyla pek<br />ilgilenmiyorum. Oyun gibi bir şey yazdım. Tiyatro oyunu ama romana mı çevirsem diye de düşünüyorum.”teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-18856918704885215202008-08-12T16:33:00.001-07:002008-08-12T16:33:51.484-07:00Doğu Yücel / Zeynep Okyay Roportaji Blue Jean Ocak 2008Doğu Yücel / Zeynep Okyay Röportajı Blue Jean Ocak 2008 <br />Şarkılarını hiç kimseyle paylaşmayı sevmeyen Teoman, Sezen Aksu’dan Yavuz Bingöl’e, Hayko’dan Candan Erçetin’e kadar birçok sanatçıya şarkılarını teslim ettiği bir albüm çıkartmak üzere. Biz de bu işin aslını astarını öğrenmek için şarkıcının evine baskın yaptık.<br /><br />Bu albüm diğerlerinden farklı bir yerde duruyor. Kendi şarkılarını diğer şarkıcılara söyletiyorsun. Bu fikir nereden çıktı?<br /><br />Garip bir şekilde çıktı. İlk başta proje böyle değildi. Plak şirketi bir tane albüm yapalım diye geldi, “düetler yapalım” dediler. Hemen çok iyi fikirmiş gibi geldi bize. Düetler diye başladık, ondan sonra baktım ki bende çok aşk şarkısı var ve erkeklerle söylemek de garip oluyor. O aşk şarkılarını düet şeklinde yapınca ya sırf kızlarla yapacaktım ya da biraz değiştirecektik. Gerçi şöyle şeyler de oldu. ‘İstanbul’da Sonbahar’ı mesela Nil Karaibrahimgil söylesin istedim; ama o şarkının içeriğine uymuyor bir erkeğin de o şarkının içinde olması. Çünkü birine özlem duyuyor, neredeyse bir mektup gibi yazılmış bir şey. Ses, onun içerisine uymayacaktı. Keza ‘Paramparça’yı düşününce Sezen Aksu’yla onu yine bir kişinin söylemesi, içini döküyor olması lazım. Düetten birazcık çıkalım derken birdenbire, tek CD’lik bir albüm olacakken çift CD’lik bir albüme geçti.<br /><br />Şarkıları seslendiren isimlere baktığımızda Teoman’la ismini yan yana düşünemeyeceğimiz isimler de var. Yavuz Bingöl ‘İki Çocuk’u söylüyor, Candan Erçetin, Yalın vs. var. Şarkıları beraber mi belirlediniz yoksa sen mi seçtin?<br /><br />Candan olsun istedim albümde; ama o şarkıyı kendisi seçti. Yavuz Bingöl’e şarkıyı ben seçtim ama kendi albümümde ben onu punk yapmıştım hatta akortsuz gitarlarla çalmıştık, özellikle öyle olsun istemiştim. ¾’lük bir şarkıydı; ama 4/4’lük davullar çaldırdık stres verelim diye. Ama şimdi şarkının içeriği Halk Müziği’nde de tutacak, hatta Halk Müziği’nin içeriğine daha da uygun. Daha sonra işte kendimi düşününce eninde sonunda kendimi şarkı sözü yazarı olarak görüyorum. O şarkıların mümkün olduğunca fazla yere gitmesini istiyorum. Mesela Erol Büyükburç’un şarkısı rock’n roll’du. Erol Büyükburç’a hangi şarkı gider diye düşününce “rock’n roll bir şarkı yapalım” diye karar verildi. Ama orada bir sürü kişi var ki Mirkelam’ından Emre Aydın’ına kadar, onlar şarkılarını kendileri seçtiler. Hatta ben başka şarkıları önerdim onlara, “Ya ben aslında şunu söyleyeyim” dediler.<br /><br />Hiç teklif ettiğin birinden ret aldın mı?<br /><br />Ret gibi değil onlar aslında. Yoğun programlar var genelde. Ben teklifi zaten şöyle yapıyorum; “Bu albümde söylemek ister misin” diyorum; ama kendi deneyimlerimden de biliyorum bazen yapmak istersin ama yer alamazsın, benim de yer alamadığım albümler oldu. İnsanların üzerinde yük olmasın diye “Bana üşeniyorum dersen bile bu benim için yeterince güzel bir mazerettir” diyorum. Bu albüm nasıl olsa ticari olsun diye yapılmış bir albüm değil. Zaten ticari albüm diye bir şey var mı artık onu da bilmiyoruz dünya çapında. Artık gerçek sanata dönüyoruz galiba mecburen.<br /><br />Bu albüm için yola çıkarken -gerçi çok değişmiş de- yurtdışındaki tribute albümlerden etkilendin mi?<br /><br />Tribute albümün tersi olması gerekiyor. Tribute olabilecek şeyde, kariyer anlamında değilim.<br /><br />Türkiye için aslında oradasın.<br /><br />Yani biraz daha zamana ihtiyaç var. Aslında sık albüm çıkardığım için belki şey olur da… İki tane şey var. Bu bir tribute albüm değil de tersine şeyler olduğundan, benden üst jenerasyonda insanlar da olduğundan tersten tribute bile sayılabilir bazı kişiler açısından; Sezen Aksu, Candan benim jenerasyonum ama benden daha önce çıktı. Yani oradaki isimler mesela Erol Büyükburç, ‘57’de konser veren bir adam yani. Tam anlamıyla tribute değil, eş dost… Saygı albümü değil sevgi albümü.<br /><br />Peki sen bu albümde prodüktör olarak mı yer alıyorsun? Şarkıların yapılış sürecinde nasıl bir müdahalede bulundun?<br /><br />Hiç müdahale etmedim aslında. Sanatsal anlamda onlara karışmadım. Onların şarkıları olsun istedim. Bir de öbür türlü prodüktör olsaydım, o şarkılar yine benim yaptığım formlara benzeyecekti.<br /><br />Şebnem yok albümde…<br /><br />Şebnem çok yorgundu. Biz de kızın üzerine gitmedik. Bir ara kandırırım belki.<br /><br />Ruh halin albümlere de yansıyor. Bu albümün ruh hali nasıl oldu?<br /><br />Düetler diye yola çıkarken yeni şarkılar da koyalım diye, yeni düetler yazıyım diye oturdum baktım yazamıyorum, çıkmıyor yani. Demek ki şarkı yazma şeyinde değilmişim. Elime gitarı alıyorum, bir tane şarkı yazabildim. Normalde hızlı yazarım ben, bir günde bir-iki tane yazabiliyorum. Ama çıkmadı. Demek ki şu sıralar pek bir şey hissetmediğim dönemimdeyim. Zaten eğlenirken şarkı yazamıyorum. Benim yine sonbahara ihtiyacım var, küçük bir depresyon iyi gelir. (gülüyor)<br /><br />Senin bir klasik şarkı takıntın var. Bunun hep altını çiziyorsun, kendi şarkılarının öyle olmasını istiyorsun.<br /><br />Ben hep neo-klasizmden yanayım. Bir kere müzikal anlamda ben çığır açıcı bir müzisyen olmadığım için hep şarkı formuna daha çok gidiyorum. İstiyorum ki 60’larda, 70’lerde modası geçmeyen neler var ve onların replikası gibi olsun. Çünkü daha evvelden ikinci albümde falan böyle arada bir zibidilikler yapıp trip-hop ritimleri koyalım, darbukaları ritim gibi kullanalım diye öyle denemeler yaptık. Çabuk eskiyen şarkılar onlar oldu. ‘Dünya’ şarkısına ben artık baktığım zaman “Ya ne kadar eski” gibi geliyor. Halbuki öbür türlü çok ileriye gitmediğin, öyle denemeler yapmadığın zaman daha fazla zamana dayanıyor. Neo-klasik oluyor o zaman.<br /><br />İlk albümde beraber çalıştığın Özlem Tekin neden yok?<br /><br />Özlemle konuştuk, sonra bir tane şarkı üzerinde anlaşamadık, başka bir şarkı bakalım diye konuştuk; fakat aceleye geldi. Aslında benim de aklımda o var. Madem albüm gecikecek Özlem de olsun. Bütün eşimle dostumla bu albümde olmak istiyorum. Gerçi havaya girdim, bir tane daha yapsak hemen diye. Zevkliymiş böyle yapmak. Özlem olur belki. Bana kalsa herkesle yapmak isterim. Şimdi orada Dolapdere Big Gang ile yaptığımız bir şarkı var, onun yanına Tophane Big Stars yazdım. O aslında eşim, dostu, arkadaşım; lise arkadaşlarımla kaydedeceğim. Ben söylemeyeceğim, her biri bir cümleyi söylesinler.<br /><br />Senin zaten lise arkadaşlarınla devam eden bir hayatın var…<br /><br />Her gün beraberiz hala biz. O, benim açımdan çok büyük rahatlık oluyor. İnsanı olduğu yerde de tutuyor, kendini bir bok zannetmiyorsun. Çünkü onlar seninle dalga geçiyor onlar, seni alkışlamıyor onlar. Hayatta en çok yaptığımız şey birbirimizle dalga geçmek. O, insanı eski yerinde tutuyor; oralardan kopmamakta fayda var.<br /><br />Şarkı sözü konusunda yabancı kitaplar da okudum dedin, sence İngilizce’nin Türkçe’ye karşı bir avantajı var mı?<br /><br />Şöyle bir şey var, biz şimdi mesela benim kendi müziğimi benim arkadaşım otantik buluyor, Amerika’da 17 sene kaldı. Türk müziği gibi görüyor. Halbuki ben kendimi bayağı Anglosakson yapıyor gibi zannediyorum. Ama vokal şeyleri falan onlara otantik geliyor. İngilizce’deki o tadı arayan birisine Türkçe dinletemezsin. Ben mesela “Ben Türkçe müzik dinlemem” diyen birisini çok rahat anlayabiliyorum. Çünkü başka bir şey duyuyor orada. İngilizceyle Türkçe tamamen farklı müzik tarzları. Ok yolunu bulur. Zevk alacaksan Türkçe müziği de dinlersin. Öbür türlü kulağınız o İngilizce’deyse Fransızcası’nı da, Almancası’nı da dinleyemezsin. Hangi dildeyse onlar da sana zor gelir. Yine de Kuzey ülkelerininki İngilizce’ye biraz daha benzediği için rahat oluyor; ama İngilizce’de eğer ki kulağında çalan müzik İngiliz ve Anglosakson müziğiyse İngilizce çok daha avantajlı tabii. Ama ben zamanında çok İngilizce sözlü şarkı yazdım; Türkçe şarkı sözü yazdıktan sonra İngilizce şarkı sözü yazmak artık biraz yapay geliyor. Ben çünkü Türkçe’de kalemi koyuyorum, kalem kendisi yazıyor; yani içinden bir şeyler getiriyor. Türkçe’de yazarken bir kelimenin yerine bin tane kelime aklıma gelirken, İngilizce’de iki tanesi aklıma geliyor. O yüzden o sulara hiç girmedim.<br /><br />Yeni albüm çıkmıyor dedin ya o arada böyle bir şey olabilir. Zaten bu albümü çıkarmadan da biraz aslında yeni bir şey…<br /><br />Benim bir şeyle uğraşmaya ihtiyacım var; ama çok da fazla uğraşmamalıyım, üşeniyorum. Ama bu albüm çok da güzel geldi. Başka başka bir sürü stüdyoda eş zamanlı yürüdüğü için zevkli bir şeydi. Zevkli işler istiyorum. Çünkü bir iddiam yok, kimseye kendimi kanıtlama şeyim yok. Eskiden öyle değildi, o zamanlar mesela ben “Onyedi” albümünü yaparken çok uğraştım o albümle. O zaman bir iddiam vardı. Onu yaparken canım hit şarkı yazmak istiyordu. Şarkıları yazıyordum, üzerinde biraz uğraşıyordum. “Bu şarkı gidebileceği en iyi yere kadar gidebilir” diyordum. Mesela birkaç tane ‘Onyedi’ şarkısı yazmıştım. Fikir vardı, insanların kalbine gidebilecek olan melodiyi bulana kadar çok uğraştım. “En Güzel Hikayem”i yaparken ne çıkacağını bile bilmiyorduk. O anda kalbimizden öyle geliyordu. Küçük harfle sanatım, çünkü bu eninde sonunda bu ticari sanat olarak kalıyor. Çok daha eğlenceli oluyor, insan daha çok seviyor. Bir de bir albüm üzerine çok çok uğraşınca o şarkılardan soğuya da bilirsin, işin içerisine gereksiz parametreler de girebilir. Birdenbire kendini şu pozisyonda bulabilirsin. “Nasıl abi beğendin mi” falan diye soruyor olabilirsin. Ben şimdiye kadar onu hiç yapmadım. Kimseye sormadım. Hatta tersi yorumlar yapıldığı zaman da fazla dinlemedim. Bana ‘Gemiler’i yapmamam söylendi zamanında. O şarkının uğursuz olduğu, kimsenin işine yaramadığı, Orhan Atasoy’undan Zerrin Özer’ine kadar söylendiği, artık işin turşusunun çıktığı ama hiçbir işe de yaramayan bir şarkı olduğu söylendi; ama dinlemedim. O şarkıda görüyordum o şeyi.<br /><br />Kendi beğenin ön planda…<br /><br />Öbür türlüsü yok ya. Ben o yorum şeylerine de bakmam; ama bir tanesini hatırlıyorum. Berbat bir konserdi ile tarih yazdı konserde alt alta çıkabiliyor insanların yorumlarında. O yüzden bilemezsin. Tarih de yazmadım, çok berbat da değildi.<br /><br />Hiç yaptığın bir şarkıdan sonra beğenmeyip bir kenara attığın bir şey oldu mu?<br /><br />Bir-iki tane sözcük var, onlarla derdim var. Şimdi bir tane de kitap çıkıyor benim şarkı sözlerim ve notalar. İyi olur, arak denince buyurun notalara bakın diyeceğim güzel bir şey olur. Orada mesela şarkı sözlerini yazarken bir-iki dize var, oralarda sallamışım. İlk albümde kendimi biraz fazla Rilke zannetmişim. Şairane olmak istediğimden daha şairane çıkmış. Jim Morrison’da falan görüp tüylerini diken diken eden o şeyler var gereksiz şiirsellikler, sürreal yani oralara bakıp palavracı diyorum kendime. Bir tane ‘Yazgı’ diye bir şarkı yazmışım, seviyordum o şarkıyı çalmayı falan da ama sırf aliterasyon olsun diye ‘y-y-y-y / Yollara, yıllara, yazgımı yazdım yanında” diye yazmışım, hepsi y ile başlasın diye. Ben şimdi öyle şarkı yazmam artık.<br /><br />Onları koymadın mı kitaba?<br /><br />Koydum. Onların öyle sempatik bir şeyi var, hala sevgi duyuyorum; ama çok ciddiye almıyorum ‘Yazgı’ şarkısını mesela. Orada zibidilik yapmışız işte.<br /><br />Bu tip yorumların olacak mı kitapta?<br /><br />Yok, o kitap güzel kalsın istiyorum. Kendi kendimi eleştirmeyeyim, sevenler vardır şarkıları. Onlardan büyük anlamlar çıkaranlar vardır. Pink Floyd’da öyle olmuş ya, Roger Waters öyle kafasına göre bir şeyler karalamış, millet onlara gereğinden fazla yorumlayıp Baudelaire gibi davranmış.<br /><br /><br />BİR BOKSÖR OLARAK TEOMAN<br /><br />Bu son olaylardan sonra popülaritenin artması gibi bir şey hissediyor musun? Sürekli dönüp duruyor o yumruk attığın görüntüler.<br /><br />Ben seyretmedim o görüntüleri. Televizyon seyretmiyorum hiç. Bir tür çocuklar üzerinde halk kahramanı oldum.<br /><br />Olayın aslı nedir peki?<br /><br />Ceketimden çekiştirip duruyordu arkadan. Ben de bana dokunulmasına hiç dayanamam. Bir de “pardon, abi” falan da demiyor, pis pis sırıtınca ben de indirdim.<br /><br />Biraz da alkol vardı tabii…<br /><br />Ben yaparım zaten alkolsüzken de. Kavgacıyım ben aslında; ama onu tutmaya çalışıyorum. Yani sürekli kendime “sakin ol” diyen bir herifim. Bir de çok rahatsız edici bir ortamdı. O flaşların 8-10 tanesinin birden yanması o kadar korkunç ki, bir de önünü kapatıyorlar, bir yere gidemeyeceksin. Bir de çok pervasızlar. Hiçbir şey göremiyorsun, bir taksiye ulaşmaya çalışıyorsun, önünde insanlar var, bir de arkandan çekiştirenler var.<br /><br />Peki dava gibi bir şey açılıyor mu?<br /><br />Duymadım. O görüntüleri gösteririz, “Hakim bey, arkamdan çekiyorlardı” derim.<br />Çünkü haberlerde “kaburgası kırıldı, yüzünde birtakım yaralar var” diye söylendi.<br />Öyleymiş. Yere düşünce öyle olmuş. Kaburgasına ben vurmadım, ben sebebiyet verdim.<br /><br />Bir Axl Rose’luk var sende…<br /><br />Kavga ederim; ama ilk kez kameralara yakalandım.<br /><br />Rocky’nin müziğini koyuyorlar altına…<br /><br />Öyle mi? Bu cumartesi Balans’a öyle çıkalım dedi çocuklar, Rocky’nin müziğiyle. (kahkahalar) Ama çok takdir aldığımı söyleyebilirim. Sanatçılardan güzel mesajlar geldi. “Ellerine sağlık, dert görme” diye.<br />Yazık onlara aslında… Onlar da kendi yöneticileri tarafından “git, görüntü al” diye zorlanan insanlar.<br />Ya tabii ki de. Hiç kimseye tek başına kızamıyorsun ki Türkiye’de. Herkesin mazereti var. O çocuk para kazanacak, tamam. Peki ne oluyor? Ondan daha yırtık, daha terbiyesiz bir herif para kazanırken normal bir insan artık deforme oluyor. “Ben de para kazanacağım” diyor, o zaman hani ekonomide öyle bir şey var ya ‘kötü para, iyi parayı kovar’ gibi işte iyi adam kalmıyor. Normal, makul bir herif olarak girsen, orada tutunmaya çalışsan senin de pislik bir herif olman gerekir. Orada düzgün duramazsın. Bir taraftan bakınca da üzülmüyor muyum, vicdan azabı çekmiyor muyum orada bir adamı dövdüm diye? Evet; ama ben de kendimi korumak zorundayım.<br /><br /><br />YOUTUBE’DAKİ “ROCKÇI MI AROCKÇI MI?” POLEMİĞİ HAKKINDA<br /><br />Teoman malumunuz internetteki muhalefet etmeyi seven gençlerin bir numaralı hedeflerinden biri. Youtube’da da kendisi hakkında “Rockçı mı arockçı mı” diye bir video mevcut. Bu videonun ses kaydını Teoman’a dinlettik…<br /><br />Bir dinleyelim istersen…<br /><br />Tabii. (ipod’u ayarlarken) Müzikte turn round diye akor dizilişleri var, bunlar artık klişeler aslında. Ben de onu çok kullanıyorum. “La, sol, fa, mi”den şarkı yapınca birbirine benzer. Benim de üç tane falan sadece “la, sol, fa, mi” şarkım var. Judas Priest’e benzetmişler. Şarkı benim değil, aranjmanı benim değil; ama sorumluluğu ben alıyorum.<br /><br />‘Vur Sen Beni’ de ‘Dream On’a benziyordu mesela…<br /><br />Onu yazmıştım. Onu araklayarak yazmamıştım; ama “Çok benziyor abi” dedikleri zaman “İyi bari, esinlenme ‘Dream On’ yazalım birinci albüme” demiştim. Bir de ben şarkıları beş dakikada yazıyorum, araklamaya kalksam bir saatimi alır.<br /><br />‘Papatya’ (Judas Priest’e benzetilen) ve ‘Yağmur’ (Texas’a benzetilen) çalıyor<br />Bu şarkılar, benim şarkılarım değil zaten. Müzikleri benim değil. Benzemiyormuş (Yağmur için).<br /><br />(Kardelen dinleniyor) En çok ben bunu benzetiyorum açıkçası. Uriah Heep – ‘Lady In Black’…<br /><br />Evet, bu benziyor. Doğru.<br /><br />Bu en çok bilineni… Led Zeppelin – ‘Kashmir’, ‘Paramparça’…<br /><br />Ama şimdi “Kashmir-like riff” diye bir şey var artık dünyada. Uncut veya Q’da okuduğun zaman mesela “Smiths meets Led Zeppelin/Kashmir-like riff” diye anlatırsın. O, doğu müziğinden alınan yarım yürüyüşlü şeylerin hepsi “Kashmir-like riff”. Herifler bir yaptılar, artık biz yarım ton gittiğimiz zaman… Bir tane de ‘Onyedi’de…<br /><br />‘Gönülçelen’i, Manic Street Preachers ‘Ocean Spray’e benzetiyorlar…<br /><br />Ben onu o kadar çabuk yaptım ki, “la, re, sol, do”, hepsi bu. Dünyanın en kolay şarkısı. Bir kere de yaptım. Arkadaşım da içeride uyuyordu, kalktı “İlhan İrem’e çok benziyor” dedi. Sonradan ama ‘Ocean Spray’ olmuş. O, İlhan İrem’e benzetmişti.<br /><br />İkisi de zaten aynı sene çıktı. Çalmış olman da çok zor. Dinleyip hemen albüm kaydına girmen gerekiyor.<br /><br />‘Ocean Spray’ iyi şarkıydı. ‘Onyedi’de de James Bond diyorlar; ama John Barry de bütün şarkılarında tekli yürüyüşlerini “Do, do diyez, re, do diyez” gibi oralarda kullanmış. Yapacağımız bir şey yok. O notaları kullanacaksak James Bond diyecekler bize. Onlar yüzünden üç tanecik notayı kullanmayalım mı? Şöyle bir şey de var. Arakçı denildiği zaman şöyle düşünmek lazım; bir yeri bir yerine benziyor mu değil de yani bu herif böyle bir şey yapmış, peki bunu yapmasaydı bu şarkı hala adam gibi oluyor muydu? Yani golü o çaldığı veya arakladığını düşündüğümüz yerle mi attı yoksa başka tarafıyla mı? Şimdi ‘Paramparça’ gibi bir şarkı var, o ‘datdararat’ olsa ne olur olmasa ne olur? Zaten kendini kurtarır o şarkı. Ben “Kashmir-like riff” yerine başka bir şekilde de girebilirdim.<br /><br />En güçlü yerleri onlar değil sonuçta…<br /><br />Hiç değil.<br /><br />Bir tek Uriah Heep’te…<br /><br />Onda benziyor biraz. Ama onun da en güçlü yeri de şarkının A bölümü değil. “Başka türlü bir şey bu yalnız seni isteyen” bölümü insanları saran. Bunlardan çok korkan bir herif olsam ya da onu yaptığın zaman farkında olsan hemen A bölümünü değiştirirsin. Çünkü orası güçlü yerleri değil ki veya o introyu “Kashmir, Kashmir” deneceğini bilseydik “Aman abi, boşver koymayalım orayı” derdim. Eğer öyle bir şeyin farkına varsaydım. Nasıl olsa ‘Paramparça’nın o introya ihtiyacı yok. 60’lı, 70’li yılların müziklerini çok iyi bildiğimiz için onlar bize çok klişelermiş gibi geliyor. Mesela Judas Priest’te dinlettirilen o gitar rifi benim çok yerde duyduğum bir rif.<br /><br />Senin şarkılarında önemli olan vokal melodileri…<br /><br />Normalde bir şarkının özgün olup olmadığını anlamak için vokal melodisine bakacaksın, akor dizilişlerine bakacaksın. O kadardır. Yoksa üzerine koyduğun o gitarlar falan filan; tabii ki o başına ‘Smoke On The Water’ın gitarını koyarsan araklamış olursun, o kadar da değil ama yine de vokal melodileri önemlidir. Ayrıca ben başta melodiden gitmem, şarkı sözü bana melodiyi verir. Şarkı sözü daha önceden gelir veya şarkı sözü önemliyse ben melodiyi hemen değiştiririm. En güçlü yanım melodiler değil benim zaten.<br /><br />Peki hiç kızmıyor musun bu eleştirilere?<br /><br />Bob Dylan’ın bir tane röportajlarını aldım, arakçılık üzerine. Bütün olayı arakçılık üzerine, “şu parça, şundan çalmışsın”. Senin biraz önce yaptığın şeyi, ona orada yapmışlar. Hatta bir tane DJ, bütün Bob Dylan şarkılarını koyup onların asıllarını da çalıyormuş. Yani öyle şeyler oluyor; ama cevap vermiyor. Çünkü özellikle müzikal anlamda çok özgün olmanın imkanı yok, bizim yaptığımız müzikte. Do’dan do’ya sayarsak sekiz tane nota ve o minicik aralıklar. Artık ondan kaçış yolu yok. Zaten dünya müziğinin en büyük bunalımı da orada, yeni melodi çıkmıyor. O yüzden sound’a yönelmek zorundasın. İşte kick’ini değiştiriyorlar, gitar fazlarını değiştiriyorlar, yeni bir şeyi ancak sound’la hallediyorlar, melodik anlamda bir şey yapılamıyor. Ben bir de kendime o şeyi de seçmiştim. Müzikal anlamda gidilebilecek çok yer olmadığı için ben onu daha klasik anlamda devam ettiriyim; ama sözel anlamda gidilebilecek daha çok yer var. Özellikle yurtdışında, ben şarkı yazımı üzerine çok kitap okudum, daha çok şarkı sözü üzerine okudum, insanların anlattıkları olaylar, hikayeler falan Türkiye’yle karşılaştırılınca o kadar engindi ki ben kendimi içerik anlamında oralarla eşleştirdim. Mesela bir şarkımda sadece bir anı anlatacağım diye ‘Bugün’ diye bir şarkı yazıyorum. Veya ‘Paramparça’da havaalanında bir tane adam saatin geçmesini bekliyor, bir türlü geçmiyor, uçak rötar yapmış; ama aynı zamanda bir de bakıyor ki yıllar çok hızlı geçiyor, bir de o kontrastı anlatmaya çalıştığım… veya bir tekne gezisini vs. Ben o çerçevelerin müziklerden çok daha engin bir yer olduğunu düşünüyorum. Şarkı sözünün gidebileceği çok daha fazla yer var müzikten. Arada bir süper müzisyenler çıkıyorlar, hakikaten dünyayı değiştiriyorlar. Mesela Nirvana bir çıkıyor, birdenbire her şeyi değiştiriyor. Ya da Beatles, “Sgt. Peppers Lonely Hearts Club Band”i yapıyor ve her şey değişiyor. Yeni şeylerle çok ilgili değilim; ama şu sıralar birileri çıkıyor olabilir öyle bir şeyleri değiştirecek olan. White Stripes deniliyor; ama ben onu Led Zeppelin’den biliyorum. Çocuk çok yetenekli bir çocuk; ama müzikal anlamda birdenbire çok yeni bir şey gerçekleştirmiş gibi gelmiyor bana.<br /><br /><br />TEOMAN VE RASHIT ROCK’N COKE hezimeti üzerine<br /><br />Rock’N Coke konserin çok tartışıldı…<br /><br />Evet ya, her yerde onu okuyorum. Millet ne bekliyorduysa? Rashit ile Teoman çıkacak, işte o kadar. İkimizin birleşip Pink Floyd gibi bir şey çıkarmasını mı?<br /><br />Rolling Stone’da mesela en kötü performans seçilmiş…<br /><br />Rolling Stone’da “Ne Olduğu Belli Olmayan Etkinlik” denmiş. İsmi çok güzel ama.<br /><br />Bir de provasız çıktığınıza dair söylentiler var…<br /><br />Yaptık prova. Orada şöyle bir şey; Rashit eninde sonunda bir punk grubu. Biz de en böyle sound’umuzu süper çıkartacağız gibi bir şekilde çıkmıyoruz. Onların şarkıları var, benim şarkılarım var. Beraber bir şey yapıyoruz. Ne oldu o konserde? İkimiz işte şarkıları söyledik, onlar çaldılar, Rashit gibi çaldılar. Ondan sonra da işte birbirimizin şarkılarını söyledik. Bir tane de arkadaşımız vardı Tuğrul diye, o saksafon, armonika çaldı. Bir de Küçük İskender çıktı, bir şiir okudu. Tamam 45 dakikada daha ne olsun yani? Yeter yani…<br /><br />Hiç bu tip eleştirilere kızmadın mı? Çünkü bayağı ağır şeyler de çıktı…<br /><br />Ya ben onu baştan bilmiyor muyum sanki?<br /><br />Gerçi ikiniz de sabıkalısınız. Seni de sevmeyen çok kişi var, Rashit de punk camiasında “Davayı sattı” diye değerlendiriliyor.<br /><br />O heriflere ben o yüzden bayılıyorum. Yok Rashit’le çalmayı beğeniyorum. Özellikle sözlerini çok beğeniyorum.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-82007093074440642182008-08-12T16:32:00.000-07:002008-08-12T16:33:00.323-07:00Santiago ve Manolin Billboard Ocak 2008Santiago ve Manolin Billboard Ocak 2008 <br />New York’ta Christie’s Müzayede Evi’nde yapılan açık artırmada, Ernest Hemingway’in Minnesota eyaletindeki Mayo Klinik’te psikolojik tedavi gördüğü sırada bir arkadaşının hasta oğluna onu neşelendireceğini düşünerek yazdığı mektup 23 bin 500 dolara alıcı bulmuş.<br /><br />Florida’daki Key West ve Küba’da birlikte balık tuttuğu ve içki içtiği bir kadına yazdığı 10 mektup da toplam 43 bin 355 dolara satılmış.<br /><br />Çocuk dokuz yaşındaymış ve Hemingway bu mektubu intihar etmeden 19 gün önce yazmış. En kötü olasılığı bir düşünün: Hemingway 1961’de öldüğüne göre bu çocuk şu anda 50’sinin üzerinde ve (ümit edelim öyle olmasın ama) o mektubu kendisi satmış olabilir.<br /><br />İntiharına 17 gün kala, 9 yaşındaki bir çocuğu neşelendirmeye çalışan “ihtiyar balıkçı”nın yazdığı, okumadan da harika olduğundan emin olduğumuz o mektubu...<br /><br />23 bin 500 dolar.<br /><br />Hemingway’in ağzına silahı sokmasında dokuz yaşındaki o çocuğun da rolü olduğuna eminiz, değil mi?<br /><br />Mektubu yazdıran iç acıması sonucu değiştirmese de hızlandırmış olmalı. O hasta çocuk olmasaydı belki 17 günden fazla sürerdi, Hemingway’in hayatla mücadelesi.<br /><br />Dostoyevski; “Para büyük bir iğfal vasıtasıdır” diyor. O mektup ve 23 bin 500 dolar. Başka bir kanıta ihtiyacımız var mı?<br /><br />En iyi şartları düşünelim ve diyelim ki; bu mektup satanların eline şans eseri geçmiştir ve “O çocuk”la alakası yoktur. Ne fark eder ki?<br /><br />Mektuplar aslında gönderene aittir ve bu olay o müzayede salonundaki herkesi (artırmayı iç rahatlığıyla seyreden her müşteriyi, mektubun şimdiki sahibini, “Sattım” diyen görevliyi) ölü soyuculardan farksız kılıyor. Ve biz tüm ölü soyucular (çünkü müzayede hikayesine içi burulmayan, kanıksamış, biz izleyiciler de dahiliz buna) Hemingway’in intiharına bir haklılık anlamı katıyoruz.<br /><br />İhtiyar balıkçı Santiago eğer Hemingway ise, Manolin de “O çocuk” olmalı. (Köpekbalıklarının kimler olduğunu zaten biliyoruz)<br /><br />Manolin kitapta, artık birlikte çalışmadığını ve ona bir şey kazandırmadığı halde ihtiyar balıkçı Santiago’ya yiyeceğini, oltasını, birasını getiriyor, onunla sohbet ediyor, son avından dönüp, son uykusuna yattığında hâlâ yanında kalıyor. Bir de gerçek hayattaki Manolin’lerin yaptığına bakın... Kitaplar o yüzden gerçek hayattan güzel belki de...<br /><br />Madem ki bu bir faraziye; hikayenin Hemingway’den sonrasını yazmaya hakkımız ve içimizi rahatlatmak için “Hayır” cevabını verebileceğimiz bir soruya ihtiyacımız olabilir.<br /><br />Sorumuz şu,<br />Manolin, Santiago’nun ölüsünü soyar mıydı?teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-26733331485530446242008-08-12T16:31:00.001-07:002008-08-12T16:31:51.208-07:00Nilüfer Karaciğan S. Roportaji Cosmogirl Ocak 2008Nilüfer Karaciğan Ş. Röportajı Cosmogirl Ocak 2008 <br />Buz gibi bir İstanbul sabahında Teoman’ın sıcacık evinde gerçekleştirdiğimiz derin bir “havadan sudan” konseptli röportajı okumaya hazır mısın?<br /><br />Yeni çıkartacağın albüm hakkında konuşalım öncelikle. Oldukça farklı bir konsepti var.<br /><br />Yaklaşık 20 küsur sanatçının varlığı ile oluşuyor. Başta plak şirketim “düetler albümü” olması yönünde teklif getirmişti. Eski şarkılar, yeni birkaç şarkıyla ve tanıdığım birkaç arkadaşımla düetler şeklinde olacaktı. Sonrasında durum değişti. Baktım ki arkadaşlarım ben olmadan daha iyi söylüyorlar. Başka türlü bir albüm olsun dedim hemen. Bu bağlamda tek başına söyleyenler de oldu, düet yapanlar da.<br /><br />Nasıl yani? Senin parçanı tek başına söyleyenler mi oldu?<br /><br />Evet, mesela Nil Karaibrahimgil. Düetin bazen şarkıya ihanet ettiğini düşünüyorum. ‘İstanbul’da Sonbahar’ı yalnız olan birsinin söylemesi daha iyi olurdu ve orada herhangi bir ikinci kişinin varlığı şarkının içindeki özlem duygusunu alıp götürüyordu. Bazı şarkıları da iki erkek söyleyince bir garip olduğunu gördük. Mesela Yalın da tek başına okudu parçayı. Candan Erçetin de tek başına okudu. Bazı parçalarda da küçük küçük imza gibi aralara girdim ben, tam düet olmadı yani… Mesela Kreş’in seslendirdiği parçada ve Yavuz Bingöl’ün seslendirdiğinde arka vokal girdim.<br /><br />Sonuç seni mutlu etti mi?<br /><br />Etti. Hatta elimde şarkı da kaldı. Keşke üçüncü bir CD daha yapsaydım diye düşündüğüm oldu.<br /><br />Evinle ilgili konuşmadan edemeyeceğim. Duyduğuma göre şu an bulunduğumuz, Nişantaşı’ndaki evinden Cihangir’deki evine taşınacakmışsın. Burada biraz sıkılmışsın ve hatta salondaki bu koyu renk kadife perdeleri hiç açmıyormuşsun…<br /><br />Evet, alt katta perdeleri hiç açmıyorum çünkü çok yakın evler birbirine. Apartman falan görmek istemiyorum. Üst katta teras var diye biraz daha ferah, orada hep açık perdeler. Bir evim daha var Cihangir’de, önü bomboş deniz manzaralı, oraya taşınacağım tekrar.<br /><br />Bir de THY desenli koltukların dikkatimi çekti. Çok cici olmuş da ne alaka? (Şık deri koltukların üzerine örtülmüş pötükare desenli mavi ve kırmızı renkte olmak üzere iki adet polar battaniye söz konusu olan.)<br /><br />Birincisi THY’yi çok seviyorum cidden. İkincisi battaniyelerini çok seviyorum. Hatta hosteslere “Battaniyenizi çalıyorum haberiniz olsun” diyorum. Sonra da evde reklam panosu gibi kullanıyorum işte böyle.<br /><br />Bu kareli versiyonlarını ilk kez görüyorum. Hangi uçuştan acaba?<br /><br />Bunlar eski biraz. Bir de mavi renkte olup üzerinde yay gibi şekilleri olanlar var, onları da çok seviyorum.<br /><br />Pekala, plazmanın karşısındaki yer yatağı nedir? (Salonun bir bölümünde sadece çift kişilik bir yer yatağı var, karşısında da kocaman bir plazma televizyon)<br /><br />Televizyonu hep uzanarak seyrediyorum. Başka türlü rahat edemiyorum, buna çok fena alıştım. Sinemaya falan da gidemiyorum artık. Çok rahatsız geliyor bana, evimdeki konforu bulamıyorum doğal olarak.<br /><br />Neyse evi bir kenara bırakalım, biraz özel sorulara girelim. Sen ayrılıklarını nasıl gerçekleştirirsin?<br /><br />Şarkı yazarak.<br /><br />Nasıl dile getiriyorsun peki?<br /><br />İnsana başta bu olay ‘terk edilme’ gibi gelmiyor. Beraber karar verilmiş gibi oluyor. Bir de ben sürekli sevgili değiştirmem. İki üç aylık ilişkiler yerine uzun vadeli ilişkiler yaşayan bir adam olduğum için çok fazla ayrılık yaşamadım aslında. “Sevgilimden ayrıldım” dediğimde 1,5 geçmiş oluyor zaten üzerinden.<br /><br />Bu durumda bağlanman da zaman alıyordur.<br /><br />E tabii. Benim herhangi bir ilişkiyi sahiplenebilmem için üç beş ay yetmez.<br /><br />Ömründen yiyorsun o zaman sen.<br /><br />Herkesin ömründen yiyorum.<br /><br />20 Kasım’da organize etmiş olduğun yaş günü partisine istinaden soruyorum bu soruyu… İnanmadık gerçi o kadarına ama, eski kız arkadaşlarından oluşan 40 kişilik bir parti düzenlemişsin... Doğru mu?<br /><br />Yalan tabii o. İlişkilerim, en sonuncusuyla hariç iyidir benim genelde. Ama öyle 40 kişi falan da değil. Beş altı kişiden bahsediyorum zaten. Eski sevgililerimin de birbirleriyle araları iyidir, arkadaştırlar, kollarlar birbirlerini.<br /><br />Hatta hepsi kanka olup sana karşı cephe mi oluşturdular yoksa?<br /><br />Öyle değil de, yeni sevgilimle falan bir problem olduğu zaman eskileri o sorunu halletmeye çalışabiliyorlar.<br /><br />Bu da büyük başarı, nasıl oluyor bu?<br /><br />İlişki o kadar uzun bir zamana yayılıyor ki, eski sevgililerden bahsediyorum, 20 sene evvelki sevgilinle artık bir tür aile gibi oluyorsun. O benim eski sevgilim diye bile düşünmüyorsun artık. Düğününe gidiyorsun mesela ve onun adına duygulanabiliyorsun.<br /><br />Kendini ne zamanlar acınacak halde hissedersin?<br /><br />Genelde fiziksel anlamda önümde yoğun bir gün geçecekse. “Ya, yazık bana” diyebiliyorum o güne başlarken. Kimi dönemlerde 7-8 röportaj üst üste yapacak oluyorum mesela ya da turne dönemlerinde evimden uzakta olduğum için de kendime acıyabiliyorum. Çünkü ben en lüksünden bile olsa otel odalarını sevmem ve soğuk bulurum. Hayata dair acıdığım anlar yoktur.<br /><br />Zaten çok da çıkmıyorsun turneye… Fanta’dan sonra olmadı galiba.<br /><br />Evet, turneye çıkmayı seviyorum aslında ama 20 gün üst üste de olmasın. O kadar da uzak kalmayayım, arada gelip kalayım evimde istiyorum. Hatta ideali, nerede konser verirsem vereyim evime dönebilmem şeklinde organize edileni olurdu.<br /><br />Seslendirme yapmayı düşünür müsün?<br /><br />Bir kere denedim aslında ama beceremedim. Tarzan’ın filmi gelmişti. Şarkısını söylemeye çalıştım, olmadı. Orijinalini Phil Collins seslendiriyordu ama benimki onun söylediği tarza hiç benzemedi. Teoman Tarzan’ı söylüyor gibi oldu. Sonra Fatih Erkoç şarkıyı söyledi, çok da güzel oldu. O arada filmin seslendirmesini yapacak olmam da düşünülüyordu! (Ayrıca ben de Tarzan’ın hayranıyımdır çocukluktan beri) Walt Disney’den bir adam geldi ve benim seslendirmeyi denememi istedi. Text’leri alıp eve geldim, hatta filmi seyredip okumayı denedim ama beceremediğimi gördüm.<br /><br />Ama o öyle olmuyor ki…<br /><br />Evet öyleymiş, ben bilmiyordum. Meğerse onun bir tekniği varmış sonradan öğrendim. Okan Bayülgen’e falan sordum. “Onun tekniği var hemen öğreniyorsun” dedi.<br /><br />Şimdi teklif gelirse…<br /><br />Olur herhalde.<br /><br />Bu arada artık Avrupa Yakası’nın çekirdek kadrosunda yer aldığını düşünüyor musun? Elinde gitarın, sırtı dönük poz verdiğin posterini görüyoruz hep!<br /><br />Öyle mi? Bir ara görmüştüm… Şebo’yu falan da kullanıyorlar.<br /><br />Evet, ama sen her köşe başındasın.<br /><br />Plato Film’in marifeti olsa gerek… Sinan Çetin arkadaşımdır çünkü. Gülse de benim çok eski arkadaşım Boğaziçi Üniversitesi’nden. Akıllarına geliyorum ve kullanıyorlar demek ki. Bir bölümde oynadım da zaten Avrupa Yakası’nda.<br /><br />Bir bölümünde yer almayı düşünür müsün diye soracaktım ben de. Hangi bölümdü?<br /><br />Oradaki karakterlerden birinin arkadaşıydım. Kafe açacaktı beni de açılışa davet ediyordu. Ama ben geç geliyordum. Tüm gazeteciler gittikten sonra. Tabii fırçayı da yiyordum.<br /><br />Süpermiş! Yeni bir senaryo üzerinde çalışıyormuşsun…<br /><br />Yeni senaryom var, evet. Bir tane ‘İstenmeyen Tüyler’ adında bir projem var ayrıca, onu çekecektik ama araya bir sürü şey girdi. Şimdi bu albüm ocak ayında çıktıktan sonra artık uzun bir süre senaryolarım üzerine yoğunlaşacağım. İlla ki çekmem gerekmiyor ama yazarım. Seviyorum yazmayı.<br /><br />Nasıl yazıyorsun? Durup dururken mi yazacakların aklına geliyor yoksa daha mı sistemli gelişiyor bu süreç?<br /><br />Canım yazmak istiyor. O üretim süreci doğal hayatıma girmiş durumda ki aklıma bir şarkı sözü geldiğinde elime nasıl gitarı alıyorsam şimdi de laptop’ı alıyorum. Küçük küçük şeyler kaydediyorum. İlginç şeyler yaşadığımda onları doküman haline getiriyorum zaten.<br /><br />Röportaj yapılırken ne hissediyorsun?<br /><br />İlk başlarda çok rahatsız oluyordum. En doğru şeyi söyleyemediğimi düşünüyordum. Artık, nasılsa tek bir röportaj yapmıyorum bunda bir şeyleri eksik bırakırsam, yanlış anlaşılırsam, bir sonrakinde toparlarım diye düşünüyorum.<br /><br />Durmadan sana soru sorup duruyorlar. Yok ilişkilerini nasıl bitirirsin? Yok o battaniye nereden çıktı? Perdeleri neden açmıyorsun gibi… Hakkında bu kadar soru sorulması rahatsız ediyor mu seni?<br /><br />Başlarda insan kendini tanıtmak istiyor. İçindekileri anlatmak istiyor. Sonrasında ise kendimi fazla açtım, herkes beni tanıyor ve üzerine bir şeyler ekliyor diye düşünmeye başlıyorsun. Hatta yorum yapılan bir figür olmak rahatsız ediyor. Yapacak bir şey yok tabii.<br /><br />Aslında konuşmak hoşuna gidiyor gibi…<br /><br />Aslında röportaj yapmamayı tercih ederim. Bir dergide yer almak güzel. Geçen gün Nil’le konuşuyorduk. İlk zamanlarda röportajını alırsın, üç beş kere okursun, bakarsın adam gibi konuşmuş muyum diye üzerinde düşünürsün. Ama şimdi öyle değil. Artık basın dosyalarım. Arşiv yapılıp bana gönderiliyorlar, üç beş ay sonra belki bakıyorum. Kendimi merak etmiyorum ki, orada ne söylediğimi, nasıl göründüğümü biliyorum çünkü.<br /><br />Kendine ne sorardın bomba etkisi yaratacak cinsten?<br /><br />Öyle bir tercihim yok. Bana soru sormasalar da ben istediğim cevabı bir şekilde veririm. Bana neden şu soruyu sormuyorlar diye üzüldüğümü de hatırlamıyorum.<br /><br />Sence hayat risk almaya değer mi? Bir yerlere gelebilmek için risk almak şart mı?<br /><br />Hayat sürekli aynı şeyi yapmaktan ibaret olmamalı bence. O yüzden hayatın seyrini değiştirecek küçük küçük hareketler yapılmalı ara sıra. Elindeki güzel şeyleri çöpe atacaksan risk almak kötü bir şeydir.<br /><br />Küçük şeyler mi diyorsun?<br /><br />Evet, bana göre küçük olanlar başkalarına büyük gelebilir belki. Alacağım en radikal karar müziği bırakmak olabilir ki o da bana çok büyük bir değişiklikmiş gibi gelmiyor. Hem kendimi, hem kariyeri, hem de onun yarattığı dünyayı çok da önemsemiyorum. 25 yıldır hep bulunduğum noktanın hayallerini kuruyor olsaydım ve bu günüm için yaşıyor olsaydım o zaman işi bırakmak risk olabilirdi tabii.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-23025095410949742152008-08-12T16:29:00.000-07:002008-08-12T16:30:28.774-07:00Ayşe Arman Roportaji Hürriyet Gazetesi Kasım 2007Ayşe Arman Röportajı Hürriyet Gazetesi Kasım 2007 <br />Bir insan karşınızda konuşurken, “Utangaç mıyım, utanmaz mıyım bilemiyorum” diyebiliyorsa, o insanı ciddiye almak gerekir. Teoman da öyle biri.<br /><br />çelişkileriyle zenginleşen biri. etkileyici biri. dolu, birikimli, derin, amma velakin yalnız, belki bu yüzden kendini biraz fazla ciddiye alan... yalnızlığın yonttuğu, biçimlendirdiği, şekillendirdiği biri erkek. genç yaşta babasını kaybetmiş ve hikaye orada başlamış...<br /><br />bizi en çok sarsan cümleniz: "babamın öldüğü yaştayım..." babanızı kaybettiğinizde kaç yaşındaydınız?<br /><br />- iki buçuk.<br /><br />o kaç yaşındaymış...<br /><br />- otuz üç.<br /><br />çok da gençmiş...<br /><br />- evet. bebekmiş babam öldüğünde.<br /><br />babanıza dair neler hatırlıyorsunuz?<br /><br />- iki kare: 1-) ağlıyorum, içeriden biri bana doğru koşuyor. babam o. "korkma" diyor. beni kucağına alıyor, hafif yukarıya kaldırıyor, sıkı sıkı sarılıyor. kendimi müthiş güvende hissediyorum. 2-) babam hasta yatağında öksürüyor.<br /><br />insanın babasını bu kadar erken kaybetmesi nasıl bir travma?<br /><br />- başkalarınkini bilemem, ama benimki ağır oldu. "haksızlığa uğradım" duygusuyla büyüdüm. "neden başka çocuklar değil de ben?" neyin ne olduğunu anladığım bir yaşa gelince de kendi adıma değil, onun adına üzülmeye başladım: "bana değil, ona haksızlık!" zor tabii. bir de güzel anlattıkları bir adamdı babam. ölümünün üzerinden 35 yıl geçmesine rağmen, hálá hakkında iyi konuşulan, hálá arkasından ağlanan bir adam. entelektüel, düşünceli ve zarif...<br /><br />bazı insanlar kaybettikleri insanları hissederler özel günlerde filan. siz?<br /><br />- aman yok. ben hiç gelemem öyle şeylere, kaçarım. hatta öyledir ki, aileden biri ölünce bile bana hemen söylenmez. alıştıra alıştıra söylerler. kaldıramam. cenazeler, camiler, mevlütler bana göre değil. hastalıklı bir ilişkim vardır ölümle. sevdiklerimin öleceği düşüncesi beni çok korkutur. evhamlıyım. mesela 70 yaşındaki annem hálá araba kullanıyor diye aklım çıkıyor. arkadaşlarım motosiklete biniyor diye ödüm patlıyor. müdahale etmek istiyorum.<br /><br />peki biri sizin hayatınıza müdahale etse...<br /><br />- hiç hoşuma gitmez. ama ben risksiz bir adamım, gerekmez.<br /><br />nasıl yani?<br /><br />- riskli bir hayat yaşıyormuşum gibi duruyor, değil mi? tam tersi aslında. sürekli check-up’a , efor testlerine giren, kendine bakan bir adamım.<br /><br />babanız erken öldüğü için mi risksiz yaşamaya çalışıyorsunuz? babanızın erken ölümü tam olarak nasıl bir tortu bıraktı sizde? acı mı? boşluk duygusu mu? yaralanmışlık hissi mi? hep bir yerinizde bıçak var gibi mi? tevekkül mü?<br /><br />- tevekkül yeni geldi bana. o haksızlık duygusunu, hıncı, kızgınlığı çok ileri yaşlarıma kadar taşıdım. yeni yeni kurtuldum onlardan. bir sürü çocuğun hissetmediği şeyleri hissetmek zorundaydım. başka koşullarda çaba göstermek zorundaydım. bu da hoşuma gitmedi tabii. babasız olmanın, insanlarda şefkat, merhamet ve acımaya dönüşmesini de sevmedim. ama bütün bu zorlukları bana göre daha kolay atlatanlar vardır. ben çok ağır yaşadım.<br /><br />neden öldü babanız?<br /><br />- kalp yetmezliğinden deniyor. ama bir sürü hastalığı varmış aslında. inatçı ve kimseyi dinlemeyen biriymiş, hastalıklarını saklamış. "bu işi kendim hallederim" deyip tedaviyi geciktirmiş, yoksa ölecek adam değilmiş. bence kişilik özellikleri yüzünden öldü...<br /><br />özgür ruhlu ve serserilikten hoşlanan biri mi?<br /><br />- evet. babamı, bana bıraktığı kitaplardan tanıdım. çok okuyan biri. goethe seviyor mesela. benim durumum şu, ana çerçeveyi başkalarının anlattıklarından aldım ama içini kendim doldurdum. babamı ben yarattım. milli türk talebe birliği’nin hukuk başkanıymış...<br /><br />nasıl bir aşk hikayesi annenizle babanızınki?<br /><br />- hüzünlü. annem olgunlaşma enstitüsünden mezun. isviçre’ye gidiyor çalışmaya, terzilik yapıyor, babamla mektuplaşıyorlar. babam anneme mektupla evlenme teklif ediyor, "evlenmeye hiç niyetim yoktu, ta ki seni tanıyıncaya kadar. benimle evlenir misin?" diyor. annem de kabul ediyor.<br /><br />toplam ne kadar beraber olmuşlar?<br /><br />- 3.5 yıl.<br /><br />peki annenizin yası ne kadar sürdü?<br /><br />- 35 yıl! 3.5 yıla 35 yıl. ilk 10 yıl, her gün ağladı. ve bu arada sağlığını yitirdi. babamın ölümünden sonra depresyona da girdi. sinirsel olarak ses kısıklığı vardır annemin. onu heyecanlandıracak bir şey olduğu zaman, sesi tamamen gider.<br /><br />o da çok gençmiş babanız öldüğünde, istemediniz mi annenizin yeniden evlenmesini?<br /><br />- annem babamı kaybettiğinde otuzlarındaydı, 70 yaşına kadar bekar yaşadı. 70’inden sonra evlendi. hayatlarının yaşlılık dönemindeki iki kişinin birbirine destek olma fikri hoşuma gitti, destekledim. ama 20 yıl önce evlenmeye kalksa, hoşuma gider miydi? hayır. o evin tek erkeği bendim.<br /><br />nasıl bir çocukluk? fırlama, yaramaz, ele avuca sığmaz bir çocuk mu? yoksa ağırbaşlı, uslu mu?<br /><br />- ben ropdöşambrlı çocuktum. çünkü evimizde pijamayla dolaşmak ayıp karşılanırdı. muhallebi çocukluğuyla, sokak çocukluğu arasında gidip geldim. salon erkeği denir ya, ben de salon çocuğuydum. hep kibar ve ölçülü. sofrada konuşulmaz. zaten fazla konuşanlar, yüksek sesle gülenler tasvip edilmez. yılışık erkekler hiç sevilmez. şu anda bile mesela bacaklarım açık hiç oturmam koltukta. ilkokula gitmeden, iyi bir erkeğin nasıl giyinmesi gerektiği öğretildi bana, hangi renkler bir araya gelmez filan...<br /><br />peki neden bütün bunlar?<br /><br />- çünkü annem, teyzem ve anneannemle büyüdüm. ve onlar cumhuriyet kadınlarıydı. zarif ve avrupai. kendilerini batılı hissediyorlar. estetik duygusuyla gereğinden fazla meşguller. öyle ki, anneminki stil faşizmine kadar giderdi. bir adam yanlarına yamuk yumuk oturduysa, özensiz giyinmişse, ayakkabıları boyalı değilse, sakal tıraşını ihmal etmişse... o adamın ne söylediğinin hiçbir önemi yoktur annem için...<br /><br />bu sizi nasıl etkiledi?<br /><br />- başka çocukların ropdöşambr giymediğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. bir sürü yönden farklıydım onlardan. koca ilkokulda annesinin üzüm suyu getirip kendi elleriyle içirdiği tek çocuk bendim.<br /><br />yalnız, hayaller kuran bir çocuk mu?<br /><br />- tabii, tabii. yalnızlık baskın tema. ilkokulda bana heceleri gösterdikleri gün çok hoşuma gitti. öğrendim, gittim evde bir kitap buldum, ondan sonra da elimden kitapları hiç bırakmadım.<br /><br />nasıl bir öğrenciydiniz? parlak, vasat?<br /><br />- üniversiteye kadar iyi bir öğrenci oldum. boğaziçi üniversitesi’ne girince biraz serdim. çok çalışmazdım ama hiçbir ders, benim için fuzuli değildi. merak ederdim. hatta o kadar ki, ders yılı başlamadan bütün ders kitaplarını okumuş olurdum.<br /><br />insan tarih kitabını dersler başlamadan neden okur mesela?<br /><br />- elime ne geçerse okuyordum. en büyük keyfim şuydu: perdelerimi sıkı sıkı kapatacağım, yatağıma uzanacağım ve kitap okuyacağım...<br /><br />sizde bir tatminsizlik hali var, yanılıyor muyum? sinema yaparken, müzik yaparken... sanki bir şeyler yetmiyor size. mükemmeliyetçi bir insan mısınız? bu mu sizin derdiniz?<br /><br />- ben hiçbir zaman bir şeyi tamamlanmış hissetmiyorum. bu belki de beni kreatif yapan şeydir ama aynı zamanda iç huzursuzluğu veren bir şey. ama şu doğru hiçbir zaman tatmin olmam. her an her şey eksiktir.<br /><br /><br /><br />moda dergilerini takip ederim<br /><br />kıyafetler çizer özel diktiririm<br /><br />kıyafetlerinize önem verir misiniz?<br /><br />- hem de nasıl. giyinme işini pek seviyorum. kabusum, rock’çı olarak anılıyorum diye hayat boyu yırtık pantolonlar ve kovboy çizmeleri giymek olurdu... başka başka adamlara özeniyorum. bryan ferry’e mesela. ya da şarkıcı deyince bana çekici gelen, elinde gitarıyla, çığlık çığlığa bağıran bir adam değil de, elinde viskisiyle papyonu yana kaykılmış bir frank sinatra.<br /><br />annenizin etkisi var mıdır modaya ilginizde?<br /><br />- büyük ihtimalle. kadın terzi, biliyor bu işleri. ben de görmüşüm onu dikiş dikerken. çocukken pantolonumun paçasını 16 yapmak istediğimde, annem izin vermeyince, onun dikiş makinesini açıp kendim daraltıyordum pantolonlarımı.<br /><br />16 ne demek?<br /><br />- 16 paça yapardık biz. zar zor geçer bacağın, dapdar olur, 16 santim. çok severim bu kılık kıyafet işini. şu anda da öyle. yurtdışına alışverişe de giderim, aynen sosyetik kadınlar gibi. torbalarla otele dönerim. bazen kıyafet çizerim, kumaş getirtirim, özel diktiririm. manşetleri nasıl olsun, yakası nasıl olsun diye mesai harcarım. moda dergilerini önceden incelerim. modaya gözümü alıştırırım.<br /><br />sevgilerinizin kıyafetlerine karışır mısınız?<br /><br />- hayır ama hoş giyinmeyen kadınları çok da beğenmiyorum açıkçası...<br /><br /><br /><br />eskiden beni arzulayan her kadınla birlikte olurdum<br /><br />kadınlar arasında büyümüş bir çocuğun, diğerlerinden ne farkı oluyor?<br /><br />- açıkçası ben sadece kadınları tanıyorum, erkek olarak bir tek kendimi biliyorum. tanıyorum derken, ne zaman ne yapacaklarını bilirim ama tam anlayamam. "bak şimdi şunu şöyle yapacak" derim. erkeklerin ise nasıl davranacağını asla bilmem.<br /><br />böyle bir evde büyürken kadınları idare de etmeyi öğreniyor mu insan?<br /><br />- tabii bir sürü üçkağıt öğrendim o arada...<br /><br />kızlara güzel mektuplar yazan bir adam mıydınız?<br /><br />- yok, şimdi bile zor yazarım. elde delil bırakmamak lazım. bir de ben utangacım. günlük bile tutamazdım, biri bulup okur diye.<br /><br />ne zaman geçti utangaçlığınız?<br /><br />- pek de geçmedi. tezatlıklar var bende. utangaç mıyım, utanmaz mıyım onun bile farkında değilim. bazen bir takım şeyler gelir başımıza. arkadaşlarım "aman allah’ım, çok utanç verici, sen rahatsız olmuyor musun?" derler, hiç olmam. ama gündelik hayatta belki de onların hiç utanmayacağı şeylerde, acayip utanırım.<br /><br />bir kadın adım atmazsa, siz atabilir misiniz?<br /><br />- alkolsüzken asla! normal zamanlarda da bir kadın bana aşık olduğunu söylemezse, ben asla söylemem...<br /><br />o neden?<br /><br />- ödleğim de ondan. gururum kırılır filan. bir sürü şey. böyle biri olmaktan memnun değilim, tersini tercih ederim. ama biri sürü kişilik sorunum var. hemen gururum kırılır, korkarım, kaçarım, aranmam, bulunmam. zor adamım. asıl derdim kendimle...<br /><br />ne kadar sürüyor ilişkileriniz?<br /><br />- en uzunu 7 yıl sürdü. kadınların hiç katlanamadığım yanları var ama yine de erkeklere tercih ederim. arkadaşlarımın çoğu kadın. daha derine ancak bir kadının yardımıyla inersiniz. onlar didikleyeceklerdir, bir erkekten daha farklı bir perspektifle bakacaklardır. kadınları dinlemeyi, onlardan öğrenmeyi tercih ederim. erkekler, kaba ve düz kalıyor kadınların yanında...<br /><br />bunları kadınları tavlamak için söylemiyorsunuz değil mi?<br /><br />- yok zaten tavlarım onları...<br /><br />hiç zorluk çekmediniz mi bu meselede?<br /><br />- hayır. ünlü olmadan da güzel güzel sevgililerim vardı.<br /><br />iyi bir sevgili misiniz?<br /><br />- ona da hayır. sevgili olduğum kadınlarla iyi geçinemiyoruz. bu da bana dert oluyor. ben de istemiyorum tabii birilerini üzen, bencil bir herif olmak. karşımdakini üzdüğüm zaman, bu bana vicdan azabı olarak geri dönüyor ama gerçek bu. tabii çok mutlu ettiğim zamanlar da oluyor.<br /><br />nerede onlara kök söktürüyorsunuz?<br /><br />- birbirinin tersi duygularım, çelişkilerim ve korkularım var. içinde bulunduğumuz ilişkiyi tanımlamamak, adlandırmamak gibi bir sürü çocukça dertlerim. özgürlüğümün kısıtlanmasını istemiyorum. koskoca adam oldum, hálá bunlarla uğraşıyorum...<br /><br />kadında tercih ettiğiniz yaş?<br /><br />- ben kadında gençlik hayranlığı peşinde değilim. ağzımın suyunu akıtan 50 yaşında kadınlar da var. edaları, tavırları nedeniyle...<br /><br />kendinizden büyük sevgiliniz oldu mu?<br /><br />- oldu. yaş hiç önemli değil ki.<br /><br />sizi arzulayan her kadınla birlikte olur musunuz, centilmenlik gereği...<br /><br />- valla eskiden öyleydi. şimdilerde seçici olmalıyım diyorum. biraz geç oldu ama...<br /><br /><br />alkol almasaydım hiçbir kadına asılamazdım<br /><br />alkolle bir sorununuz var mı?<br /><br />- bana göre yok, magazincilere göre var.<br /><br />o nasıl oluyor?<br /><br />- dışarı çıkmazsam, evde bir şişe bira bile içmem.<br /><br />alkolik değilsiniz yani.<br /><br />- değilim tabii. alkolün, probleme dönüştüğü zamanlar alkolün fazla alındığı zamanlar. herkes için geçerli bu.<br /><br />herkes içiyor ama herkes yerlere düşmüyor. siz neden düşüyorsunuz?<br /><br />- çünkü daha fazla içiyorum.<br /><br />neden herkesten daha fazla?<br /><br />- eğleniyorum o esnada, o dozu korumaya çalışıyorum. koruyayım derken abartıyorum. yoksa ben içkinin boğazımdan geçiş tadını sevmem. durumum şu: gece hayatını seviyorum. gece hayatı da içkisiz işkence.<br /><br />yani vazgeçemediğiniz bu...<br /><br />- aynen. çünkü öbür türlü o kadar yalnız yaşıyorum ki. evde kimseyi görmeden üç gün geçiriyorum, okuyorum, yazıyorum sonra dışarı çıkıyorum. insanlarla sosyal olduğum yer gece hayatı. gündüzleri kimseyle görüşmem. yemeğe bile zor çıkarım, muhabbet etmeyi istemem, böyle tuhaf bir adamım. alkol ise süper egoyu törpülüyor, daha rahat ve normal bir adam olabiliyorum. kimseye tavsiye etmiyorum ama alkol, bende işe yarıyor.<br /><br />işe yarıyor derken...<br /><br />- alkol almasaydım hiçbir kadına asılamazdım, kur yapamazdım. orada işe yaradı. bodrum’da dört ay boyunca müzik mi yapacağım? alkolsüz onu da yapamam, çile olur. bir sürü alkolik ya da uyuşturucuyla başını belaya sokan, kişiliğini kaybeden arkadaşım oldu. ben bunun ayrımındayım.<br /><br />utanıyor musunuz ekranda kendi halinizi görünce?<br /><br />- o kanalları seyretmediğim için hiç görmüyorum. sarhoş bir insanın niye utanması gerektiğini de anlamıyorum. ama arkasından koşturmanın, sarhoş bir adama mikrofon tutmanın, o haldeyken belden aşağı vurmanın, insanları olmadıkları gibi sunmanın utanılacak yanı var...<br /><br />en çok anneniz mi üzülüyor siz alkol alınca?<br /><br />- bir tek annem üzülüyor.<br /><br />insanlar hakkınızda ileri geri konuşurken, sakin kalmayı nasıl beceriyorsunuz?<br /><br />- lustral kullanıyorum! iki doz çok iyi geliyor, beni mutlu ediyor. her şeye gülümsüyorum. geçen hafta los angeles’taydım, venice beach’te yürürken beş ayrı türk grubuyla resim çektirmek zorunda kaldım. dünyanın hiçbir yerinde kaçışım yok. bu da beni mutsuz ediyor. herkesin bir sürü kişi olmaya hakkı varken, eğer meşhursan, senden hep aynı kişi olman bekleniyor. sürekli onu olursan da, karikatürize oluyorsun.<br /><br />dün başlayan teoman röportajı bugün de devam ediyor. ona torpil geçiyorum, levent’in çektiği o güzel fotoğraflarından bir tane daha koyuyorum. çünkü ben teoman’ı çok beğeniyorum. hayır, sadece müzisyen olarak değil...<br /><br />müzik hayatınıza ne zaman, nasıl girdi?<br /><br />- orta1’de ilk teybimi aldım ve birdenbire müziğe aşık oldum. sonra para biriktirip gitar aldım, gerisi geldi.<br /><br />icra, beste, ses... hangisinde daha iyisiniz?<br /><br />- ben en çok şarkı sözü yazarı olarak kendimi beğeniyorum. babam da şiire edebiyata meraklıymış, ona çekmişim. beni edebiyat ayakta tutuyor. şarkı sözü yazmayacak olsam, belki de müzik yapmazdım. beni yazıp, çizmek, okumak ilgilendiriyor. büyük ihtimalle ben şiir seven en son kuşaktanım.<br /><br />bir tür şair olduğunuzu düşünüyor musunuz?<br /><br />- evet. müzisyenliktense, şairliği kendime daha yakın buluyorum. bir romancı da aslında bana bir müzisyenden daha yakın. hatta tiyatrocularla bile, müzisyenlerle konuştuğumdan daha derin, daha beni ilgilendiren şeyler konuşabilirim. müzisyenler, tanıdığım kadarıyla, sanata en uzak kişileri oluşturuyorlar. sadece çevremdekilerden bahsetmiyorum, total olarak. iki cümleyi bir araya getiremeyen adamlarla aynı kefede oluyorsun. aralarında derin ve felsefi olanları var tabii, onları tenzih ediyorum.<br /><br />o şarkılar nasıl çıkıyor?<br /><br />- kağıdı şu anda bile elime alsam, çok doğru, çok gerçek bir şeyler çıkar benden. ama artık lap topa yazıyorum. bir tane oyun yazdım mesela, şimdilerde onunla uğraşıyorum, sonra bir senaryom var üzerinde çalıştığım. bir tek şunu düşünüyorum, bitince insanlara göstermek zorunda mıyım? konserlerime de mesela, bir sürü insan geliyor, hálá içimde bir tereddüt var, ben onları tanımıyorum ki, acaba benim yazdığım şarkıları benim kadar hissediyorlar mıdır?<br /><br />sizin dinleyicinizin sizi hissettiğini düşünüyorum...<br /><br />ben de zaten o umutla şarkı yapıyorum.<br /><br />-müzikte ulaşmak istediğiniz yer?<br /><br />ben yapabileceğim şeyleri yaptım, şimdi üzerine ekliyorum. rakipler filan diye hiç düşünmüyorum. biriyle yarışacaksam, leonard cohen’inki kadar güzel mi benim şarkım diyorum. ya da bob dylan’a yetişebilir miyim bir gün. yoksa ben kral tv’deki arkadaşlarla filan yarışmıyorum. ben isterim ki, şarkılarım klasikleşsin. ben yokken de, benden bağımsız, kendi başlarına ayakta durabilsinler. ben onun peşindeyim.<br /><br />bana rock’çı deme!<br /><br />bu ülkede kavramlar abartılıyor. mesela rock müzik, gereğinden fazla onurlu bir şeymiş gibi gösteriliyor. özgürlük duygusu, anarşist ruh, tamam bunlar rock’ı evrensel yapan şeyler ama türkiye’de bunun yanına hümanisizmi de, solculuğu da koyuyorlar. tükiye’de rock felsefesi var diye atıp tutuyorlar. halbuki yok. beni de rock’çı yapıyorlar. oysa, siyahlar giymiş, sakallı, terli çocuklarla aynı yerde hissetmiyorum kendimi. ben tanımlardan, adlandırmalardan kaçınmak istiyorum.Ayşe Arman Röportajı Hürriyet Gazetesi Kasım 2007 <br />Bir insan karşınızda konuşurken, “Utangaç mıyım, utanmaz mıyım bilemiyorum” diyebiliyorsa, o insanı ciddiye almak gerekir. Teoman da öyle biri.<br /><br />çelişkileriyle zenginleşen biri. etkileyici biri. dolu, birikimli, derin, amma velakin yalnız, belki bu yüzden kendini biraz fazla ciddiye alan... yalnızlığın yonttuğu, biçimlendirdiği, şekillendirdiği biri erkek. genç yaşta babasını kaybetmiş ve hikaye orada başlamış...<br /><br />bizi en çok sarsan cümleniz: "babamın öldüğü yaştayım..." babanızı kaybettiğinizde kaç yaşındaydınız?<br /><br />- iki buçuk.<br /><br />o kaç yaşındaymış...<br /><br />- otuz üç.<br /><br />çok da gençmiş...<br /><br />- evet. bebekmiş babam öldüğünde.<br /><br />babanıza dair neler hatırlıyorsunuz?<br /><br />- iki kare: 1-) ağlıyorum, içeriden biri bana doğru koşuyor. babam o. "korkma" diyor. beni kucağına alıyor, hafif yukarıya kaldırıyor, sıkı sıkı sarılıyor. kendimi müthiş güvende hissediyorum. 2-) babam hasta yatağında öksürüyor.<br /><br />insanın babasını bu kadar erken kaybetmesi nasıl bir travma?<br /><br />- başkalarınkini bilemem, ama benimki ağır oldu. "haksızlığa uğradım" duygusuyla büyüdüm. "neden başka çocuklar değil de ben?" neyin ne olduğunu anladığım bir yaşa gelince de kendi adıma değil, onun adına üzülmeye başladım: "bana değil, ona haksızlık!" zor tabii. bir de güzel anlattıkları bir adamdı babam. ölümünün üzerinden 35 yıl geçmesine rağmen, hálá hakkında iyi konuşulan, hálá arkasından ağlanan bir adam. entelektüel, düşünceli ve zarif...<br /><br />bazı insanlar kaybettikleri insanları hissederler özel günlerde filan. siz?<br /><br />- aman yok. ben hiç gelemem öyle şeylere, kaçarım. hatta öyledir ki, aileden biri ölünce bile bana hemen söylenmez. alıştıra alıştıra söylerler. kaldıramam. cenazeler, camiler, mevlütler bana göre değil. hastalıklı bir ilişkim vardır ölümle. sevdiklerimin öleceği düşüncesi beni çok korkutur. evhamlıyım. mesela 70 yaşındaki annem hálá araba kullanıyor diye aklım çıkıyor. arkadaşlarım motosiklete biniyor diye ödüm patlıyor. müdahale etmek istiyorum.<br /><br />peki biri sizin hayatınıza müdahale etse...<br /><br />- hiç hoşuma gitmez. ama ben risksiz bir adamım, gerekmez.<br /><br />nasıl yani?<br /><br />- riskli bir hayat yaşıyormuşum gibi duruyor, değil mi? tam tersi aslında. sürekli check-up’a , efor testlerine giren, kendine bakan bir adamım.<br /><br />babanız erken öldüğü için mi risksiz yaşamaya çalışıyorsunuz? babanızın erken ölümü tam olarak nasıl bir tortu bıraktı sizde? acı mı? boşluk duygusu mu? yaralanmışlık hissi mi? hep bir yerinizde bıçak var gibi mi? tevekkül mü?<br /><br />- tevekkül yeni geldi bana. o haksızlık duygusunu, hıncı, kızgınlığı çok ileri yaşlarıma kadar taşıdım. yeni yeni kurtuldum onlardan. bir sürü çocuğun hissetmediği şeyleri hissetmek zorundaydım. başka koşullarda çaba göstermek zorundaydım. bu da hoşuma gitmedi tabii. babasız olmanın, insanlarda şefkat, merhamet ve acımaya dönüşmesini de sevmedim. ama bütün bu zorlukları bana göre daha kolay atlatanlar vardır. ben çok ağır yaşadım.<br /><br />neden öldü babanız?<br /><br />- kalp yetmezliğinden deniyor. ama bir sürü hastalığı varmış aslında. inatçı ve kimseyi dinlemeyen biriymiş, hastalıklarını saklamış. "bu işi kendim hallederim" deyip tedaviyi geciktirmiş, yoksa ölecek adam değilmiş. bence kişilik özellikleri yüzünden öldü...<br /><br />özgür ruhlu ve serserilikten hoşlanan biri mi?<br /><br />- evet. babamı, bana bıraktığı kitaplardan tanıdım. çok okuyan biri. goethe seviyor mesela. benim durumum şu, ana çerçeveyi başkalarının anlattıklarından aldım ama içini kendim doldurdum. babamı ben yarattım. milli türk talebe birliği’nin hukuk başkanıymış...<br /><br />nasıl bir aşk hikayesi annenizle babanızınki?<br /><br />- hüzünlü. annem olgunlaşma enstitüsünden mezun. isviçre’ye gidiyor çalışmaya, terzilik yapıyor, babamla mektuplaşıyorlar. babam anneme mektupla evlenme teklif ediyor, "evlenmeye hiç niyetim yoktu, ta ki seni tanıyıncaya kadar. benimle evlenir misin?" diyor. annem de kabul ediyor.<br /><br />toplam ne kadar beraber olmuşlar?<br /><br />- 3.5 yıl.<br /><br />peki annenizin yası ne kadar sürdü?<br /><br />- 35 yıl! 3.5 yıla 35 yıl. ilk 10 yıl, her gün ağladı. ve bu arada sağlığını yitirdi. babamın ölümünden sonra depresyona da girdi. sinirsel olarak ses kısıklığı vardır annemin. onu heyecanlandıracak bir şey olduğu zaman, sesi tamamen gider.<br /><br />o da çok gençmiş babanız öldüğünde, istemediniz mi annenizin yeniden evlenmesini?<br /><br />- annem babamı kaybettiğinde otuzlarındaydı, 70 yaşına kadar bekar yaşadı. 70’inden sonra evlendi. hayatlarının yaşlılık dönemindeki iki kişinin birbirine destek olma fikri hoşuma gitti, destekledim. ama 20 yıl önce evlenmeye kalksa, hoşuma gider miydi? hayır. o evin tek erkeği bendim.<br /><br />nasıl bir çocukluk? fırlama, yaramaz, ele avuca sığmaz bir çocuk mu? yoksa ağırbaşlı, uslu mu?<br /><br />- ben ropdöşambrlı çocuktum. çünkü evimizde pijamayla dolaşmak ayıp karşılanırdı. muhallebi çocukluğuyla, sokak çocukluğu arasında gidip geldim. salon erkeği denir ya, ben de salon çocuğuydum. hep kibar ve ölçülü. sofrada konuşulmaz. zaten fazla konuşanlar, yüksek sesle gülenler tasvip edilmez. yılışık erkekler hiç sevilmez. şu anda bile mesela bacaklarım açık hiç oturmam koltukta. ilkokula gitmeden, iyi bir erkeğin nasıl giyinmesi gerektiği öğretildi bana, hangi renkler bir araya gelmez filan...<br /><br />peki neden bütün bunlar?<br /><br />- çünkü annem, teyzem ve anneannemle büyüdüm. ve onlar cumhuriyet kadınlarıydı. zarif ve avrupai. kendilerini batılı hissediyorlar. estetik duygusuyla gereğinden fazla meşguller. öyle ki, anneminki stil faşizmine kadar giderdi. bir adam yanlarına yamuk yumuk oturduysa, özensiz giyinmişse, ayakkabıları boyalı değilse, sakal tıraşını ihmal etmişse... o adamın ne söylediğinin hiçbir önemi yoktur annem için...<br /><br />bu sizi nasıl etkiledi?<br /><br />- başka çocukların ropdöşambr giymediğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. bir sürü yönden farklıydım onlardan. koca ilkokulda annesinin üzüm suyu getirip kendi elleriyle içirdiği tek çocuk bendim.<br /><br />yalnız, hayaller kuran bir çocuk mu?<br /><br />- tabii, tabii. yalnızlık baskın tema. ilkokulda bana heceleri gösterdikleri gün çok hoşuma gitti. öğrendim, gittim evde bir kitap buldum, ondan sonra da elimden kitapları hiç bırakmadım.<br /><br />nasıl bir öğrenciydiniz? parlak, vasat?<br /><br />- üniversiteye kadar iyi bir öğrenci oldum. boğaziçi üniversitesi’ne girince biraz serdim. çok çalışmazdım ama hiçbir ders, benim için fuzuli değildi. merak ederdim. hatta o kadar ki, ders yılı başlamadan bütün ders kitaplarını okumuş olurdum.<br /><br />insan tarih kitabını dersler başlamadan neden okur mesela?<br /><br />- elime ne geçerse okuyordum. en büyük keyfim şuydu: perdelerimi sıkı sıkı kapatacağım, yatağıma uzanacağım ve kitap okuyacağım...<br /><br />sizde bir tatminsizlik hali var, yanılıyor muyum? sinema yaparken, müzik yaparken... sanki bir şeyler yetmiyor size. mükemmeliyetçi bir insan mısınız? bu mu sizin derdiniz?<br /><br />- ben hiçbir zaman bir şeyi tamamlanmış hissetmiyorum. bu belki de beni kreatif yapan şeydir ama aynı zamanda iç huzursuzluğu veren bir şey. ama şu doğru hiçbir zaman tatmin olmam. her an her şey eksiktir.<br /><br /><br /><br />moda dergilerini takip ederim<br /><br />kıyafetler çizer özel diktiririm<br /><br />kıyafetlerinize önem verir misiniz?<br /><br />- hem de nasıl. giyinme işini pek seviyorum. kabusum, rock’çı olarak anılıyorum diye hayat boyu yırtık pantolonlar ve kovboy çizmeleri giymek olurdu... başka başka adamlara özeniyorum. bryan ferry’e mesela. ya da şarkıcı deyince bana çekici gelen, elinde gitarıyla, çığlık çığlığa bağıran bir adam değil de, elinde viskisiyle papyonu yana kaykılmış bir frank sinatra.<br /><br />annenizin etkisi var mıdır modaya ilginizde?<br /><br />- büyük ihtimalle. kadın terzi, biliyor bu işleri. ben de görmüşüm onu dikiş dikerken. çocukken pantolonumun paçasını 16 yapmak istediğimde, annem izin vermeyince, onun dikiş makinesini açıp kendim daraltıyordum pantolonlarımı.<br /><br />16 ne demek?<br /><br />- 16 paça yapardık biz. zar zor geçer bacağın, dapdar olur, 16 santim. çok severim bu kılık kıyafet işini. şu anda da öyle. yurtdışına alışverişe de giderim, aynen sosyetik kadınlar gibi. torbalarla otele dönerim. bazen kıyafet çizerim, kumaş getirtirim, özel diktiririm. manşetleri nasıl olsun, yakası nasıl olsun diye mesai harcarım. moda dergilerini önceden incelerim. modaya gözümü alıştırırım.<br /><br />sevgilerinizin kıyafetlerine karışır mısınız?<br /><br />- hayır ama hoş giyinmeyen kadınları çok da beğenmiyorum açıkçası...<br /><br /><br /><br />eskiden beni arzulayan her kadınla birlikte olurdum<br /><br />kadınlar arasında büyümüş bir çocuğun, diğerlerinden ne farkı oluyor?<br /><br />- açıkçası ben sadece kadınları tanıyorum, erkek olarak bir tek kendimi biliyorum. tanıyorum derken, ne zaman ne yapacaklarını bilirim ama tam anlayamam. "bak şimdi şunu şöyle yapacak" derim. erkeklerin ise nasıl davranacağını asla bilmem.<br /><br />böyle bir evde büyürken kadınları idare de etmeyi öğreniyor mu insan?<br /><br />- tabii bir sürü üçkağıt öğrendim o arada...<br /><br />kızlara güzel mektuplar yazan bir adam mıydınız?<br /><br />- yok, şimdi bile zor yazarım. elde delil bırakmamak lazım. bir de ben utangacım. günlük bile tutamazdım, biri bulup okur diye.<br /><br />ne zaman geçti utangaçlığınız?<br /><br />- pek de geçmedi. tezatlıklar var bende. utangaç mıyım, utanmaz mıyım onun bile farkında değilim. bazen bir takım şeyler gelir başımıza. arkadaşlarım "aman allah’ım, çok utanç verici, sen rahatsız olmuyor musun?" derler, hiç olmam. ama gündelik hayatta belki de onların hiç utanmayacağı şeylerde, acayip utanırım.<br /><br />bir kadın adım atmazsa, siz atabilir misiniz?<br /><br />- alkolsüzken asla! normal zamanlarda da bir kadın bana aşık olduğunu söylemezse, ben asla söylemem...<br /><br />o neden?<br /><br />- ödleğim de ondan. gururum kırılır filan. bir sürü şey. böyle biri olmaktan memnun değilim, tersini tercih ederim. ama biri sürü kişilik sorunum var. hemen gururum kırılır, korkarım, kaçarım, aranmam, bulunmam. zor adamım. asıl derdim kendimle...<br /><br />ne kadar sürüyor ilişkileriniz?<br /><br />- en uzunu 7 yıl sürdü. kadınların hiç katlanamadığım yanları var ama yine de erkeklere tercih ederim. arkadaşlarımın çoğu kadın. daha derine ancak bir kadının yardımıyla inersiniz. onlar didikleyeceklerdir, bir erkekten daha farklı bir perspektifle bakacaklardır. kadınları dinlemeyi, onlardan öğrenmeyi tercih ederim. erkekler, kaba ve düz kalıyor kadınların yanında...<br /><br />bunları kadınları tavlamak için söylemiyorsunuz değil mi?<br /><br />- yok zaten tavlarım onları...<br /><br />hiç zorluk çekmediniz mi bu meselede?<br /><br />- hayır. ünlü olmadan da güzel güzel sevgililerim vardı.<br /><br />iyi bir sevgili misiniz?<br /><br />- ona da hayır. sevgili olduğum kadınlarla iyi geçinemiyoruz. bu da bana dert oluyor. ben de istemiyorum tabii birilerini üzen, bencil bir herif olmak. karşımdakini üzdüğüm zaman, bu bana vicdan azabı olarak geri dönüyor ama gerçek bu. tabii çok mutlu ettiğim zamanlar da oluyor.<br /><br />nerede onlara kök söktürüyorsunuz?<br /><br />- birbirinin tersi duygularım, çelişkilerim ve korkularım var. içinde bulunduğumuz ilişkiyi tanımlamamak, adlandırmamak gibi bir sürü çocukça dertlerim. özgürlüğümün kısıtlanmasını istemiyorum. koskoca adam oldum, hálá bunlarla uğraşıyorum...<br /><br />kadında tercih ettiğiniz yaş?<br /><br />- ben kadında gençlik hayranlığı peşinde değilim. ağzımın suyunu akıtan 50 yaşında kadınlar da var. edaları, tavırları nedeniyle...<br /><br />kendinizden büyük sevgiliniz oldu mu?<br /><br />- oldu. yaş hiç önemli değil ki.<br /><br />sizi arzulayan her kadınla birlikte olur musunuz, centilmenlik gereği...<br /><br />- valla eskiden öyleydi. şimdilerde seçici olmalıyım diyorum. biraz geç oldu ama...<br /><br /><br />alkol almasaydım hiçbir kadına asılamazdım<br /><br />alkolle bir sorununuz var mı?<br /><br />- bana göre yok, magazincilere göre var.<br /><br />o nasıl oluyor?<br /><br />- dışarı çıkmazsam, evde bir şişe bira bile içmem.<br /><br />alkolik değilsiniz yani.<br /><br />- değilim tabii. alkolün, probleme dönüştüğü zamanlar alkolün fazla alındığı zamanlar. herkes için geçerli bu.<br /><br />herkes içiyor ama herkes yerlere düşmüyor. siz neden düşüyorsunuz?<br /><br />- çünkü daha fazla içiyorum.<br /><br />neden herkesten daha fazla?<br /><br />- eğleniyorum o esnada, o dozu korumaya çalışıyorum. koruyayım derken abartıyorum. yoksa ben içkinin boğazımdan geçiş tadını sevmem. durumum şu: gece hayatını seviyorum. gece hayatı da içkisiz işkence.<br /><br />yani vazgeçemediğiniz bu...<br /><br />- aynen. çünkü öbür türlü o kadar yalnız yaşıyorum ki. evde kimseyi görmeden üç gün geçiriyorum, okuyorum, yazıyorum sonra dışarı çıkıyorum. insanlarla sosyal olduğum yer gece hayatı. gündüzleri kimseyle görüşmem. yemeğe bile zor çıkarım, muhabbet etmeyi istemem, böyle tuhaf bir adamım. alkol ise süper egoyu törpülüyor, daha rahat ve normal bir adam olabiliyorum. kimseye tavsiye etmiyorum ama alkol, bende işe yarıyor.<br /><br />işe yarıyor derken...<br /><br />- alkol almasaydım hiçbir kadına asılamazdım, kur yapamazdım. orada işe yaradı. bodrum’da dört ay boyunca müzik mi yapacağım? alkolsüz onu da yapamam, çile olur. bir sürü alkolik ya da uyuşturucuyla başını belaya sokan, kişiliğini kaybeden arkadaşım oldu. ben bunun ayrımındayım.<br /><br />utanıyor musunuz ekranda kendi halinizi görünce?<br /><br />- o kanalları seyretmediğim için hiç görmüyorum. sarhoş bir insanın niye utanması gerektiğini de anlamıyorum. ama arkasından koşturmanın, sarhoş bir adama mikrofon tutmanın, o haldeyken belden aşağı vurmanın, insanları olmadıkları gibi sunmanın utanılacak yanı var...<br /><br />en çok anneniz mi üzülüyor siz alkol alınca?<br /><br />- bir tek annem üzülüyor.<br /><br />insanlar hakkınızda ileri geri konuşurken, sakin kalmayı nasıl beceriyorsunuz?<br /><br />- lustral kullanıyorum! iki doz çok iyi geliyor, beni mutlu ediyor. her şeye gülümsüyorum. geçen hafta los angeles’taydım, venice beach’te yürürken beş ayrı türk grubuyla resim çektirmek zorunda kaldım. dünyanın hiçbir yerinde kaçışım yok. bu da beni mutsuz ediyor. herkesin bir sürü kişi olmaya hakkı varken, eğer meşhursan, senden hep aynı kişi olman bekleniyor. sürekli onu olursan da, karikatürize oluyorsun.<br /><br />dün başlayan teoman röportajı bugün de devam ediyor. ona torpil geçiyorum, levent’in çektiği o güzel fotoğraflarından bir tane daha koyuyorum. çünkü ben teoman’ı çok beğeniyorum. hayır, sadece müzisyen olarak değil...<br /><br />müzik hayatınıza ne zaman, nasıl girdi?<br /><br />- orta1’de ilk teybimi aldım ve birdenbire müziğe aşık oldum. sonra para biriktirip gitar aldım, gerisi geldi.<br /><br />icra, beste, ses... hangisinde daha iyisiniz?<br /><br />- ben en çok şarkı sözü yazarı olarak kendimi beğeniyorum. babam da şiire edebiyata meraklıymış, ona çekmişim. beni edebiyat ayakta tutuyor. şarkı sözü yazmayacak olsam, belki de müzik yapmazdım. beni yazıp, çizmek, okumak ilgilendiriyor. büyük ihtimalle ben şiir seven en son kuşaktanım.<br /><br />bir tür şair olduğunuzu düşünüyor musunuz?<br /><br />- evet. müzisyenliktense, şairliği kendime daha yakın buluyorum. bir romancı da aslında bana bir müzisyenden daha yakın. hatta tiyatrocularla bile, müzisyenlerle konuştuğumdan daha derin, daha beni ilgilendiren şeyler konuşabilirim. müzisyenler, tanıdığım kadarıyla, sanata en uzak kişileri oluşturuyorlar. sadece çevremdekilerden bahsetmiyorum, total olarak. iki cümleyi bir araya getiremeyen adamlarla aynı kefede oluyorsun. aralarında derin ve felsefi olanları var tabii, onları tenzih ediyorum.<br /><br />o şarkılar nasıl çıkıyor?<br /><br />- kağıdı şu anda bile elime alsam, çok doğru, çok gerçek bir şeyler çıkar benden. ama artık lap topa yazıyorum. bir tane oyun yazdım mesela, şimdilerde onunla uğraşıyorum, sonra bir senaryom var üzerinde çalıştığım. bir tek şunu düşünüyorum, bitince insanlara göstermek zorunda mıyım? konserlerime de mesela, bir sürü insan geliyor, hálá içimde bir tereddüt var, ben onları tanımıyorum ki, acaba benim yazdığım şarkıları benim kadar hissediyorlar mıdır?<br /><br />sizin dinleyicinizin sizi hissettiğini düşünüyorum...<br /><br />ben de zaten o umutla şarkı yapıyorum.<br /><br />-müzikte ulaşmak istediğiniz yer?<br /><br />ben yapabileceğim şeyleri yaptım, şimdi üzerine ekliyorum. rakipler filan diye hiç düşünmüyorum. biriyle yarışacaksam, leonard cohen’inki kadar güzel mi benim şarkım diyorum. ya da bob dylan’a yetişebilir miyim bir gün. yoksa ben kral tv’deki arkadaşlarla filan yarışmıyorum. ben isterim ki, şarkılarım klasikleşsin. ben yokken de, benden bağımsız, kendi başlarına ayakta durabilsinler. ben onun peşindeyim.<br /><br />bana rock’çı deme!<br /><br />bu ülkede kavramlar abartılıyor. mesela rock müzik, gereğinden fazla onurlu bir şeymiş gibi gösteriliyor. özgürlük duygusu, anarşist ruh, tamam bunlar rock’ı evrensel yapan şeyler ama türkiye’de bunun yanına hümanisizmi de, solculuğu da koyuyorlar. tükiye’de rock felsefesi var diye atıp tutuyorlar. halbuki yok. beni de rock’çı yapıyorlar. oysa, siyahlar giymiş, sakallı, terli çocuklarla aynı yerde hissetmiyorum kendimi. ben tanımlardan, adlandırmalardan kaçınmak istiyorum.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-32646012350144427562008-08-12T16:28:00.000-07:002008-08-12T16:29:13.320-07:00İrfan Kırdar - Derya Çelebi - Safiye Çelenk Röportajı Radikal Ağustos 2007 <br />Eski şarkılarını başka ünlü müzisyenlerle düet olarak yorumlama hazırlığındaki Teoman Paramparça’dan emin ama diğer şarkılarının da Türk müziğinde klasik olmasını istiyor.<br /><br /><br />‘Ağır’ şarkıların ilk akla gelen isimlerinden biri olan Teoman, ‘17’lik hayran kitlesini de her koşulda koruyor. Konser sezonu koşturmacası arasında yakaladığımız Teoman önce ‘düet dolu’ bir albüm müjdesi verdi, sonra da şarkılardan artakalan kişiliğiyle ilgili ipuçları... <br /><br />İrfan Kırdar: Yeni albüm projeniz var mı? Yine düetler olacak mı içinde?<br /><br />Evet, hatta yeni albüm, eski şarkılarımın düet formlarından oluşacak. Sezen Aksu, Mor ve Ötesi, Şebnem Ferah, Özlem Tekin, Hayko Cepkin, Nil Karaibrahimgil, Ajda Pekkan gibi isimlerle düetler yapacağım. Birkaç jenerasyon aslında, benden eskiler de var, benimle aynı zamanlarda çıkmış Şebnem, yarım jenerasyon farkla Mor ve Ötesi gibileri ve daha gençler. Aslında iki yeni şarkı yaptım ama hem eski, hem yeni şarkı olmasın diye koymayabilirim. Bir tane de film projesi var, onunla ilgili şarkılar yapıyorum, belki filme kaydırırım onları.<br /><br />Derya Çelebi: Yeni çıkan Türk rock grupları hakkında ne düşünüyorsunuz? Kendinize yakın bulduklarınız var mı?<br /><br />Başkalarının yaptığı müziklere ilgimi epey yitirdim ama arada bir kulağıma çarpıyor. Türkiye’de geçen bir-iki sene içinde çok güzel şarkılar duydum yeni çıkan rock gruplarından. Rock, pop filan diye ayırmıyorum aslında, müzisyenler zaten bizimle aynı yoldan geldikleri için onlara baştan bir sempati duyuyorum.<br /><br />İrfan Kırdar: Popçular hâlâ sizi eğlendiriyor mu?<br /><br />Eskiden öyle diyordum değil mi? Şimdi biraz daha azaldı galiba, eskiden bir pop albümü çıkarken adamları palyaçoya döndürüyorlardı. ‘Image making’ her zaman da kötü bir şey değil, içi dolu olan bir müzisyene ufak tefek imaj çalışmaları yapılır. Mesela Mirkelam’ınki çok başarılıydı. Ama o tutunca zannettiler ki bu iş sadece imajla oluyor, bütün millet kendini soytarıya çevirdi. Halbuki Mirkelam’ın zaten çok güzel şarkıları vardı. Televizyonu açıp binlerce Tarkan görünce de eğleniyoruz tabii, halbuki Tarkan’ı görünce eğlenmiyoruz, o gerçekten başarılı bir sanatçı.<br /><br />Derya Çelebi: Barlarda mı, büyük kalabalıklara mı şarkı söylemek daha çok hoşunuza gidiyor?<br /><br />Büyük daha zevkli galiba. 300-500 kişilik bir yerde o kadar güzel bir konser oluyor ki... Seyirciyle iletişimi çok rahat kuruyorsun, hakikaten de gerçek seyirci oluyor. İyi dinleyicilerim sözlerimi benden daha iyi bilirler zaten. Öyle iyi seyircinin olduğu yer güzel oluyor, adet her zaman önemli değil.<br /><br />Derya Çelebi: Genç yetenek yarışmaları düzenleniyor, yeni gruplar çıkıyor. Avea’nın da Patlican web sitesinde başlattığı böyle bir yarışma var. Ne düşünüyorsunuz bu etkinlikler hakkında?<br /><br />Televizyonda olanların hiçbirini bilmiyorum aslında. Bir tek Roxy müzik yarışmasından eminim. Fanta müzik yarışmasında Çilekeş vardı mesela, onlar da gerçekten iyi bir yere geldiler. Burada müzisyenler bir türlü birlik olamıyor, çok tekil gidiyor her şey. Halbuki örneğin Manchester’da bir sürü grup çıkıyor, birbirlerinden etkileniyorlar, büyük bir şey yaratıp başka yerlere sunuyorlar. Ben daha önce müzik yarışmasına katıldım, bizler açısından avantajlı oluyor. Kazanırsan şevk geliyor, kazanmazsan kıskançlık oluyor ki o da iyi bir şeydir, daha fazla çalışabilirler.<br /><br />Safiye Çelenk: Dünyada gitmek isteyip gidemediğiniz bir yer oldu mu?<br /><br />Gezmek konusunda pek becerikli değilim, gittiğim yerleri de tam anlamıyla yaşayamıyorum. Hindistan’a gidiyorum, orada yine kendi hayatıma veya özlediğime benzer bir düzen kuruyorum ve başka bir şeyle ilgilenmiyorum. Bütün arkadaşlarım gezdikleri yerleri analiz etmeye meraklıdır ama ben gittiğim ülkeleri bile karıştırıyorum.<br /><br />İrfan Kırdar: Yaşlılığınızda kendinizi nerede görüyorsunuz?<br /><br />Herhalde çiftlik evinde filan olacağım, ileride pek bir iş yapmayı düşünmüyorum, belki kendimi bahçe işlerine, marangozluğa filan veririm. Şu anda müzik yapmayı seviyorum ama 10 sene önce aldığım hazzı almıyorum, yaş ilerledikçe azalıyor. Konserlere gitmekten sıkılıyorum, filmlerin yüzde 90’ından zevk almıyorum. Haz azalırsa da çalışmayı düşünmüyorum. Oturup bir yerde kitap okurum, hâlâ en çok o zevk veriyor bana.<br /><br />Safiye Çelenk: Sizi etkisinde bırakan, büyülü bir an yaşadınız mı?<br /><br />Birden çok ama hep nostaljik şeyler. Anında farkında olmadığın ama şimdi özlemle andığın bir sürü an var. Üç-beş kişi bir araya gelip eski bir kitap üzerine ‘Ya ne kadar harika kahramandı’ diye konuşuyoruz. Sonra bir bakıyorum, yıllar evvel okuduğum, seyrettiğim, işittiğim birtakım şeyler kişiliğimi oluşturmuş. Demek ki unutamadığım anlar onlarmış. Unutamamışım ki kafamda defalarca tekrar etmişim, etmişim, onlar da beni bir hamur gibi yoğurmuş.<br /><br />İrfan Kırdar: Hakkınızda çıkan haberlerin alkol üzerine yoğunlaşması sizi rahatsız ediyor mu?<br /><br />Biraz, çok fazla değil çünkü orada büyük bir yalan yok. Alkolik değilim ama alkol hayatımın bir parçası. Uzun zamandır çok çalıştım ve bir sürü iş yaptım, onlarla ilgili hiç haber yayımlanmayıp sadece bir konserde içtiğim içkinin, sigaranın çıkması rahatsız edici ama çok da dikkat ettiğim söylenemez. Ben şimdi bir yazarı beğendiğim zaman sağlığına ne kadar değer veriyor diye düşünmüyorum, çok da önemli değil.<br /><br />Safiye Çelenk: Sizi hayata bağlayan nedir?<br /><br />Pek bir şey yok aslında! Geldik gidiyoruz, arada da takılıyoruz. Hayata dair hemen hemen her şeyi kendim seçiyorum, onlar da beni ayakta tutuyor. Kimse afra tafra yapmasın, üstünlük taslamasın, ben de rahatça yaşayayım. Hiçbir idealim, beklentim yok. Bahsettiğim projeler var, onlar da çok önemli dönüm noktaları değil. Bir kariyer planı yapmış değilim, ileride şöyle bir şey olsam süper olur demiyorum, kimseye bir şey kanıtlamakla ilgili bir iddiam da yok. Hem kolay hem de zor. Bugün canım ne istiyorsa onu yapıyorum.<br /><br />İrfan Kırdar: ‘En Güzel Hikâyem’in hikâyesi ne?<br /><br />Şiir gibi yazdım onu aslında, beste anlamında pek bir şeyi yok. Sözleri fazla uzun, şimdiye kadar tam söyleyemedim onu. Bir-iki günde yazmıştım sözleri, en sevdiğim şarkılarımdan biridir. ‘Paramparça’ beni ben yapan şarkılardan biri ama şu anki Teoman olarak en sevdiğim şarkı herhalde odur. Hayalim yok dedim ama böyle bir hayalim var aslında; bu parçaların Türk müziğinde birer klasik olmasını isterim. Emin olduğum sadece ‘Paramparça’ var. İsterim ki ‘İki Yabancı’, ‘17’, ‘Gönülçelen’, ‘Rüzgâr Gülü’ de klasik olsun. ‘En Güzel Hikâyem’ klasik şarkı olmak için fazla ağır.<br /><br />Safiye Çelenk: Şarkı sözlerini yazarken nelerden etkileniyorsunuz?<br /><br />Genelde kendi içimden şeyleri yazıyorum. Başka şarkı yazma formları var, daha profesyonel insanlar, mesela Paul Anka ‘My Way’ şarkısını Frank Sinatra için oturup yazdı. Ben öyle bir şey yapmıyorum. Bir de etkilendiğim ve yolunu yol olarak seçtiğim, yazdıkları şarkılara bakarak tanımlayabildiğim insanlar. Ben de şarkılarımın beni olabildiğince yansıtmasını istiyorum.<br /><br />Derya Çelebi: Bülent Ortaçgil’le bir konser albümü çıkardınız. Başka bir isim var mı bunu yapacağınız?<br /><br />Aslında yok. Tekil isim olarak en çok beğendiğim isimlerin başındaydı Bülent Ortaçgil, başkasıyla yapmak istemem. Onun şarkılarının benim kişisel tarihimde de yeri önemli. Çocukluğumda, kaset zamanlarında dinliyordum Ortaçgil’i, özendiğim biriydi her zaman. Müzisyen oldum, yan yana gelmekten gurur duyduğum birisi. Bazı şeyleri de çoğaltmamakta fayda var, tek kalınca daha değerli olacaktır benim açımdan.<br /><br />İrfan Kırdar: Sizi sevmediğini söyleyenler bile şarkılarınızı bol bol dinliyor. Neye bağlıyorsunuz bunu?<br /><br />Garip şeyler oluyor öyle. Bir arkadaşım vardı, uzun senelerdir arkadaşız ama yeni dinlemiş albümlerimi, notalarım eline geçmiş. “Valla ben hiç iyi olduğunu fark etmemiştim şarkı sözlerinin” dedi. Aynı dönemde başka birileri de benzer şeyler söyledi. Ama tam tersi de olabilir. Biz bunu dinliyorduk ama aslında eften püften biriymiş de diyebilirler. İnsanın fikri değişiyor. Benim tabii ki her bedene uyar bir müzikal dünyam yok. Birisi beni beğenmiyordur, ama bakıyordur ki ben çok yukarıda bir yerdeyim. O zaman balon gibi görüyor, haklı da. Dünyalarımız aynı değil demek ki.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-69267284143938474872008-08-12T16:27:00.000-07:002008-08-12T16:28:01.216-07:00Ahmet Erhan Roportaji Radikal Mayıs 2007Ahmet Erhan Röportajı Radikal Mayıs 2007 <br />anne ben geldim, ağdaki balık<br />bardaktaki su kadar umarsızım<br />dizlerin duruyor mu başımı koyacak?<br />anne ben geldim, oğlun, hayırsızın....<br /><br />(yıllar önce express dergisinde ; haydar ergülen kimi zaman şiiri odak alan, kimi zaman da bir temanın üzerini şiirlerle bezeyen çok güzel yazılar yazardı. onlardan birinde rastlamıştım “oğul” şiirine ahmet erhan’ın. şiire vuruldum ve sonrasında 1996 senesinin kışını “oğul” ile geçirdim.<br /><br /> türlü çilelerle telefonunu buldum ve heyecanla aradım ahmet erhan’ı, bestelediğim şiirini kaydederken izin istemek için . “senindir şiirim” dedi ve bir şeycik istedi sadece: “albümünde şarkı sözü değil şiir yaz ‘oğul’ için, eğer adımı yazacaksan.” <br /><br />geçen 10 yıl boyunca hiç yüzyüze gelmedik, bir kaç kez telefonla konuştuk.<br /><br /> bu röportaj teklifi geldiğinde de , benim adımı söylemiş ,konuşmak istediği kişi olarak. Ne güzel bir şey benim için!<br /><br />şiirlerinden çıkardığım ya da onunla ilgili bilmeden hayal ettiğim şeylerden sorular yaptım, ” annesini, babasını , incir ağaçlarını , galatasaray’ı ve arkadaş ölümlerini” sordum ona.<br /><br /> Bir de ” yaprakların birer namlu olup içlerinden çıkan kurşunlarla birkaç saniye içinde ölmüş olan insanları” ya da “düşen gövdenin elinden dışarı fırlamış kese kağıtlarından yere saçılmış portakalları, okunmaktan çıktığı gün eskimiş kıvrık bir gazetenin üstüne damlayan kanları.”<br /><br />ahmet erhan ; ben daha fazla aranıza girmeden, sizlerle...)<br />“ 12 eylül şairi” dediler bana. oysa ki , o şiirlerin hepsi darbeden önce yazılmış şiirlerdi ve içeriden bir eleştiriydi. sonuçta solcular da sevmedi beni, sağcılar da ama sevenler de sevdi. açıkçası o kitaba bakınca ona uzakmışım gibi, şu an bana çok acemice geliyor ilk kitabım. 16-17 yaşında yazdım ben o şiirleri. ama alçakgönüllülük de etmeyeyim, kuşağım o kitabın bir öncü olduğunu kabul eder, ki benim kuşağım en vefalı kuşaktır.<br /><br />kuşağım, acılı kuşağım<br />acılarla sevinçleri böyle yoğun yaşamak<br />kimselere nasip olmadı.<br /><br /> zaten haydar (ergülen ) veya sayamayacağım kadar şairle hiç bir zaman , hiç bir sorunum olmamıştır benim şiirsel anlamda. ama şu anda “edebiyatçılar derneği” başkanı olan kişi o yıllarda neredeyse sadece küfür diyebileceğim şeyler yazdı kitabım hakkında. halbuki evi gibi bir şeydir insanın yarattıkları, söyledikleri , yazdıkları... mahremiyetidir. ayrıca, arabesk şair de derler bana , ben de övgü olarak alırım bunu. müslüm’e de bayılırım, orhan’a da..<br /><br />.....ben bu şiiri yazar mıydım hiç, azıcık “drink” alsam<br />yetmişaltı yılında , bir haziran ayazında alkolden öldü babam<br />bayrağı kaptığım gibi meyhaneye koştum<br />o gün bu gündür camlarımda bir buğu<br /><br />...herkes beni “anneci” sanır. ben aslında “babacı”yımdır .aydın bir insandı , türkiye işçi partisi Aybar kanadından. beni yetiştiren, beni edebiyata yönlendiren babam alkolden ölmeden önce içkiden nefret ederdim. 17 yaşındaydım ve onun ölümü her şeyi tersine çevirdi. öldüğünde alkolik bayrağını aldığım gibi meyhaneye koştum. şimdiki yaşım(49) o yıllarda o kadar büyük gelirdi ki bana . ama şu an ölmeye niyetim yok. babamın yaşı 51’i geçmeye çalışıyorum.. “babamın öldüğü yaş” a az kaldı yani!<br />yine de oğlum iyi bak, adama benzer baban<br />kirlenmemek için kendini alkolde saklar<br /><br />..... gece lisesinde okudum, babamın ölümünden sonra gündüzleri aynı lisenin kantininde çalıştım . gündüz çayocağında çalışır, akşam da gider uyurdum derste. bir gün solcular kapıyı tekmeyle açtılar, bir arkadaşımızı çağırdılar dışarı. öğretmen pencerenin yanına kaçtı.. sağcıymış çocuk, çağırıyorlar dışarı, vuracaklar. ben sınıf sorumlusuyum ,önüne geçiyorum onun ve “hayır diyorum, benim sınıfımdan adam alamazsınız.” ama sonrasında ona da ,”arkadaş okulu bırak”diyorum,”her zaman ben olmayacağım ki yanında.”<br /><br /> ...7 kere kurşunlandım ben, toplu ya da tek. ilginç tarafı; dördünü solcuların , üçünü sağcıların yapması. halbuki hiç bir zaman eline silah değmemiş adamlardanım! bir gün dereyatağında yürürken sağcılar çevirdiler beni, üzerimde parka , içinde de bir sürü bildiri. hepimizin “deniz gezmiş” olduğumuz zamanlar! benim sınıfta kurtardığım çocuk çıktı aralarından şansıma , “kimse dokunmasın ona “dedi. yoksa mahvolmuştum.<br />severim deniz gezmiş’i , oğlum adını buldu onda<br /><br />....80’den sonra bol bol bunaldım, öğretmenlik yaptım... korktum. ve bu korku ortamı bitmedi. şimdi yine kötü bir yere gidiyoruz. bilmiyorum,hissediyorum. ama ‘niye?’ desen bilemem. <br /><br />üçüncü ayakta ‘rüzgarın kızı’ yine gelmeyecekti<br />ganyanım tökezlemiş ve hayatım buruşuk bir resim olarak hatırlanacaktı.<br /><br />...at yarışı , biraz da beni yaşatan şeylerden biridir .ben beş yaşındayken iki tane yarış atımız vardı . babam demir –çelik işiyle uğraşırdı. sonra ne olduysa battı, adana’ya gittiğimiz sıralarda. yoksullaştık, babamın içki olayı da o zaman başladı. atları göreyim, onlarla ilgileneyim diye giderim hipodroma. at yarışı da oynarım cüzi miktarlarda , genellikle de kaybederim.<br /><br />benim hiç silahım olmadı mayakovski gibi<br />tutup bir gece yarısı alnıma dayayacağım<br />ne de james dean gibi bir otomobilim var<br />önüme çıkan ilk kamyona vuracağım.<br /><br />hiç bir zaman intiharı düşünmedim ben. ama diyeceksin ki, insan yaşayarak da intihar eder. o konuda biraz hızlı koştum. bundan sonra da frene bassam ne olacak ki? şu andaki durum; uçurumdan atlamışsın , havadasın, düşmemişsin ama! hayat tökezlemelerle geçti de, hala düşmedim , değmedim yere.<br /><br />kalbim sen hala burada mısın?<br />şol bedende, gurbette mi , sılada mısın?<br />alkol , taşikardi, panik atak<br />maceran bir gün tıp dergilerini çalkalayacak.<br />kalbim, sen hala burada mısın?<br /><br />panik atakla ilgili doktorumun tavsiyesi bana terapi oldu. ben dedim ki , her gün terapi yapıyorum şiir yazarak. yine de hastalığımı atlatabilmiş değilim. beni tek başıma Taksim’e bırak , herhalde kalp krizinden ölürüm. kapalı yerlere, kalabalığa , yükseğe gelemem. yurtdışına gidemiyorum uçaklar yüzünden.<br /><br />ipsiz ruhum, sarsak, serseri<br />otobanlarda sırtında heybesiyle<br />cafelerde tuborg bira ve patates cipsiyle<br />durdun bir yerde , çağını bekliyorsun.<br /><br />son dizesi önemlidir bu şiirin. sanki o dize için yazılmış gibi...biraz amerikanvari bulundu. öyle düşünenler ya sonradan haksız çıkmış olmalılar , ya da gerçekten her yer “Amerika” oldu. eskiden yol kenarlarında şarap içerdi insanlar , artık otobanlar var; eskiden koltuk meyhaneleri vardı , şimdi barlar. çağını bekliyorsun gelsin diye . gelince de bir sürü belayla karşılaşıyorsun. acısını çekiyorum, haklı çıkmanın acısını... “alacakaranlık...” ta anlattıklarımın doğru çıkışını yaşadım, sivas’ı yaşadım.<br />adana demirspor’da fatih terim’le aynı takımda<br />epeyce sıyrık meşin bir yuvarlağın peşinde<br />fatih galatasaray’a doğru deplase oldu, sense şiire<br />kesilmiş bir süt kadar buruk<br />yıllar kaldı arkada ve önde<br /> <br /><br />futbol ilkgençliğimin en büyük tutkusuydu. allah aşkına söyler misiniz, ne var yurtdışında şu son 15 yılda türkiye’yi gerçekten sevindiren Galatasaray dışında? bunu galatasaray’lı olduğum için söylemiyorum. fener şampiyon bu sene ve kutluyorum tabi ama yine de bence futbolu bu sene galatasaray oynadı. Gerçekten! göze hoş gelen oyunu ,galatasaray oynadı. yabancı takımlardan inter’i severim. adı güzel bir kere! başkanına “sandinistlere niye yardım ediyorsunuz?” diye sormuşlar , adam da, “N’apalım, adımız inter “ demiş, “enternasyonal” yüzünden. real madrid’den nefret ederim, franco kurmuştur bu takımı.<br /><br />...adanademirspor’da oynardım futbol, gençlerde. arasıra A takımına da çıkardım. adıyamanspor’la oynarken –gol kralıydım, takım da şampiyon!- adıyaman’ın sağ beki kaval kemiğime girdi, kırıldı kemiğim. benim de küsme huylarım vardır, sonuçta futbola küstüm ben. hatta şu anda sanki şiirle de ona benzer bir mecra üzerinde gibiyim, hatta her kitapta şiiri bırakıyorum. çünkü ortalıkta o kadar çok şiir, o kadar şair , o kadar çok soytarı var ki... o kadar çok dergi, o kadar çok dedikodu.... o kadar çok!<br /><br />...beni besleyen aslında , romanlardır. rus edebiyatı, özellikle de dostoyevski....ve fransız edebiyatı. ortaokulda kitaplık kolunda, tüm kitaplardan sorumluyum. bir gün babam , “oğlum benim gözlerim görmüyor , bana geceleri kitap okur musun ?” dedi. sayfalar dolusu, ciltlerce kitap okudum ona, dostoyevskiler, klasikler, milli eğitim klasikleri-beyaz kitaplar-. aslında derdi bana kitap okutmakmış. sonraları onu küçücük puntolu bir gazete okurken yakaladım<br />bu ülkenin genç insanları halklarına ölerek yaklaşmak istemiyorlar!<br /> <br /><br />ama hep öyle oldu! o yıllarda 10.000 genç, sonralarıyla beraber 40.000 insan! şehirlerden dağlara... şu anda ülkenin durumunu çok daha karanlık görüyorum. laiklik, milliyetçilik, bölücülük vs. gibi kalıplar üzerine düşünmeden hem de. ama aslında benim kafam karışık bu konularda. çevremin de karışık, görüyorum. ve ben de azınlık psikolojisine sahibim, bir “türk” olarak hem de. babam bir gün bana , “bildiğin her şeyi unut – artık 16 yaşında bir çocuğun unutacağı ne varsa!-, ama “cumhuriyet çocuğu “ olduğunu unutma “ demişti. vasiyeti olarak kabul ederim bunu. ama laik kesimin de bir fanus içinde olduğunu, çıkması gerektiğini düşünüyorum. “bir şairin hayatı tanımaması “ gibi bir şey onların da yaptığı.ayrıca biraz elimizi vicdanımıza koyalım; iktidar partisinin her yaptığı da kötü değil ki.ama son iktidar da her iktidarın yaptığı şeyi yaptı ve kadrolaştı. devlet devletliğini bilmeli, kurumlarını dürüst çalıştırmalı, samimiyetle yerine oturtmalı.<br /><br />türkiye’de hiç bir kesim kendi içinde bir bütün değil. belki tek bütün kesim mhp ve onlar konuşmuyor dikkat edersen. ama geliyorlar da! milliyetçilik yükseliyor burada , oysa tam tersinin olması gerekirdi; yurtseverlik yükselmeliydi...işçi sınıfı diye bir şey artık yok türkiye’de. eskiden sendikalizm açısından en azından var gibiydi. yani disk ; gerçekten DİSK’ti, devrimciydi, özellikle de kemal türkler döneminde...80 öncesiyle şimdiyi karşılaştırınca; o zamanlar düşmanınızı biliyordunuz. bu, çok önemlidir savaşta. şu anda düşmanımı da bilmiyorum... ...dostumu da...bir vatandaş olarak, diğer vatandaşlarla aynı şeyi düşünüyorum; “bir tehlike gelecek... ama nereden gelecek? tehlike var! çok var! ve bunlar her şeye yansıyor; kapkaç olayları, maçlardaki rezaletler.... oyun oynamayı bile bilmiyoruz. oyun olmayınca da , hiç bir şey olmaz bence hayatta...<br />20. yüzyılın sonbaharında TC’ye bir şeyler oluyor bildiğim bütün hastalık terimlerini sıralıyorum:<br />Menopoz, anksiyete, andropoz ve ABD<br /><br />“sivas” olduğunda , bütün mahallemin çocuklarını kaybettim. ve bütün İsmet Özel kitaplarını attım çöpe. orada ölenler 37 kişiyse 30’unu tanıyordum. sadece şairleri- romancıları değil ki, orada ölen 14 yaşındaki çocuğu da... onunla da oturuyordum, çay içiyordum, aynı sokağın çocuklarıydık.<br /><br />iki yüzlü buluyorum dış politikamızı. çeçenistan’ı destekledin rusya’ya karşı, yugoslavya darma duman olurkense bosna’yı ve bir başkaları da benzerini senin ülkene yapmaya çalışıyorlar. çeçenistan’da eskiden faşist, şimdiyse ülkücü dediğimiz insanlar bir takım çalışmalar yapmıyorlar mı? adriyatik’ten çin seddine kadar rezil etmediler mi bizi? bilgisayar teknolojisine çoktan geçmiş azerbaycan’a 12.000 daktilo göndermeye kalkıp rezil olmadık mı? adamlar dalga geçiyoruz zannetmişler. elimizde bir avrasya kartı varsa eğer, e be adam onu kullan! rusya, iran , azerbaycan, türkiye , birlik olamaz mı? milliyetçilik akımları yükseliyor, ki doğru ama ben de sinir oluyorum amerika ile avrupa’ya.karikatür krizi çıktığında da , insanların inançlarıyla fazla oynandığını, hakaret edildiğini düşünüyorum. insani yönden de, politik yönden de katılmıyorum olanlara . her şeyin bir sınırı var, oyunu oynayalım ama güzel oynayalım...temiz olsun. daha ilk başta birbirimizin “kaval kemiği”ne girmeyelim. o kadar uzlaşma noktamız varken hem de. sol birleşecekmiş! birleşse ne olur! ama mecburen oy vereceğim oraya doğru. valla saplantılarım beni yönetiyor bu konuda. normalde düşünsem vereceğimle, gerçekte vereceğim parti farklı birbirinden. deminden beri “hakkaniyet”ten bahsediyoruz ama , oy verişim haketmeyene doğru olacak. bazen kalbime altı tane ok batıyor.<br /> <br />“bu şiir burda biter.”<br /><br />“Şair Ahmet Erhan’la onun bir şiirini besteleyen Teoman konuştu.”teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3535421887450628093.post-58092133906441955152008-08-12T15:51:00.000-07:002008-08-12T15:52:04.414-07:00Oben Budak röportajı Harper's Bazaar Mart 2008Oben Budak röportajı Harper's Bazaar Mart 2008 <br /><br />Paramparça Teoman<br /><br />Söz ve müziği Teoman’a ait bir sürü duygu, dinleyicilerinden sonra Sezen Aksu, Hayko, Yalın, Candan Erçetin gibi isimleri de ele geçirdi sonunda. Ama o tüm bu olup bitene rağmen yine bildiğiniz gibi; cool, yalnız ve depresif…<br /><br />Son zamanlarda ne zaman bir Teoman röportajı okusam ümitsizliğe kapılıyorum. Yaptığı şarkılardan hayatta istediği mutluluğa ulaşamadığını anlıyorduk zaten ama bir de bunlara “İstanbul’u bırakıp gideceğim” ya da “Mutsuzluktan şarkı üretemiyorum” gibi söylemleri eklenince geleceği konunda endişe eder bir hale geldik. Bunalmakta haksız da sayılmaz aslında. Sevgili boyalı basınımız gece gündüz onun hayatını takip ederken insanın normal bir ruh halinde kalması çok da mümkün değil. Gecenin ilerleyen saatlerinde biraz içkili bir şekilde kulüpten dışarı çıktığınızda araba farlarından bile rahatsız olurken bir de gözünüze direkt olarak kamera ışıklarının sokulduğunu düşünsenize. Sanki eğlenmek suçmuş gibi sorguya çekildiğinizi de bir düşünün. Eve kadar taksiyle takip edildiğinizi ve tek isteğinizin eve gidip yatmak olduğu o saatlerde konuşmaya zorlandığınızı hayalinize eklemeyi unutmayın. Ben düşündüm ve Teoman’a hak verdim doğrusu… <br /><br />İçine ata ata hayatı kaçırıp gerçek istediklerini yaşayamayan o kadar çok ünlümüz var ki, ben aslında depresyondayım lafını bunlardan beklerken, senin gibi her istediğini özgürce yaşayan bir adamdan duymak şaşırttı beni…<br /><br />Bu çok ciddiye alınmayı bekleyerek yaptığım bir açıklama değildi. Senede iki kere depresyona girerim zaten. Beş altı senede bir de daha derini olur. Ben depresyona girdim bundan sonra artık böyle olacak diye bir düşüncem yok. Bir ara çıkarız, herhalde nisana kadar hallederim.<br /><br />Neler tetikliyor depresyonu?<br /><br />Mevsim dönümlerinde çok oluyor, kış bunu tetikliyor, bir de uzun süre peşinden koşacak bir proje yaratamazsam depresyona giriyorum. Bunların hepsi birbirini negatif anlamda besleyen şeyler. Depresyonun yanlış bir boyutundaysam aklıma hiçbir proje gelmiyor, kreatif hiç bir şey gelmiyor. Hayata karşı planım olmuyor. Plan olmayınca da depresyona giriyorum. Fakat herhalde depresyonun kendisinden de sıkılıyorum ki bir süre sonra oradan da çıkıyorum.<br /><br />Hayatının bir parçası olmuş gibi sanki.<br /><br />Evet, ben alıştım artık.<br /><br />Bazen de hiçbir şey yapmadan oturmak gerekmiyor mu? Mesela ben böyle bir lüksümün olmasını çok isterdim.<br /><br />Zaten yoğun çalışıyorum sonrasında da hiçbir şey yapmadan oturuyorum. İşimde çok ufak değişiklikler yapıyorum hepsi o kadar. Depresyonumu ben ciddiye almıyorum, zamanla nasıl olsa geçecek. Şimdiye kadar hep öyle oldu. Yine öyle olacak.<br /><br />Sonuçta seni depresyona sokan şeyler çok güzel şarkılar olarak vücut buluyor, karlı bir yanı da var sanırım depresyonun. <br /><br />Eskiden öyleydi. Şimdilerde pek şarkıya dönen bir şey yok. Yazı anlamında bir şeyler üretiyorum ama şarkı yok. Ama keyifli olayım da şarkı yazmasam da olur. Depresyonsuz da yazabilirim şarkıyı. Bir de bu konu yanlış anlaşılmasın, bana soruluyor ben de söylüyorum. Her yerde depresyonumu anlatıyor gibi olmak istemem. Bir de insanların ne dertleri var, benim ki hafif kalıyor olabilir. Benim hiçbir derdim yok ama bir yerlerden bir şey çıkıyor. Gazeteyi açsan moralin bozuluyor zaten. Dünyaya dair de Türkiye’ye dair de… Dünya’nın en kötü ülkelerinden biriyiz, Ortadoğu’ya baktığında da kaynıyor. Öyle bakıyorsun. Bazen de insan amaç bulamıyor, hedef bulamıyor, boşuna yaşadığını hissediyorsun. Seni sonsuza dek oyalayacak bir gayen yoksa arada böyle şeyler oluyor, ki benim yok şu sıralar.<br /><br />Gaye? Müzik ne oluyor peki?<br /><br />O benim zaten yapmış olduğum ya da bir sonra yeniden yapacak olduğum bir şey. Diyelim ki ilk albümünüzü yapıyorsunuz, üç dört albüm sonra her şeyi yerine oturturum diyorsanız o bir gaye. Ama sekizinci dokuzuncu albümünüzü yaptıktan sonra ya ben on dördüncü albümü yaptıktan sonra diye bir şey gelmiyor aklınıza. Başka bir yere atlamaya gerek duyuyorsunuz. İnsan hayatı hep aynı çizgide geçirince her şey bu kadar mı, belki başka şeylerde vardır diye etrafa bakmaya çalışıyor. Artık alıştığın hayat tarzı bir takım şeyleri eliyor. İnsan değiştikçe yerine koyacak şeyi de bulamaya biliyor. Çünkü neredeyse doğduğundan beri hemen hemen aynı şeyi hedeflemişsin. Zor şeyler bunlar.<br /><br />Başaranlar vardır ama.<br /><br />Tabii var, bazı arkadaşlarım yeni hayat kurmuşlar kendilerine. Güzel güzel yerlere gittiğimde görüyorum onları. Hayatın amacı mutlu ve huzurlu olmak zaten. Hayatta en çok hoşuma giden şey sahneye çıkmaksa eğer bunu elimde tutacağım ama yerine yeni şeyler eklemek için çaba harcayacağım.<br /><br />Konserden zevk almamak mümkün değil, senin seyircilerin hakikaten bir garip. Bir keresinde konserini sahneden izlemiştim de seyircilerin inanılmaz gözüküyordu. O coşkuyu bırakıp eve gidip tek başına uyumak bile yıpratabilir insanı.<br /><br />Sahneye alışınca onsuz duramıyorsunuz. Başka bir iş de yapsam, şimdi kazandığımın 20 katı para da kazansam yine de sahneyi özlerim. Çok zor geliyor ayrı kalmak. Bir ara 6 ay ara vereyim dedim ama 3. ayda vazgeçip grubu yeniden kurdum. O seyirciyi bırakıp eve gelmek ise çok zor. Bir yerden düşmek gibi oluyor. Yine eve gelmek güzel, evim kendimi çok rahat hissettiğim bir yer çünkü. Ama turnelerde 20 konser üst üste veriyorsun, Sonra doğru yine aynı otel odasına dönmek zor oluyor. Nerede olduğunu karıştırıyorsun. Ben bu yüzden daha kısa turneleri tercih ediyorum, eve rahat rahat dönebileyim diye.<br /><br />Ama bu sefer evden çıkmış gördüm seni, eskiden röportajı geç, çekim için bile evine çağırıyordun…<br /><br />Candaş olunca buraya geldim. Çekim de yapmıyorum zaten artık. Bu albüm için sanırım en fazla iki ya da üç çekim yapacağım. Genelde fotoğrafları ben dağıtıyorum. O bile zor geliyor bana.<br /><br />Bu durumu anlayabiliyorum, sonuçta manken değilsin, sanatçısın.<br /><br />Bir de bir takım insanlar daha kreatifler bu konularda ama ben çok fazla bir yardımda bulunamıyorum çekim sırasında. Belli başlı fotoğrafçılar var ve onlar benden sıkılana kadar onlarla devam ediyorum.<br /><br />Röportajın daha başlarındayken merak edilen bir konuya değinmek istiyorum, tası tarağı toplayıp gidiyormuşsun gibi şeyler okuyoruz, nedir bu işin aslı?<br /><br />Ya yanlış anlatıyorum kendimi ya da yanlış anlıyorlar. Şöyle bir niyetim var ama; İstanbul, özellikle kış aylarında, beni çok yoruyor. Zaten yoğun konser programları da nisanda başladığı için o döneme kadar garip bir ruh haline giriyorum. Sıkı giyinmeyi sevmem, bu yüzden bu dönemi İstanbul’da geçirmemeye çalışacağım. Daha sıcak bir yer, daha sıcak bir ülke istiyorum.<br /><br />Var mı kafanda bir yer?<br /><br />Gezmeye planlıyım aslında. Buradan atlarım dört haftalığına Hindistan’a giderim, sonra gelir bir konser verir oradan da Tayland’a giderim diye düşünüyorum. Mümkün olduğunca şortla atletle terlikle geçireceğim yerler istiyorum. O röportajda söylemek istediğim şeyde İstanbul’un tam göbeğinde oturmak istemiyorum cümlesini anlatmaktı aslında. Bana huzur veren şeyler genelde tanımadığım insanların olmadığı, arkadaşların olduğu doğal yerler. Lüks merakım yok ama konfor merakım var. Rahat bir yerde olmak istiyorum. Bir hamak, güzel bir ağaç gölgesi yeter. Göl kenarı olur, deniz kenarı olur… Bu tip yerler.<br /><br />Gece hayatına nasıl ulaşacaksın peki? Gecelerin adamı olarak özlemez misin böyle şeyleri?<br /><br />O tarz yerlerde olunca gece hayatını özlemiyorum. Yazları çadır tatiline yakın ya da bungalov tipi yerlerde kıyafetimi hiç değiştirmeden, iki ay aynı şortu giyerek zamanımı geçirmeyi seviyorum. Şimdi mesela bir iki hafta içerisinde bir yere gitmiş olurum.<br /><br />Lütfen git ve moralin düzelerek geri dön.<br /><br />Ben insanların hayatını bozan, kriz anları yaratan depresyonlara girmiyorum. Biliyorum geçeceğini. Aşırı derecede önem yüklemezsen o zaten daha kolay geçiyor. Herkesin problemi var, çok keyfi yerinde olan insanları bile birazcık eşelesen bir takım dertler çıkıyor. Çok yoğun yaşandığı için pek fark edemiyorlar aslında.<br /><br />Orası kesin. Peki sen profesyonel yardım alıyor musun?<br /><br />Uzun yıllar aldım. Hatta arada bir gidip kaportayı toplattığım bir doktorum var. Ama anti-depresan falan sürekli kullanırım. Dozları için doktora gidiyorum tabii.<br /><br />Teoman olarak doktora gitmek ağır ya da zor geliyor mu?<br /><br />Yok, ben o tip şeylerde utanmadığım için problem olmuyor. Bunu bir hastalık gibi düşünmek lazım. Başın ağrıyor gibi bakmak lazım. Sonuçta vücudumuzdaki kimya buna karar veriyor. Seratonin iyi salgılanmıyorsa dışarıdan onu anti-depresan alarak telafi etmek zorundasın. Nasıl ki demir eksikliğini dışarıdan ilaç alarak geçiriyorsan, anti-depresan almanın da bir farkı yok.<br /><br />Bu aralar senin için çok önemli olan albümüne gelelim mi artık? Çok özel bir durum hakikaten. Birçok önemli şarkıcı sırf sen istedin diye senin şarkılarını söylüyor, neler hissettin? Sen saygı değil sevgi albümü diyorsun ama…<br /><br />Çok sevindim tabii ki. Saygı albümleri yapanlar için uzun bir kariyer lazım. Benim kariyerim uzun ama albüm anlamında çok uzun değil. On bir sene geçmiş ilk albümü çıkaralı, bu tam anlamıyla saygı albümü için biraz kısa bir süre. Tabii bu tam anlamıyla yeterli sebep değil. 30 senelik kariyerin vardır ama tek bir şarkın yoktur, saygı albümü yapamazsın. En fazla iki jenerasyonu etkilemişimdir. O yüzden sevgi albümü diyorum. Bir de sayı albümünün içinde şarkıcılar ustaya saygı şeklinde onun şarkılarını söylerler. Benim albümümde benden çok daha usta isimler var. O yüzden saygı albümünü sevgi albümüne çevirip kurtulmaya çalışıyorum. Benim çok sevdiğim müzisyen arkadaşımla bir araya geldim. Kendi jenerasyonumdan isimlerle öncekilerle sonrakilerle üç jenerasyonu topladık gibi oldu. İkinci albümde çıkınca artık geniş bir yelpaze benim şarkılarımı biliyor olacak. Çünkü insanlar beni sevmeyebilir, sesimi beğenmeyebilir, düzenlemelerimi beğenmeyebilir ama Sezen Aksu’nun söylediği Paramparça’yı benim ve Müslüm Gürses’in söylediğinden daha fazla beğenip dinlerse benim şarkım yeni bir kesime doğru yola çıkmış olacak. Döngüsünü daha da güzel tamamlamış olacak. 10 sene sonra benim şarkımı alıp söylese biri bu da beni mutlu eder.<br /><br />Zorluk çıkartmadan şarkı veriyor musunuz?<br /><br />Ben şu ana kadar kimseyi reddetmedim, bundan sonra da etmem herhalde.<br /><br />Senin jenerasyonun ve senden sonraki jenerasyon seve seve söylemiştir de, önceki jenerasyonu ikna etmek nasıl oldu? Sezen Aksu’yu mesela…<br /><br />Ben söylemedim, teklif ettik, o da kabul etti. Şarkıyı da kendi seçti, ben hiç karışmadım. Kendim sormaya utandım açıkçası.<br /><br />Evet işte o yüzden söylüyorum.<br /><br />İnsanlar ayıp olmasın diye kabul etmesinler istedim. Hayır diyeceklerdir belki… Bunda sadece yer almak isteyenler yer alsın istedim. Ticari bir proje olmadığından sadece zevk için yer alsınlar istedim. Yıllar sonra bakıp böyle bir şey yapmıştık diye yaptım. Bir de beraber söylediğim isimlerle daha ileride yarı emeklilik günlerine geçtiğimizde beraber bir şeyler yapmıştık diyebilelim istedim. Sonuçta insan ilk müziğe başladığı günlerde kendine rakip seçebiliyor. Sonrasında onların çok sempati duyduğun, aynı dönemi beraber yaşadığın, yaşattığın kişiler oluyor. Tanışmasanız bile arkadaş oluyorsunuz. Bu albümde Ferudun Düzağaç, Mirkelam, Yaşar gibi isimlerin olması beni çok mutlu etti mesela.<br /><br />Arkadaşlarındı sanırım.<br /><br />Zaten arkadaşlarımdı evet. Hatta birkaç sene sonra da alıp gitarları ele birbirimizin şarkılarını söylesek diye içimden geçirmiyor değilim.<br /><br />Evet güzel olur hakikaten. Peki bu zamana kadar birçok projede yer aldın, başka albümlerde düetler yaptın, film çektin, her şeyi geç hemen hemen her gün gazetelerdesin ama yine de insanlara karşı sihrini kaybetmedin, hala senden sıkılmadık, neden? Biz bile gazeteye ya da dergiye cesaret isteyecek bir makale istesek hemen senin kapını çalıyoruz. Bunu yapsa yapsa Teoman yapar diye içimizden sadece senin adın geçiyor.<br /><br />Belki bir açıdan benden sonra belki bir şeyler değişir diye bakıyorum. En azından şu genç çocuklar röportajlarında gerçek fikirlerini söylüyorlardır. Diğer halde herkesin röportajları aynı, herkesin demeçleri aynı. Sanki ezbere konuşuyor gibiler… Dürüstçe cevap vermedikten sonra o soruyu cevaplamanın ne gereği var. Gerçek düşüncelerimi söyleyemeyeceksem o dergide yer almamın ne anlamı var?<br /><br />Bence de öyle olmalı ama röportajlarda çoğu zaman inanmadığı şeyleri söyleyen insanlarla karşılaşıyoruz…<br /><br />Çok zor oluyor öylesi. Ben de bir iki kere söylemişimdir ama rahatsız edici.<br /><br />Kimseyle kötü olmayayım durumu mu var acaba insanlarda?<br /><br />Ben de o konuda çok dikkatliyim. Kimse üzerine negatif bir şey söylemem. Medeni insan gibi çenemi tutarım. Ama kendimi ilgilendiren konularda, zarar göreceksem bile, doğruyu söylemeyi tercih ediyorum. Bir olaya karışmamak adına diplomasi uygulamayı başarabiliyorum.<br /><br />Ama olaylar seni her yerde gelip buluyor.<br /><br />Maalesef, kolay lokmayım ben, kabul ediyorum.<br /><br />İlişkilere gelecek olursak, kadınlar hakkında seni şaşırtan şeyler kaldı mı, bu kadar çok şey ?<br /><br />Kadınlar tanımış birisi değilim aslında(gülüyor)<br /><br />Nasıl yani? Üç aşağı beş yukarı bir fikrin vardır sanırım.<br /><br />Kadınlar ve erkekler diye ikiye ayırarak konuşuyorum ama erkekler diyince çok daha az sonuç çıkarabiliyorum. Toplam kaç erkeğin özel şeylerini biliyorum ki ben. Ama kadınlar deyince daha geniş bir spektrumdan bakabiliyorum olaya. Soruna gelecek olursak, kadınlar her zaman şaşırtıyor beni.<br /><br />Dertleşmek adına da kadınlar mı seçiliyor?<br /><br />Bildiğin anlamda kemikleşmiş bir erkek grubum var. 20 senelik arkadaşlarım onlar. Fakat bir sürü de kadın arkadaşım var. Erkek arkadaşlarımdan daha fazla. Kadınlarla ilişkiden daha çok hoşlanıyorum.<br /><br />Kadınların seni seks objesi olarak gördüğünü biliyor musun peki?<br /><br />Öyle mi?<br /><br />Senin şarkıların kadar seksiliğin de konuşuluyor.<br /><br />Benim için öyle düşündüklerini bilmiyorum ama öyleyse çok iyi. Hiç şikayetim olmaz.<br /><br />Bir ortama girdiğinde kadınların tutumunun değiştiğini fark etmiyor musun?<br /><br />Ama o ündendir işte.<br /><br />Valla çok fazla ünlüyle takılma olanağım oldu ama seninki gibi etkiler bırakana rastlamadım.<br /><br />Ben sana inanmayı tercih ederim…<br /><br />Gece hayatı demişken, her zaman tarz olan kıyafetlerinden bahsedelim mi. En son ne aldın mesela?<br /><br />Krokodil bir kemer aldım Amerika’dan. O son gözdem şu sıralar.<br /><br />Markası ne?<br /><br />Yves Saint Laurent.<br /><br />Genelde yurtdışından alışveriş edenlerden misin?<br /><br />Evet çünkü sevdiğim bedendeki kıyafetleri anca oradan bulabiliyorum. İngiliz ya da Fransız kesimleri seviyorum. Christian Dior ve Yves Saint Laurent ban daha çok uygun, kesim olarak. Ama ikinci el dükkanlara da gidiyorum hala. Eskiden daha ucuzdu o tip şeyler ama artık pahalılaştı. Mesela 55 senelik deri montum var, ona bayılıyorum. Alışverişi çok seviyorum aslında ama bir iki haftadır artık alışveriş yapmamalıyım diye düşünmeye başladım.<br /><br />Eskiden aldığın şeyler de evinde duruyor mu yoksa birkaç kere giyip sıkılır mısın, tişörtlerden mesela.<br /><br />Sevdiğim kıyafetlerde kategorilerim vardır. A sınıfı değilse onlar bir sezon sonra arkadaşlarıma gidiyor. Fakat benim daha ilk albümüm çıktığında çektirdiğim fotoğraftaki ayakkabılarım duyuyor mesela. Eskidikçe güzelleşen ayakkabılar onlar. Her sezonda bütün iç çamaşırlarını ve çorapları değiştirim. Biraz eskirse hemen atarım mesela.<br /><br />Modaya ne kadar ayak uyduruyorsun? Mesela geçen sezon yüksek belli pantolonun oldu mu ya da bu sezon kısacık şortlarla görebilecek miyiz Teoman’ı?<br /><br />Ben çabuk alışmaya çalışıyorum moda olayına. Çünkü biraz gecikirsen “çok geçen sene giyinmiş” oluyorsun. Fakat tam anlamıyla da modanın merkezine oturmuyorum. Ben hep bana özel olsun istiyorum. Retro kıyafetlerle günümüz modasının ortalamasını buluyorum. Mesela hiçbir zaman sadece bir markanın kıyafetlerini giyip çıkmadım ortalığa. Karıştırmayı seviyorum. Dediğim gibi retro kıyafetler sevdiğim için yurtdışından kumaşlar seçip kendime göre takım elbise diktiriyorum. <br /><br />Daha çok dar kesimlerden hoşlanıyorsun sanırım.<br /><br />Evet öyle, o yüzden Türkiye’de pek üzerime göre bulamıyorum. O yüzden üzerime göre diktiriyorum. İdeal olanı terzi. Tam vücuduna oturan şeylere sahip oluyorsun.<br /><br />Hastalık derecesinde takıntılı olduğun bir marka var mı?<br />Hayır yok. Ben bu kıyafet işine önem veriyorum ama bir yandan da çok önemli olmadığını farkındayım. Bu hayatı güzelleştiren güzel şeylerden bir tanesi moda biliyoruz ki ölümsüz bir şey değil. Klasik şeyleri giyince hiçbir zaman demode olmuyorsun.teomanlihttp://www.blogger.com/profile/16398393438946598561noreply@blogger.com1