12 Ağustos 2008 Salı

Ayse Duzkan Roportaji Star Gazetesi Şubat 2008

Ayşe Düzkan Röportajı Star Gazetesi Şubat 2008
Hayatta en mutlu olduğum zamanlar en aşık olduğum dönemler.

Teoman, bir albüm ve bir kitap çıkarttı. Söz Müzik Teoman adlı albümde ünlü şarkıcılar unutulmaz şarkılarını ya tek başına ya onunla birlikte yorumluyor, Söz ve Müzik Teoman adlı kitapta ise bütün parçalarının sözleri, notaları, ilk kaleme alındıkları halleri ve onun fotoğrafları var. Basında ise kendisine şantaj yapılmasına sebep olan görüntüleri. Karşınızda Türkiye’nin en ünlü rockstarı…

Teoman’ın ilk albümünün üzerinden on yıldan fazla zaman geçti. Şarkılarıyla bir dönem başlattı; onunla birlikte, daha önce sadece rock kulüplerde dinleyicileriyle buluşan müzisyenlerin albüm yapmasının yolu açıldı. Bir rockstar gibi yaşadı, hayatı basına yansıdığında adet olduğu üzere inkardan gelmedi, Cihangir’deki evinde yaptığımız söyleşinin kaydını çözerken, birlikte olduğu genç bir kadının görüntülerini internete koymakla tehdit ettiği, onun da bu genç kadını savcılığa şikayet ettiği haberi çıktı basında.

-Kırk yaşında olmak nasıl?
Daha iyi valla. Eskiden spor yapardım, yaşlanmayalım falan diye. Şimdi yaşlanmanın da kendine göre güzel bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bir de heveslerim azalınca iki şey oldu. Birincisi iyi ya diyorum ben demek ki bu kariyerin, ünün tutsağı olmayacağım. Ama heveslerim de azalınca kendine yapacak bir şey bulamıyorum çünkü 20 küsur senedir bu hayatı yaşıyorum. O zamanlar çok tutkulu ve iddialı bir heriftim. Şimdi öyle olmayınca kendimi bir garip hissediyorum.

-Burası bekar evi gibi. Teşvikiye’deki eviniz de böyle miydi?
Orada kız arkadaşım vardı ve evi onunla birlikte organize ettiğimiz için her şey tamamdı. Buzdolabı bile daha güzel. O gittikten sonra bir buçuk sene içinde üst katta kimin uyuduğunu bilmediğim zamanlar da geçirdim ama şimdi burası bana daha fazla huzur veriyor. Bazı şeylerde çok düzeliyimdir. Kıyafetlerim, kitaplarım falan çok düzenlidir. Öbür evimde de aynı koltukta otururum ben, bir tane ışığım vardır. Bir baktım ki ben zaten bir metre kare bir yerde yaşıyormuşum.

-Ne kadar beraber olunuz?
Yedi sene. Bunun çok azında birlikte yaşadık ama…

-İlk şarkılarınızda reddedilen bir adam var, daha sora ise hep sıkılıyorsunuz ama gitmiyorlar.
(gülüyor) Demek sevgili edinildikten sonra olan bir şey. Bilmiyorum çok emin değilim. Uzun zaman boyunca eğleneceğim, bol kadın olacak hayatımda diye düşündüm. Bu çok zevkli, eğer keyfin yerindeyse. Sonra bir bakıyorsun, boşluktasın. Ondan sonra öbür tarafa geçiyorsun. Arkadaşımın bir sevgilisi var, kızın işten çıkmasını bekliyor, saatine bakıyor falan. Ondaki o keyfi görünce, ben neler kaçırıyorum görüyorum. Bir de hayatta en mutlu olduğum zamanlar en çok kadının hayatımda olduğu, en zamparalık yaptığım dönemler değil, en aşık olduğum dönemlerde en mutluymuşum ben.

-‘Çok kadın hiç kadın’ diyorsunuz Zamparanın Ölümü’nde.
Valla öyle oluyor.

-Şarkı yazma açısından çok mutlu dönemlerin verimsiz olduğu söyleniyor.
Çok mutluysam da çok mutsuzsam da yazamıyorum. O zaman evden çıkamıyorum. Hatta 1995’te yoğun bir şeyim oldu, yatak odama gidemiyordum, hiç uyuyamıyordum. Ama ilaç kullanmıyordum. Bir de tabii ilaç alacak param da yoktu.

-1995’te parasız mıydınız?
1996’ta ilk albüm çıktı, klipleri dönüyor, ben her yere otobüsle gidiyordum. Televizyon programlarına nasıl gideceğimizi düşünüyorduk. Kirayı çok zor ödüyorum.

-Annenizin evine dönmeyi tercih etmediniz.
Anneme gitsem krallar gibi yaşayacağım. Ama o kişi ben değilim o zaman da. Anneme haftada bir giderdim, çamaşır makinem yoktu, sularım da seyrek akıyor. Kalorifer de yoktu tabii. Ama anneme gitmek bir ihtimal değildi. Biz 1986 senesinde Boğaziçi’nde haftada üç gün yedişer saat prova yapıyorduk. Planımız yıl sonunda tek bir tane konser vermekti. Mirage (o zamanki grubu) olarak kendimize bayılıyorduk. İnsanlar bizi sevsin, sevmesin çok önemli değil. Çok çalışıyorduk, kendimizi olmak istediğimiz kişiye benzetiyorduk. Sssssssssssssssssss Ve yine çok parasızdık. O üç gün bize yetmiyordu, bir prova stüdyosu bulduk Mecidiyeköy’de; üçte çıkıyorduk, otobüs bittiği için kamyonlara otostop çekiyorduk. Dört kişi birleşip taksi tutacak paramız yoktu. Taksiye binmeye 30 yaşında, ünlü olduktan sonra başladım ve bunun bir sorun olduğunu da fark etmiyordum. Paranın gerekli olduğunu düşünmüyordum. Etrafımda da kimsenin paramız olsa falan dediğini hatırlamıyorum.

-Büyürken sahnede ve yakışıklı olmak nasıldı?
Hayranlarım vardı ama ben tipim iyi falan değil çok iyi şarkıcıyım zannediyordum. Sezen Aksu’yla Barış Manço’yu anma konserine çıkmıştık. Halit Kıvanç benim için ‘Şimdi karşınızda işte hem yakışıklı hem yetenekli sanatçı’ falan dedi. Sezen Aksu ile sahne arkasındayız, ‘Ulan herkese yutturdun kendini yakışıklıyım diye’ dedi. (gülüyor) Çok güzel bir laftı, onu çok sevmiştim.

-Yalnızlığı seviyorsunuz.
Hep onu söyledim ama bazen de çok sıkılıyorum yalnızlıktan. Arkadaşlarımın hepsi de 20-25 senelik, Açıkhava’daki amatör konserlerine gittiğimiz, 15-16 yaşından beri arkadaşım olan insanlar var, en çok da onlarla görüşüyorum. Her dediğime ‘Evet’ falan demiyorlar, dalga geçiyorlar benimle.

-Duş’u çok genç bir kıza, İrem Candar’a söyletmişsiniz…
Evet sansürlü Duş bu ama. Düet yaptık ona ama son bölümü onun başına bela olmasın, bu albüm üzerine seksüel temalarla gitmesinler diye otosansür yaptım, kız için. Kareokede dinledim fakat tanışmıştım zaten, çılgın, genç, sempatik bir kız. Bir de baktım ki inanılmaz güzel bir sesi var. Gel sen söyle, bakarız dedim daha doğrusu. Çok da güzel olunca, aranjör de beğendi… Koyduk albüme…

-Onun sevgiliniz olduğu söylenecek büyük ihtimalle.
(gülüyor) Ama sevgilim falan değil, açıkçası öyle de görmüyorum onu. Biraz fazla genç. Yani 20 küsurlar bile zor oluyor.

-Yıllar önce ‘Susan Sontag’ın 10 yaş genç hali beni tekeşliliğe ikna edebilir’ demişsiniz. Kadınlarda akıl çekici midir?
Kadınlarda akıl çekici… İlla çok kültürlü olması gerekmiyor ama çok uyanık olması gerekiyor. Bir kere mizah duygusu gelişmiş olmalı o da zekaya dair bir şey zaten. Biz eskiden çok çalışıyorduk kültürlü olmaya galiba; etraftaki kızlar kendilerin paralıyorlardı felsefe öğreneyim falan diye. Şimdi artık öyle insanlar yok. Yeni jenerasyon, milletin ‘çıtır’ dediği kızlar falan bana çok sempatik geliyor ama çok da çekici gelmiyorlar.

-Hiç ünlü biriyle ilişkiniz olmadı…
Benim hiçbir sevgilim ünlü değildi şimdiye kadar.

-İkinci albümde Müslüm Gürses olacak mı?
Müslüm Abiyi düşünmedim, Paramparça’yla çok da güzel bir şey yaptı. Onun gibisi olmaz zaten. Ama Müslüm’ün hastasıyım ya. 90’larda Meral Özbek bize kültür dersleri verirdi Boğaziçi’nde Orhan Gencebay’ın arabeskine baktıktan sonra, bakalım neymiş diye döndüğümüz isimlerden biriydi Müslüm Gürses. Yani Müslüm Gürses’le ilişkim yeni değil, 15 senelik bir şey.

-Bir gazeteci dövüp gazetecilerden bu kadar destek alan başka biri olmadı.
Öyle değil mi? Ben isterim ki yumruk dahil o olayların hiçbiri olmasın. Ama ceketimden çekiyor düşeyim diye, ‘Abi niye yapıyorsun, ayıp değil mi?’ falan diyemem ki ona ders mi vereceğim. Yumruk atmak zorundayım. Ben bunu mahkemeye mi vereceğim beni arkamdan çekti diye. İnsanın elinde hiçbir şey bırakmayınca biz de şiddete dönüyoruz.

-İçkili görüntüleriniz konuşuluyor.
Bir kere sızmıştım, televizyonlara çıktım, ondan sonra annem çok üzüldü. Ben de dedim ki, ‘Bir daha böyle olamayacağım.’ ‘İçki içmeyeceğim’ diye söz vermedim ki, öyle olmayacağım diye söz verdim.


Sanatta çıkış noktan ticariyse imha olursun

-Sinan Çetin ‘Üç şair seviyorum, ‘Teoman, Nil Karaibrahimgil, İsmet Özel’ demiş.
Sinan benim çok yakın arkadaşım. Onun böyle sözlerinin ciddiye alınması çok ilginç geliyor bana. Nil de onun çok yakın arkadaşı (gülüyor) o bizi övüyor orada. Ben bunu görünce gülüyorum.

-İsmet Özel okur musunuz?
İsmet Özel okudum zamanında. Bayağı da iyi şair. Şairle şarkı sözü yazarı… Olmaz. Şairlik o kadar zor, başka türlü bir şey. Popüler tarafa gidemeyecek. Ticari sanata aktör olamayacak ve insanların da çilesini o kadar çektiği, kendini harap ettiği bir alan ki yanına şarkı yazarlarını koymak… Şairlere biraz ayıp oluyor. Şöyle de bir şey var, şiirsel şeylerim var diye düşünürdüm ama on sene boyunca çalışmışım kitaba bakıyorum, adamların bir şiir kitabında yazacağı kadar söz yazmışım.

- Sinan Çetin’e döneceğim. Çok provokatif demeçler veriyor. Yıllardır film çekmiyor ve her filmi eleştiriyor. Genç erkekler kendilerinden büyük arkadaşlarını örnek alırlar mı?
Yok öyle hissetmiyorum, Sinan Çetin’i benden daha çocuksu hissediyorum. O provokatif sözlerini de sabırsız ve biraz da kalın buluyorum. O kadar da emin olmayacaksın kendinden. Eğer herkesi dogmatik olmakla suçlayıp da üç tane Ayn Rand kitabı dünyayı tanımlamış gibi davranırsan o da yanlış olur. Sonuçta gerçeklik kurgusal bir şey, baktığın yere göre değişen bir şey. Şöyle bir şey var, bir tane skala var insanlar kendilerinden daha ticari olan şeyleri beğenmiyorlar, çok daha alternatif olanları da uçuk kaçık buluyorlar. Herkes kendini bu skalada bir yere yerleştiriyor. Şimdi ben daha ticari olan birisine bir laf söylediğim zaman o skalada daha altlarda kendini alternatif bir yere konumlamış birisi aynı lafları bana söyleyebilecek bir pozisyonda. Bunun tersi de geçerli. O yüzden herkes keyfine baksın.

-Ticari olmak ya da olmamak bir sanat kıstası olabilir mi?
Kültür sosyolojisi derslerinde şöyle bir şey vardı, ana çıkış noktası ticariyse, sanat kendini baştan imha ediyor. Satmak için yapmayacaksın ama yaptığın şeyi satmak için uğraşacaksın.

-Mastırınızı kadın araştırmalarında yaptınız...
Boğaziçi’nde feminist perspektif dersi çok zevkliydi hakikaten. Rahat geçtiğim, iyi not aldığım derslerdendi. Sosyoloji üzerine master yapmak istedim ve İngilizce yapmak istemiyordum. İstanbul Üniversitesi’ne gittim, kadın araştırmaları bölümü açıldı dediler. Ben hemen feminist perspektifle bağlantıyı kurup girdim. Çok da severek okudum. Tezimi de çizgi roman üzerine yazdım fakat çok kötüydü. Hocam ‘Kendine yakışır bir şey yap’ dedi kibarca. Demek ki yuttururum zannediyordum. Ondan sonra askere gittim, elimde de bu kaldı. İçimde de ukte kaldı, şimdi af çıkacak söylentisi var, çıkarsa yeniden yazacağım.

-Okuduklarınız kadınlarla ilişkilerinizi etkiledi mi?
Ben daha önce kadınların herhangi bir problemlerinin olduğunu fark etmemişim.Kkadınlar bir de başka bir taraftan bakın diyor. Tarihe biz baksak bir tane kralla bir tane padişah savaşıyor, arada bir şey olmuyor. Binlerce farklı insanın oluşturduğu bir evrensel medeniyet var. Gündelik ilişkilerimi etkileyip etkilemediğini fark etmedim ama bir iyi tarafım vardır, öğrendiğim her şeyi kullanırım. Eminim oradan öğrendiklerimi de kullanmışımdır.

Olan fakirlere oluyor

İki Çocuk adlı parça 12 Eylül öncesinde bir gösteride öldürülen Zekeriya Önge ve onu öldürdüğü iddiasıyla yargılanıp asılan ve Teoman’ın akrabası olan Erdal Eren’i anlatıyor. Teoman parçayı hazırlarken Zekeriya Önge’nin de uzaktan hımsı olduğunu öğrenmiş. Bilindiği gibi daha sonra kriminoloji raporlarında Önge’yi öldüren kurşunu Erdal Eren’in atmadığı ortaya çıkmış, kemik raporlarında ise 18 yaşından küçük olduğu kanıtlanmıştı. Albümde parçayı Yavuz Bingöl söylüyor. Teoman, bu parçanın daha çok Mor ve Ötesi’nin solisti Harun Tekin’e yakıştırıldığına ilişkin soruya, “Bence bu parçayı bir halk müziği sanatçısının okuması daha iyi. Biz Harun’la, iki Cihangirli ve Nişantaşılı bu çocukların hikayesini anlatmamalıyız” diyor.

-Erdal Eren’i ilk ne zaman duydunuz?
1980’de duydum.

-Akrabanız olduğu için mi?
Evet. Hüzünle hatırlanıyordu ama biraz da utanılıyordu. Çok üzülüyordu annem ama aynı zamanda o koşullarda, rejime karşı olan birinin akrabamız olduğu söylenmiyordu ama annemin üzüntüsünü hatırlıyorum. ‘Gidecek çocuk, küçücük, annesi nasıl üzülüyordur’ dendiğini hatırlıyorum. Ben aslında Erdal Eren üzerine bir şarkı yapmak istemiştim. O konuda bir şeyler aldım, okudum ve öteki çocuğa yani Zekeriya Önge’ye çok üzüldüm. Sonra amcam onun da komşu köyden ve uzaktan hımsımız olduğunu söyledi. Bir obje gibi söz ediliyor ondan. Her zaman olan oldu orada, fakir, küçük olanlar gitti, diğerlerine de bir şey olmadı. İkisi de fakir, ikisi de aynı sınıftan geliyor. Bir bakıyorsun biri birini vurdu diye asılıyor ki öyle bir şey olmamış. Ayşe Düzkan Röportajı Star Gazetesi Şubat 2008
Hayatta en mutlu olduğum zamanlar en aşık olduğum dönemler.

Teoman, bir albüm ve bir kitap çıkarttı. Söz Müzik Teoman adlı albümde ünlü şarkıcılar unutulmaz şarkılarını ya tek başına ya onunla birlikte yorumluyor, Söz ve Müzik Teoman adlı kitapta ise bütün parçalarının sözleri, notaları, ilk kaleme alındıkları halleri ve onun fotoğrafları var. Basında ise kendisine şantaj yapılmasına sebep olan görüntüleri. Karşınızda Türkiye’nin en ünlü rockstarı…

Teoman’ın ilk albümünün üzerinden on yıldan fazla zaman geçti. Şarkılarıyla bir dönem başlattı; onunla birlikte, daha önce sadece rock kulüplerde dinleyicileriyle buluşan müzisyenlerin albüm yapmasının yolu açıldı. Bir rockstar gibi yaşadı, hayatı basına yansıdığında adet olduğu üzere inkardan gelmedi, Cihangir’deki evinde yaptığımız söyleşinin kaydını çözerken, birlikte olduğu genç bir kadının görüntülerini internete koymakla tehdit ettiği, onun da bu genç kadını savcılığa şikayet ettiği haberi çıktı basında.

-Kırk yaşında olmak nasıl?
Daha iyi valla. Eskiden spor yapardım, yaşlanmayalım falan diye. Şimdi yaşlanmanın da kendine göre güzel bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Bir de heveslerim azalınca iki şey oldu. Birincisi iyi ya diyorum ben demek ki bu kariyerin, ünün tutsağı olmayacağım. Ama heveslerim de azalınca kendine yapacak bir şey bulamıyorum çünkü 20 küsur senedir bu hayatı yaşıyorum. O zamanlar çok tutkulu ve iddialı bir heriftim. Şimdi öyle olmayınca kendimi bir garip hissediyorum.

-Burası bekar evi gibi. Teşvikiye’deki eviniz de böyle miydi?
Orada kız arkadaşım vardı ve evi onunla birlikte organize ettiğimiz için her şey tamamdı. Buzdolabı bile daha güzel. O gittikten sonra bir buçuk sene içinde üst katta kimin uyuduğunu bilmediğim zamanlar da geçirdim ama şimdi burası bana daha fazla huzur veriyor. Bazı şeylerde çok düzeliyimdir. Kıyafetlerim, kitaplarım falan çok düzenlidir. Öbür evimde de aynı koltukta otururum ben, bir tane ışığım vardır. Bir baktım ki ben zaten bir metre kare bir yerde yaşıyormuşum.

-Ne kadar beraber olunuz?
Yedi sene. Bunun çok azında birlikte yaşadık ama…

-İlk şarkılarınızda reddedilen bir adam var, daha sora ise hep sıkılıyorsunuz ama gitmiyorlar.
(gülüyor) Demek sevgili edinildikten sonra olan bir şey. Bilmiyorum çok emin değilim. Uzun zaman boyunca eğleneceğim, bol kadın olacak hayatımda diye düşündüm. Bu çok zevkli, eğer keyfin yerindeyse. Sonra bir bakıyorsun, boşluktasın. Ondan sonra öbür tarafa geçiyorsun. Arkadaşımın bir sevgilisi var, kızın işten çıkmasını bekliyor, saatine bakıyor falan. Ondaki o keyfi görünce, ben neler kaçırıyorum görüyorum. Bir de hayatta en mutlu olduğum zamanlar en çok kadının hayatımda olduğu, en zamparalık yaptığım dönemler değil, en aşık olduğum dönemlerde en mutluymuşum ben.

-‘Çok kadın hiç kadın’ diyorsunuz Zamparanın Ölümü’nde.
Valla öyle oluyor.

-Şarkı yazma açısından çok mutlu dönemlerin verimsiz olduğu söyleniyor.
Çok mutluysam da çok mutsuzsam da yazamıyorum. O zaman evden çıkamıyorum. Hatta 1995’te yoğun bir şeyim oldu, yatak odama gidemiyordum, hiç uyuyamıyordum. Ama ilaç kullanmıyordum. Bir de tabii ilaç alacak param da yoktu.

-1995’te parasız mıydınız?
1996’ta ilk albüm çıktı, klipleri dönüyor, ben her yere otobüsle gidiyordum. Televizyon programlarına nasıl gideceğimizi düşünüyorduk. Kirayı çok zor ödüyorum.

-Annenizin evine dönmeyi tercih etmediniz.
Anneme gitsem krallar gibi yaşayacağım. Ama o kişi ben değilim o zaman da. Anneme haftada bir giderdim, çamaşır makinem yoktu, sularım da seyrek akıyor. Kalorifer de yoktu tabii. Ama anneme gitmek bir ihtimal değildi. Biz 1986 senesinde Boğaziçi’nde haftada üç gün yedişer saat prova yapıyorduk. Planımız yıl sonunda tek bir tane konser vermekti. Mirage (o zamanki grubu) olarak kendimize bayılıyorduk. İnsanlar bizi sevsin, sevmesin çok önemli değil. Çok çalışıyorduk, kendimizi olmak istediğimiz kişiye benzetiyorduk. Sssssssssssssssssss Ve yine çok parasızdık. O üç gün bize yetmiyordu, bir prova stüdyosu bulduk Mecidiyeköy’de; üçte çıkıyorduk, otobüs bittiği için kamyonlara otostop çekiyorduk. Dört kişi birleşip taksi tutacak paramız yoktu. Taksiye binmeye 30 yaşında, ünlü olduktan sonra başladım ve bunun bir sorun olduğunu da fark etmiyordum. Paranın gerekli olduğunu düşünmüyordum. Etrafımda da kimsenin paramız olsa falan dediğini hatırlamıyorum.

-Büyürken sahnede ve yakışıklı olmak nasıldı?
Hayranlarım vardı ama ben tipim iyi falan değil çok iyi şarkıcıyım zannediyordum. Sezen Aksu’yla Barış Manço’yu anma konserine çıkmıştık. Halit Kıvanç benim için ‘Şimdi karşınızda işte hem yakışıklı hem yetenekli sanatçı’ falan dedi. Sezen Aksu ile sahne arkasındayız, ‘Ulan herkese yutturdun kendini yakışıklıyım diye’ dedi. (gülüyor) Çok güzel bir laftı, onu çok sevmiştim.

-Yalnızlığı seviyorsunuz.
Hep onu söyledim ama bazen de çok sıkılıyorum yalnızlıktan. Arkadaşlarımın hepsi de 20-25 senelik, Açıkhava’daki amatör konserlerine gittiğimiz, 15-16 yaşından beri arkadaşım olan insanlar var, en çok da onlarla görüşüyorum. Her dediğime ‘Evet’ falan demiyorlar, dalga geçiyorlar benimle.

-Duş’u çok genç bir kıza, İrem Candar’a söyletmişsiniz…
Evet sansürlü Duş bu ama. Düet yaptık ona ama son bölümü onun başına bela olmasın, bu albüm üzerine seksüel temalarla gitmesinler diye otosansür yaptım, kız için. Kareokede dinledim fakat tanışmıştım zaten, çılgın, genç, sempatik bir kız. Bir de baktım ki inanılmaz güzel bir sesi var. Gel sen söyle, bakarız dedim daha doğrusu. Çok da güzel olunca, aranjör de beğendi… Koyduk albüme…

-Onun sevgiliniz olduğu söylenecek büyük ihtimalle.
(gülüyor) Ama sevgilim falan değil, açıkçası öyle de görmüyorum onu. Biraz fazla genç. Yani 20 küsurlar bile zor oluyor.

-Yıllar önce ‘Susan Sontag’ın 10 yaş genç hali beni tekeşliliğe ikna edebilir’ demişsiniz. Kadınlarda akıl çekici midir?
Kadınlarda akıl çekici… İlla çok kültürlü olması gerekmiyor ama çok uyanık olması gerekiyor. Bir kere mizah duygusu gelişmiş olmalı o da zekaya dair bir şey zaten. Biz eskiden çok çalışıyorduk kültürlü olmaya galiba; etraftaki kızlar kendilerin paralıyorlardı felsefe öğreneyim falan diye. Şimdi artık öyle insanlar yok. Yeni jenerasyon, milletin ‘çıtır’ dediği kızlar falan bana çok sempatik geliyor ama çok da çekici gelmiyorlar.

-Hiç ünlü biriyle ilişkiniz olmadı…
Benim hiçbir sevgilim ünlü değildi şimdiye kadar.

-İkinci albümde Müslüm Gürses olacak mı?
Müslüm Abiyi düşünmedim, Paramparça’yla çok da güzel bir şey yaptı. Onun gibisi olmaz zaten. Ama Müslüm’ün hastasıyım ya. 90’larda Meral Özbek bize kültür dersleri verirdi Boğaziçi’nde Orhan Gencebay’ın arabeskine baktıktan sonra, bakalım neymiş diye döndüğümüz isimlerden biriydi Müslüm Gürses. Yani Müslüm Gürses’le ilişkim yeni değil, 15 senelik bir şey.

-Bir gazeteci dövüp gazetecilerden bu kadar destek alan başka biri olmadı.
Öyle değil mi? Ben isterim ki yumruk dahil o olayların hiçbiri olmasın. Ama ceketimden çekiyor düşeyim diye, ‘Abi niye yapıyorsun, ayıp değil mi?’ falan diyemem ki ona ders mi vereceğim. Yumruk atmak zorundayım. Ben bunu mahkemeye mi vereceğim beni arkamdan çekti diye. İnsanın elinde hiçbir şey bırakmayınca biz de şiddete dönüyoruz.

-İçkili görüntüleriniz konuşuluyor.
Bir kere sızmıştım, televizyonlara çıktım, ondan sonra annem çok üzüldü. Ben de dedim ki, ‘Bir daha böyle olamayacağım.’ ‘İçki içmeyeceğim’ diye söz vermedim ki, öyle olmayacağım diye söz verdim.


Sanatta çıkış noktan ticariyse imha olursun

-Sinan Çetin ‘Üç şair seviyorum, ‘Teoman, Nil Karaibrahimgil, İsmet Özel’ demiş.
Sinan benim çok yakın arkadaşım. Onun böyle sözlerinin ciddiye alınması çok ilginç geliyor bana. Nil de onun çok yakın arkadaşı (gülüyor) o bizi övüyor orada. Ben bunu görünce gülüyorum.

-İsmet Özel okur musunuz?
İsmet Özel okudum zamanında. Bayağı da iyi şair. Şairle şarkı sözü yazarı… Olmaz. Şairlik o kadar zor, başka türlü bir şey. Popüler tarafa gidemeyecek. Ticari sanata aktör olamayacak ve insanların da çilesini o kadar çektiği, kendini harap ettiği bir alan ki yanına şarkı yazarlarını koymak… Şairlere biraz ayıp oluyor. Şöyle de bir şey var, şiirsel şeylerim var diye düşünürdüm ama on sene boyunca çalışmışım kitaba bakıyorum, adamların bir şiir kitabında yazacağı kadar söz yazmışım.

- Sinan Çetin’e döneceğim. Çok provokatif demeçler veriyor. Yıllardır film çekmiyor ve her filmi eleştiriyor. Genç erkekler kendilerinden büyük arkadaşlarını örnek alırlar mı?
Yok öyle hissetmiyorum, Sinan Çetin’i benden daha çocuksu hissediyorum. O provokatif sözlerini de sabırsız ve biraz da kalın buluyorum. O kadar da emin olmayacaksın kendinden. Eğer herkesi dogmatik olmakla suçlayıp da üç tane Ayn Rand kitabı dünyayı tanımlamış gibi davranırsan o da yanlış olur. Sonuçta gerçeklik kurgusal bir şey, baktığın yere göre değişen bir şey. Şöyle bir şey var, bir tane skala var insanlar kendilerinden daha ticari olan şeyleri beğenmiyorlar, çok daha alternatif olanları da uçuk kaçık buluyorlar. Herkes kendini bu skalada bir yere yerleştiriyor. Şimdi ben daha ticari olan birisine bir laf söylediğim zaman o skalada daha altlarda kendini alternatif bir yere konumlamış birisi aynı lafları bana söyleyebilecek bir pozisyonda. Bunun tersi de geçerli. O yüzden herkes keyfine baksın.

-Ticari olmak ya da olmamak bir sanat kıstası olabilir mi?
Kültür sosyolojisi derslerinde şöyle bir şey vardı, ana çıkış noktası ticariyse, sanat kendini baştan imha ediyor. Satmak için yapmayacaksın ama yaptığın şeyi satmak için uğraşacaksın.

-Mastırınızı kadın araştırmalarında yaptınız...
Boğaziçi’nde feminist perspektif dersi çok zevkliydi hakikaten. Rahat geçtiğim, iyi not aldığım derslerdendi. Sosyoloji üzerine master yapmak istedim ve İngilizce yapmak istemiyordum. İstanbul Üniversitesi’ne gittim, kadın araştırmaları bölümü açıldı dediler. Ben hemen feminist perspektifle bağlantıyı kurup girdim. Çok da severek okudum. Tezimi de çizgi roman üzerine yazdım fakat çok kötüydü. Hocam ‘Kendine yakışır bir şey yap’ dedi kibarca. Demek ki yuttururum zannediyordum. Ondan sonra askere gittim, elimde de bu kaldı. İçimde de ukte kaldı, şimdi af çıkacak söylentisi var, çıkarsa yeniden yazacağım.

-Okuduklarınız kadınlarla ilişkilerinizi etkiledi mi?
Ben daha önce kadınların herhangi bir problemlerinin olduğunu fark etmemişim.Kkadınlar bir de başka bir taraftan bakın diyor. Tarihe biz baksak bir tane kralla bir tane padişah savaşıyor, arada bir şey olmuyor. Binlerce farklı insanın oluşturduğu bir evrensel medeniyet var. Gündelik ilişkilerimi etkileyip etkilemediğini fark etmedim ama bir iyi tarafım vardır, öğrendiğim her şeyi kullanırım. Eminim oradan öğrendiklerimi de kullanmışımdır.

Olan fakirlere oluyor

İki Çocuk adlı parça 12 Eylül öncesinde bir gösteride öldürülen Zekeriya Önge ve onu öldürdüğü iddiasıyla yargılanıp asılan ve Teoman’ın akrabası olan Erdal Eren’i anlatıyor. Teoman parçayı hazırlarken Zekeriya Önge’nin de uzaktan hımsı olduğunu öğrenmiş. Bilindiği gibi daha sonra kriminoloji raporlarında Önge’yi öldüren kurşunu Erdal Eren’in atmadığı ortaya çıkmış, kemik raporlarında ise 18 yaşından küçük olduğu kanıtlanmıştı. Albümde parçayı Yavuz Bingöl söylüyor. Teoman, bu parçanın daha çok Mor ve Ötesi’nin solisti Harun Tekin’e yakıştırıldığına ilişkin soruya, “Bence bu parçayı bir halk müziği sanatçısının okuması daha iyi. Biz Harun’la, iki Cihangirli ve Nişantaşılı bu çocukların hikayesini anlatmamalıyız” diyor.

-Erdal Eren’i ilk ne zaman duydunuz?
1980’de duydum.

-Akrabanız olduğu için mi?
Evet. Hüzünle hatırlanıyordu ama biraz da utanılıyordu. Çok üzülüyordu annem ama aynı zamanda o koşullarda, rejime karşı olan birinin akrabamız olduğu söylenmiyordu ama annemin üzüntüsünü hatırlıyorum. ‘Gidecek çocuk, küçücük, annesi nasıl üzülüyordur’ dendiğini hatırlıyorum. Ben aslında Erdal Eren üzerine bir şarkı yapmak istemiştim. O konuda bir şeyler aldım, okudum ve öteki çocuğa yani Zekeriya Önge’ye çok üzüldüm. Sonra amcam onun da komşu köyden ve uzaktan hımsımız olduğunu söyledi. Bir obje gibi söz ediliyor ondan. Her zaman olan oldu orada, fakir, küçük olanlar gitti, diğerlerine de bir şey olmadı. İkisi de fakir, ikisi de aynı sınıftan geliyor. Bir bakıyorsun biri birini vurdu diye asılıyor ki öyle bir şey olmamış.

Hiç yorum yok: