12 Ağustos 2008 Salı

Sine Büyüka Roportaji Billboard Ocak 2008

Sine Büyüka Röportajı Billboard Ocak 2008
Teoman belki de hayatının en cömert ve aynı zamanda en cesur dönemini yaşıyor. Müzisyen dostlarıyla şarkılarını paylaşırken, hayranlarına da hazırladığı kitap aracılığıyla şarkılarına dokunma fırsatı veriyor.

Başka konularla gündeme gelip müzikten uzak kaldığı izlenime verse de bir süredir yoğun bir çalışma içindeydi, Teoman. 2008’in ilk bombası sayabileceğimiz “Söz Müzik Teoman” albümü sonunda tamamlandı. İki cd’den oluşan albümde Sezen Aksu’dan Yalın’a, Erol Büyükburç’tan Candan Erçetin’e, Aylin Aslım’dan Emre Aydın’a birçok müzisyen Teoman şarkılarını yeniden yorumluyor. Teoman, “Bu bir saygı (tribute) değil, sevgi albümü” diyor. Eşzamanlı olarak çıkacak kitapta ise Teoman’ın kendi el yazısıyla şarkı sözleri, notaları ve fotoğrafları bulunuyor.

Düetlerden oluşan bir albüm hazırlama fikri sizden mi çıktı?
Plak şirketimiz “eski düetlerini başka müzisyenlerle tekrar yapalım” dedi, benim de işime geldi. Birkaç tane daha düet yazarım, sonra da albümü çıkartırız, diye düşündüm. Hatta bir tane de yeni parça yaptım. Eski parçaları kimlerle yorumlarım diye düşünürken şöyle bir problem ortaya çıktı. Bu çalışmayı sadece kadın müzisyenlerle yapmak istemiyorduk. Aşk şarkılarını erkeklerle birlikte söylemem ise garip durdu. “Bari bazılarını siz tek başınıza söyleyin” derken olay karıştı, yayıldı, bir de baktık elimizde iki cd’lik bir çalışma var. Yakın gelecekte artık albümlerin satmayacağını düşünürsek bu cd formatındaki son albümüm olabilir. Artık format değişir, sadece dijitale mi gider yoksa yeni, daha güzel bir şey mi gelir bilmiyorum. Ben zaten plağa döndüm.

CD yerine plak mı dinliyorsunuz?
Yurt dışına gittim, bir sürü güzel plak aldım. Bir de pikabımı yaptırdım. Artık plak dinliyorum. En son Elvis Presley’in eski plaklarını aldım. İnternette e-bay’den de 1960’ların Beatles plaklarını toparladım.

Düet yapmaktan vazgeçtiğiniz şarkılar hangileri?
Mesela Nil Karaibrahimgil, “İstanbul’da Sonbahar”ı tek başına söylüyor. Yaşar da, “Rüzgar Gibi”yi tek başına yorumladı. Kimisinde varım, kimisinde ise küçücük bir imza olsun, diye bir cümlecik söyledim. Mesela Kreş’in parçasında öyle yaptım, Emre Aydın’ınkinde de. Aylin Aslım, Erol Büyükburç da tek başına söylüyor. Ben örneğin Pamela Spence’le düet yapıyorum.

Albümün adı da bu yüzden mi değişti? “Düetler” olacağı söyleniyordu.
Evet, adı “Söz Müzik Teoman” oldu.

(Çekmeceden albümün kapak tasarımını çıkartıyor. Pek doğal duran bir poz, fotoğraf albüm için özel olarak çekilmiş gibi gözükmüyor, soruyorum...)

Fotoğraf nerede çekildi?
Güney Afrika’da “Rapsodi İstanbul” adlı şarkımın klibi çekilecekti. Klipte oynamak için seçilen model bir kız vardı, ben sadece gözlemci olarak orada bulunuyordum. O yüzden etrafta eşofmanla filan dolaşıyordum. Arada Charles Richards fotoğraflarımı çekiyordu, şipşak makinasıyla. Bu fotoğraf da onlardan biri. Albümün kapak tasarımını yapanların seçtiği üç tane fotoğraf arasında bu da vardı, en çok bunu beğendik. Hatta benim bir de kitabım çıkıyor şarkı sözleri, notalar ve resimlerimin olduğu. Onun ismi de “Söz Müzik Teoman.” Kitabın kapağı için de 100 tane resim arasından şansa aynı resim seçilmiş. İkisi de aynı anda, bu ay çıkıyor.

Albümün ve kitabın çıkış tarihini özellikle mi aynı döneme denk getirdiniz?
Eş dönemlerde başladık, bari hayatımızda ilk kez bir şeyi senkronize yapalım, dedik.

Kitap projesi nasıl gerçekleşti?
Aslında o da önce farklı bir şey olarak geldi, sonra değişti. (Gülüyor) Nehir söyleşi yapılıyor benimle, bir tür biyografi çalışması gibi. Güzel güzel bir sürü sorular getirdiler, fakat çok uzun sürecek bitmesi. Ben de ilk başta halihazırda elimizde olan şeyleri çıkartalım, dedim. Altı sene önce ilk üç albümümün notalarını çıkarmıştım zaten “Söz müzik Teoman” diye. Fakat bu dokuz albümü kapsayan bir seçki oldu.

(Macbook’unu alıp kitabın sayfa tasarımlarını gösteriyor. El yazısıyla şarkı sözlerini karaladığı kağıtları görünce aşırıyorum.)

Saklamış mıydınız bunları?
Küçük küçük kağıtlara yazıp saklamıştım. Yani ilk şarkıyı nasıl yazmışım, nasıl başlamışım, bütün karalamalarım var, kitapta. Uyduruktan bir kağıda yazmışım kurşun kalemle. Bak “poğaça” falan da yazmışım. Poğaça alayım diye mi yazmışım acaba? Bunun benzerlerini yurt dışında gördüm, hatta satın aldım, getirdim. Bob Dylan’la Bruce Springsteen’in böyle bir şeyi var, benim niye olmasın?!

YILDIZLAR KARMASI

Bu kadar ismi aynı albümde toplamayı nasıl başardınız? Başkası için kolay kolay bir araya gelmezlerdi herhalde? Sezen Aksu, Candan Erçetin ikna etmesi zor isimler...
Bu insanlar hep eşimiz dostumuz. Bu tür çalışmalara genelde saygı albümü denir, bizimki sevgi albümü. Bir saygı albümü yapmak için yeterli bir kariyerim yok, daha bir 10- 15 senesi var, onun. Arkanızdan gelen kuşaklar sizden çok etkilenmiştir de böyle bir şey yaparlar. Albümde kendimden önceki jenerasyonlar da olsun istedim, Erol Büyükburç ya da Sezen Aksu gibi isimler… Benim kendi jenerasyonumdan Yaşar, Feridun Düzağaç var. Bir de daha ufaklarımız var, Kreş diye çok beğendiğim bir grup yer aldı, mesela. Rashit var, Hayko Cepkin var. Bu albüm işi çok da zevkliymiş. Bir de kendi sesimden sıkılmışım, o şarkıları başkalarından dinleyince hoşuma gitti.

Albümde bizi şaşırtan isimlere de rastladık. Mesela, Yavuz Bingöl...
Yavuz’un çok farklı bir yeri var. Hem Batılı enstrümanları kullanıyor, hem sesi daha yumuşak, hem halk müziğini tarayabiliyor, hem de popüler kulvara da girebiliyor. Aynı zamanda çok da sevdiğim bir insan. “İki Çocuk” şarkısını punk tarzında yapmıştım, ama içeriği halk müziğini kaldırabilecek türdeydi. 18 ve 20 yaşlarında iki çocuğu anlatan bir hikayeydi. Bir tanesi askerde jandarma eriyken vuruluyor, diğeri de asılıyor. Halk müziğine çok iyi gideceğini düşündüğümden o şarkıyı Yavuz Bingöl okusun istedim.

Bir de Erol Büyükburç var!
Elvis neyse Amerika’da, Erol abi de burada öyle. O yüzden bir tane rock‘n’roll aranjmanı yollayıp Erol Büyükburç da bu albümde yer alsın istedim.

Birine haydi şu şarkıyı sen söyle dediğinizde, “onu değil de ben şunu çok seviyorum, onu söylesem” gibi bir karşılık aldığınız oldu mu?
Emre Aydın’a “17”yi yakıştırmıştım. O, “Ben ‘Sürpriz’i çok iyi söylerim” dedi. Yalın’a “Kardelen”i yakıştırmıştım, o da ben “Gönülçelen’i söyleyeyim” dedi. Sonra Feridun’a başka bir şarkı söylemiştim, “ben ilk albümünden ‘Yollar’ı söyleyeyim” dedi. Yani seçenler var. Mirkelam “Mavi”yi seviyordu, ona aslında “Yağmur”u verecektik. Candan Erçetin’e de başka bir şarkı veriyordum, “Kim”i söylemek istedi. Bir de komik bir olay oldu. “Kim” şarkısı benim en son albümümde vardı. Çok ortaya çıkan bir şarkı değildi ama ben çok seviyordum. Candan Erçetin yapınca plak şirketi dinleyip “Vay be! Bu ne güzel şarkıymış!” demiş. Benimkini anlamamışlar, beğenmemişler; Candan Erçetin’inkini çok beğendiler! (Kahkahalar)

Sizin favorileriniz oldu mu içinden, şu orijinalinden daha iyi oldu diyebileceğiniz?
Gününe göre değişiyor. Bu albümü o kadar uzun zamandır dinliyorum ki kendim nasıl söylüyorum unuttum. Ama hepsini çok seviyorum. Özellikle şarkı sözlerimi bir kadın söylediği zaman anlamları değişiyor, erkeklerden daha ilginç oluyor. Mesela Nil Karaibrahimgil, İstanbul’da Sonbahar’ı söylerken “Her zaman kolay değil, sevmeden sevişmek” dediğinde, bir erkeğin söylemesinden başka oluyor. Genç kız sesiyle Nil’in söylemesi başka, daha güzel yani.

Kadınlarla düet yapmayı daha çok seviyorsunuz değil mi?
Erkeklerle çok zor oluyor. Aşk şarkısını şimdi iki tane adam söyleyince, homoerotik şarkı oluyor. Fatih Ürek’le söylüyor gibi oluyor. Tabii o kadar da değil...

Birine teklif götürüp olumsuz cevap aldığınız oldu mu?
Oldu, ama “ben kesinlikle yapmam” tarzında değildi, yoğun oldukları için olumsuz yanıt verdiler. Bir de ben teklifi götürürken “böyle bir şey var, yer almak istersen al ama bana abi ya üşeniyorum da diyebilirsin” dedim. Çünkü zevkine yapılan bir şey. Artık albümler ticari şeyler değil. Yoğun olanlar yer alamadılar ama bizim tahminimizden çok daha kolay oldu. Kime sorsak herkes işi çok benimsedi.

Hikaye Anlatıcısı

Hakkınızda çıkan yazıları okuyorsunuzdur, bir sürü müzisyenin röportajlarında “Teoman çok iyi bir storyteller (hikaye anlatıcısı)” demişliği vardır...
Evet, en iyi olduğum şey o, bir hikayeyi anlatmaya çalışıyorum. Ama başka türlü müzik yazmak da var. İlla ki şarkı sözünün anlamlı olması gerektiğini de düşünmüyorum. Led Zeppelin’in şarkı sözleri, rock tarihinin en kötü şarkı sözleri olarak kabul edilir ama müzik olarak da mükemmeldir. Ben de Led Zeppelin’i çok severim. Ama benim seçtiğim yol orası değil. Öbür tarafı tercih ediyorum, müzik çok önemli değilken, hikayeyi anlatmayı... Belki de hikayem kalmadı, o yüzden yeni şarkı yazamadım diyorum, aklıma bir şey gelmediği zaman. Ya da anlatmaya değer gelmiyorlar. O yüzden bir tanecik şarkı yazabildim, duruyor elimizde kullanmadım. Bu sene uzun zamandır ilk kez kendi müziğimi dinledim. Özlemişim de... Bir süredir sadece Frank Sinatra, Chet Baker falan dinliyordum. Yeni müziklere kapalıydım, kendime de kapalıymışım. Eğer o şarkıları dinlememiş olsaydım, şu anda çalan değil sadece etrafta dolaşan bir adam olacaktım.

Tehlike çanları çalmıyordur umarım müzik çalışmalarınız konusunda?
İçimden çıkmazsa bir daha albüm çıkarmam zaten. İçimden gelecek ki ben o şarkıları yazayım. Gelene kadar da beklerim, zorlamam.

Yeniden albüme dönecek olursak. Ortaya çıkan çalışmanın sizi şaşırttığı zamanlar oldu mu?
Cem Adrian hem kadını, hem erkeği söylüyor, İki Yabancı’da. Onun ses genişliği çok fazladır ve özellikle istedim, “ikisini de sen söyle” diye. Hem benim, hem de Şebnem’in bölümlerini o söyledi.

Şebnem Ferah’ın da en başta albümde yer alması düşünülüyordu. Sonradan mı vazgeçildi?
Şebnem hazırladığı DVD yüzünden çok yorgundu. Önce “Güzel Bir Gün” adlı parça üzerinde uğraştı, piyanoyla. Şebnem bir şey yaptığı zaman hep ilginç olmasına çalışıyor. Parçayı orijinal halinden çok bozamadığını düşündüğünden dolayı vazgeçti. Olsa çok güzel olurdu. Bir sonrakinde yaparız. Ben bundan bir tane daha çıkarırım birkaç ay sonra.

Kayıt aşaması nasıldı?..
Bu albümü normalde bir stüdyoda tek başıma yapıyor olsam, iki senede falan çıkartırdım. Farklı stüdyolarda eş zamanlı çalışıldığı için çok rahat bir şekilde, iki üç ayda bitti. Bir sürü aranjör olduğu için çalışma hızlandı. Ben pek bir şey yapmadım, sadece gidip aranjmanları ve mixleri dinledim. Çok da uğraşmadan çok zevkli bir albüm yaptım.

Peki albümü dinleme fırsatı bulanlar nasıl tepki verdi?
Çok beğenenler var, “abi olmamış” diyenler de. İnsanların kriterleri başka başka oluyor. O yüzden ben kendi kafama bakarım. Ben dinledim, hepsini de beğendim.

Bazı gruplar ya da sanatçılar düete pek sıcak bakmazlar ama siz kariyerinizin başından beri albümlerinizde düetlere yer veriyorsunuz.
Şarkıyı diyalog formatında yazmak çok keyifli oluyor. Tek bir fikri anlatmıyorsun orada, hem kadın açısından, hem erkek açısından anlatıyorsun... Ama tek kişinin söyleyeceği bir şarkıda düet yapmaya da çok sıcak bakmıyorum.

Yeni bir albüm yapmayı yorucu bulduğunuz için düet albümü yapmayı tercih ettiğinizi ileri sürenler olacaktır, önümüzdeki günlerde...
Ben zaten açık açık söylüyorum, çok şarkı yapamıyorum şu sıralar. Şarkı yazma modumda değilim. Normalde daha rahat yazarım, beş dakikada şarkı çıkarırım içimde varsa. Zorlamıyorum ben de böyle olduğu zaman. Bu albümün böyle olması işime geldi. Şu sıra şarkı yazarlığıyla pek ilgilenmiyorum. Oyun gibi bir şey yazdım. Tiyatro oyunu ama romana mı çevirsem diye de düşünüyorum. Çok güzel yerleri var, bayağı iğrenç yerleri de! İğrenç yerleri değiştirirsem güzel bir oyun olabilir.

Romana çevirsem diyorsunuz da filmini yapsam demiyorsunuz...
Onun filmi çekilmez. Ama bir tane senaryom hazır zaten. Neredeyse bir senedir hazır, üzerinde uğraşıyorum küçük küçük.

Laubaliliği Abarttılar

Magazin muhabirleriyle aranızdaki gerilimi her geçen gün artan olaylar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Beni sürekli rahatsız ediyorlar. Ama artık laubaliliği abarttılar, son olayda olduğu gibi ceketimden falan çekmeye başladılar. Ben de arkadan ceketimi çekene (duruyor, kısık ve çok hafif çocuksu bir sesle ekliyor) vurdum. O kadarını beklemiyorlardı. Çünkü paparazzilerin şöyle bir anlayışı var. Karşılarındakini sinirlendirecekler ki oradan haber çıksın. Yoksa siz makul cevaplar verirseniz zaten televizyona çıkmıyorsunuz. Ya küfür edeceksiniz, ya da inşallah bir daha olmaz ama bu örnekteki gibi yumruğu indireceksiniz.

Olay nerede cereyan etti?
Discorium çıkışında. Tek kötü tarafı o gün yanıma korumamı almamış olmam. Korumamı alsam onları korurdu!

Geçenlerde Adile Naşit’i anma gününden çıkıyoruz, bir kanalın muhabiri de içeri giriyor. Girerken”Kimse var mı?” diye sordu. Ben de saymaya başladım, Haldun Dormen vs diye. “Yok yok” dedi, “bana Teoman gibi adam lazım!”
Bunu mutlaka yaz. Yazarsan anlaşılacak benim neler çektiğim. Çeşme’deyiz, sürekli gazetecilerden kaçıyoruz, yanımda da arkadaşım var, Mert diye. Gazeteciye gitmiş sormuş, “Niye bu adamın peşindesiniz?” “Abi, reytingi var” demiş! Yani bu heriften bir şey çıkarırız diyorlar. Zaten bütün yazdıkları yalan. 40 tane eski sevgilimle 40 yaşına girmem falan da yalan!

Tamamen uydurma yani 40 kadınlı 40. yaş partisi?
Yalan tabii ki, öyle şey olur mu?! Akşamüstü karar vermişim parti yapmaya, bütün arkadaşlarıma da mesaj çekmişim. Ama medyanın magazin tarafı öyle çalışıyor. Kafalarına göre yazıyorlar. Ne yani, ben bir liste mi çıkardım eski günlere gidip! Cep telefonumdan herkese mesaj gönderdim, gelen geldi işte.

İnsanların buna inanmalarını nasıl karşılıyorsunuz?
İnanmamalarını umut ederek! Ama inanılıyor. Benim kendi arkadaşlarım bile “abi niye çağırmıyorsun bizi” diye mesaj attılar. Gizli bir partiydi o aslında, o akşamüstü karar verilmiş ve sadece yakın dostlara haber verilmiş bir şeydi. Yapılan mekan da çok popüler değildi ama onlar bir yerlerden duyuyorlar.

Bu partileme durumu iş ve imaj icabı mı yoksa gerçekten seviyor musunuz rock‘n’roll hayatını?
Gece dışarı çıktıysam eğlenceyi severim. Ya da bilmem kaç gün hiç dışarı çıkmam, evde takılır kitap okurum. Şu sıra pek dışarı çıkmayayım, kimseye dövmeyeyim modundayım aslında.

Sizi magazin basınında görmekten rahatsız olan bir kitleniz var ne şekilde olursa olsun. Acaba rock müzisyenlerinin magazin basınında yer almamasını beklemek naiflik mi?
Ben magazin basınında olmak isteyen birisi değilim ki, adamlar benim peşimdeler! Ben o kameraları gördüğümde hiçbir zaman mutlu olmadım ki şimdiye kadar. Ama yapacak bir şey yok. Adamlar apartmanıma, evimin içine kadar giriyorlar. Ben aslında nerelere çıkıyorum onu bile bilmiyorum televizyon seyretmediğim ve o gazeteleri okumadığım için. Kavga görüntülerini seyretmedim bile. Kendimle ilgili haberleri de görmediğim için sadece o anda biri beni biriyle yakalamış gibi hissediyorum.

Bu haberleri yadırgayanların yanında rockstardır, ne yapsa yeridir diyenler de var. Rockstar olmak size öyle bir dokunulmazlık sağlıyor mu?
Herhalde benim üzerime fazla gelindiğini düşünüyordur insanlar! Bu adamı artık delirttiler, o da yumruğu çaktı diye düşünmüşlerdir. O kadar çok ellerine sağlık mesajı aldım ki. Buna bir sürü ünlü sanatçınınki de dahil. Çıkan haberlerin yüzde 80’inin yalan olduğu, onlara karşı yapabilecek kanuni hiçbir hakkımız olmadığı düşünülürse bir yumruk fazla değil. İki tanesi de değil.

“Yakın gelecekte artık albümerin satmayacağını düşünürsek bu çalışma CD formatındaki son
albümüm olabilir...”

“Şarkı sözlerini küçük küçük kağıtlara yazıp saklamıştım. Yani ilk şarkıyı nasıl yazmışım, bütün karalamalarım var, kitapta...”

“Şarkıları bir kadın söylediği zaman erkeklerden daha ilginç oluyor. Mesela Nil, ‘Her zaman kolay değil, sevmeden sevişmek’ dediğinde bir başka oluyor..”

“Şu sıralar şarkı yazarlığıyla pek
ilgilenmiyorum. Oyun gibi bir şey yazdım. Tiyatro oyunu ama romana mı çevirsem diye de düşünüyorum.”

Hiç yorum yok: